Cömertliğin temsilcisi Ali Açıl Ağabey

Samanyoluhaber.com yazarı M. Ertuğrul İncekul'un yazısı

SHABER3.COM

M. Ertuğrul İncekul

Bir Yıldız daha kaydı Batı ellerinde. Ötelere endeksli yaşamış, hayatını insanlığın faydasına adamış, ehli himmet olan, cömertçe servetini bâki değerlere yatırmış, Hizmet Hareketi’ne gönül veren kıymetli Ali Açıl Ağabey’in vefatını dün geç saatlerde haber aldım. 
Mal varlığına çökülünce İstanbul'dan ayrılarak Kanada'ya yerleşmek zorunda kaldı. Hizmet Hareketi saff-ı evvellerinden olan işadamı Ali Açıl, uzun süreden beri başta Yunanistan, İsveç, Polonya ve Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın çeşitli beldelerinde, çeşitli  ziyaretler ve programlara katıldı. Fransa’dan, vatandaşı olduğu Kanada, Ottawa'ya dönüş yolunda geçirdiği kalp krizi sonrası uçakta ruhunu teslim etti. 74 yaşındaydı. 
1985 yılında tanıştığı Hizmet Hareketi için “Hizmet benim hayalimdi. Türkiye ve dünya için çok güzel işler yaptı” diyordu. Duası ise hep şöyleydi: Hizmet yolunda vefat etmek. 


Bir çok müessesede harcı vardı


Merhum Hacı Kemal Erimez, Zaman Gazetesi'nin kuruluşunun sıkıntılarını bizzat kendisi şöyle anlatmıştı:
"Gazete bir odalı bir yerde başladı, sobamız yoktu. Küçük bir tüpte hem çay pişirir hem de ısınırdık. Sonra Allah nasip etti, arsa bulduk. İş  artık inşaata gelmişti. Şu andaki yedi katlı binanın iki katını yapma planımız vardı. Kendime göre bir plan yapıp sabah hali vakti yerinde bir hayır sahibinden çimento almayı planladım, vereceğinden de emindim. Fakat bütün izahlarıma rağmen 'Yardım edemem.' dedi. Yıkılmıştım. En büyük ümidim sönmüştü. Ağlayarak çıktım. Yolda Ağlayarak yürüyordum, belki yarım saat yürüdüm. Birden karşıma Ali Açıl Bey çıktı. Cadde ortasında ağlayışıma hayret ve hüzünle bakarak, 'Niye ağlıyorsun Hacı Abi?' dedi. Derdimi ona da açmak istedim. Ancak bizi tanıyalı iki-üç hafta olmuştu. Söylemedim. Fakat ciddi ısrar edince olanları anlattım. O yeni hizmeti tanıyan, hiçbir şey istemeye niyetlenmediğim kumaşçı 'Binayı ben yaparım sen üzülme.' dedi. Dünyalar benim olmuştu. İşte gazete böyle başladı."


Annesi Saadet Hanım 


Türk âhîlik ruhunun ve geleneğinin yetiştirdiği yüzbinlerce ticârî ve meslekî mühim eşhastan birisi olan, değerli müteşebbis ve iş adamı, ehl-i himmet ve hamiyet Ali Açıl bey'in muhtereme valideleri Saadet Açıl Hanımefendi'dir. 

2007 yılında yayınlanan Zaman Gazetesi Ailem ekinde yer alan röportajında Ali Açıl merhum babasını anlatmıştı. 



Ahmet Açıl, dinin hayatın dışına itilmeye çalışıldığı bir dönemde inançlarını yaşamaya çalışan ve bu neşeyi dostlarıyla da paylaşan bir isim. Merhum Ahmet Açıl'ı oğlu işadamı Ali Bey'e sorduk.

Bir şeyi bilmek mi önemlidir, yoksa onu uygulayabilmek mi? İkisi de önemli gerçi ama tabii ki ikincisi çok daha önemli. Bir şeyi biliyor; ama uygulamıyorsanız onu "bilmenizin" kime ne faydası olabilir ki? Hadis-i şeriflerinde Efendimiz (sas) bunu ne güzel ifade ediyor: "İnsanlar helak olmuştur; alimler müstesna. Alimler de helak olmuştur, âmiller (bildiğini yapanlar) müstesna, âmiller de helak olmuştur, (bildiğini) ihlasla yerine getirenler müstesna. Ve muhlisler de büyük bir tehlike altındadır."

Hayatını ilme, bildiğini tatbike adayan ve bu konuda titiz davranan insanlarımızın olması hepimiz için bir moral ve gelecek için ümit kaynağı. Onlar çok titiz, yerine göre çok kuralcı olsalar, bir arada bulunmak çoğu kez tedirgin edici olsa da, onların bizi huzursuz eden enerjileri, teyakkuz halindeki zihinleri, kılı kırk yaran titizlikleri bize hem hayat hem de istikamet dersleri içeriyor.

Merhum Prof. Dr. Ahmet Fethi Açıl Bey de bu kâmet ve kıymette insanlardan biriydi. Oğlu Ali Açıl Bey'le hem muhterem babasını hem de kendisinin hayat serüvenini konuştuk. Ali Bey, bir kaza geçirmiş ve sağ ayak bileği birkaç yerinden kırılmış. Evinde hem istirahat ediyordu.
Ali Açıl Bey, merhum babası Prof. Dr. Ahmet Fethi Bey'i anlatırken, sürekli dualar ederek minnet ve şükranlarını arz ediyor Rabbine ve "Bu yaşıma kadar geldim, hem aile olarak, hem de çevre olarak Rabb'im beni hep iyi insanlarla karşılaştırdı. Allah nazarlardan saklasın yavrularımız da bizim zorlamamıza fırsat vermeden ailelerine, çevrelerine ve Rablerine olan sorumluluklarını bilip, öğrenip kavrayarak meselelere sahip çıktılar. Çok güzel bir aile ortamında yetiştik." diyor.






Ali Bey, 1950 doğumlu. Babası Ahmet Fethi Bey ise 1916 doğumlu. Ahmet Fethi Bey, 2006 yılında vefat etti. Aile aslen Ordu/Ünyeli. Ahmet Fethi Bey bir ara Merzifon'da bulunmuş. Ali Bey ise, çocukluğu Ankara'da geçse de üniversite çağından sonra İstanbul'u mesken tutmuş. Eczacılık fakültesi'ne kayıt yaptırmış: "Hem çok iyi bir öğrenci olduğum söylenemezdi, hem de eczacılığı o kadar benimsememiştim. Bu arada 68 olaylarına da denk geldiğimiz için ortam da çok müsait değildi okumak için. Sonunda okuldan ayrılıp Mahmutpaşa Üniversitesi'nde tekstilcilikle uğraşan dayımların yanına geçtim ve onların yanında tedrisat gördüm!"
"Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz!”


Bu ayeti kerime Ahmet Fethi beyin hayatının tümünü kapsayan bir parola hükmündeymiş. Bir levha olarak sürekli başının üzerine astığı bu güzel sözü, mutlaka bir fırsat bulur ziyaretçilerine ve sevdiklerine mutlaka izah etmeye çalışırmış. İsrafın ne kadar kötü bir şey olduğunu, kul hakkına girdiğini, çok titiz olunması gerektiğini anlatırmış. Vefatına yakın tarihlerde de kendisi ve ailesi için bu çok önemli levhayı ömür boyu kıymetini bilip başucunda tutsun, emrince amel etsin diye torununa vasiyetle bırakmış: 

"Çocukken hatırlıyorum babamın evdeki çalışma masasında defterler, kalemler bulunurdu. Kalemlerin üzerinde "DMO mührü vardı. Yani Devlet Malzeme Ofisi. Bütün kardeşlerimizi öylesine tembihlerdi ki bu kalemler asla onun çalışmaları dışında kullanılmazdı. O çalışmalar da eve getirdiği işlerle ilgiliydi. Halbuki, başka memur çocuğu arkadaşlarımız bize okulda DMO mühürlü kalemler hediye ederlerdi. Onların babaları bunun yanlış olduğunu bilmezler miydi? Bilirlerdi ancak bu 'bilgi'de şuur olmayınca bir faydası olmazdı. O, bir yüzü kullanılmış kağıtları asla atmaz, okulda da diğer arkadaşlarına asla attırmazdı. Müsvedde kağıdı olarak kullanır. Onları hoyratça atıp, israf edenlere çıkışırdı." 
Ali Bey babasını anlatıyor:

Yardımlaşma duygusu yüksekti

"Zekat, hesabı da bir başka olurdu evde. Ailemize ait tasarruf hesaplanır, kıymetli eşyaların değerleri belirlenir, annemin altınları tanıdık bir kuyumcuya götürülür, tarttırılıp bundan zekat miktarı hesap edilirdi. Ayrıca sadaka ve yardımları da vardı ki, bunları ulaştırma noktasında zevkle koştururdu. 

40 senelik emek

"Üniversitede görevliydi. Yetiştiği dönem Cumhuriyet devrinin en bürokrat zihniyetli dönemi ve inançlı insanların resmî kademelerde çok az bulunduğu bir dönemdi. Ancak, babamın dürüstlüğü, herhangi bir siyasetle asla ilgili olmayışı ve arkadaşları arasındaki saygınlığı onu Cumhuriyet'in ilk ve en önemli fakültelerinden biri olan Ankara'da Ziraat Fakültesi'nde muhafaza etmiştir. Annemin hazırladığı yemeği sefer tasıyla işyerine götürür, hemencecik yiyip namazını odasında kılar ve kalan öğle tatilinde arkadaşlarıyla sohbet etmek için yanlarına giderdi. Bazı arkadaşları sosyalist, Marksist olsa dahi her fırsatı değerlendirip, onlara bir şeyler anlatmaya çalışırdı. Hatta, bazı dindar arkadaşları, "Boşa uğraşıyorsun." derlermiş. Yıllar sonra o arkadaşlarından ikisi kendisini telefonla aramış ve "Ahmet bey, hakkınızı helal ediniz. Hacca gidiyorum." demiş. Nasıl mutlu olmuş, çocuklar gibi sevinmişti. '40 yıllık emeğin sonu oğlum.' derdi. 40 yıl bıkmadan, üzmeden, kınamadan, diyaloğu koparmadan uğraşmıştı." 


Çok mütevazıydı


Zaman Gazetesi kurulduğunda Hacı Kemal Erimez Bey, gazetede yazması için teklif ettiğinde, öyle bir fırça atmıştı ki, "Yeter artık, gençlerin önünü açın, biz yazsak ne olacak. Onları yetiştirin." demişti.

Bir arkadaşı bir gün sevinçle "Hocam hakkını helal et, hacca gidiyorum!" deyince ona kızmış, iyice fırçalamıştı. Sebebi de o arkadaşının üçüncü kez hacca gitmesiydi. "Evde kalıvermiş kızlar, erkekler parasızlıktan evlenemez, bir sürü hasta, fakir, fukara varken sen sırf şahsi zevkin için nasıl üçüncü kez hacca gidersin!" diye konuşmuştu. Hatta birinde ben babamla birlikte hac ya da umre yapmak istediğim için neşeli bir anını kollayıp, "Babacığım bir de birlikte umre yapsak!" demiştim de, "Oğlum yanıyorum. Hesabını nasıl veririz." demişti.


Hocaefendi'yle tanışma

Babam, Fethullah Gülen Hocaefendi ile sadece telefonla görüşmüştü. Yüz yüze görüşmediler. Bir gün annemle babama Hocaefendi'nin bir sohbet kasetini verdim, akşama doğru da izlenimlerini almak için yemek vakti ziyaretlerine gitmiştim. Yanlarına bir gittim; ikisinin de yüzleri sapsarı. Eyvah dedim, çok kötü bir şey oldu. Babam, "Senin derdin ne! Oğlum bizi öldürecek misin!" diye çıkıştı. Eyvah dedim, yandık! Sonra, "Yavrum annenle birlikte dinledik, o ağlar, ben ağlar, ağlamaktan perişan olduk, bize kastın mı var!" diye latife yapınca rahatladım. Çünkü ikisinin de yaşları çok ileri ve rahatsızlıkları vardı."

Kıbrıs harekatı başlamadan önce askerlikten tecilliydim. Ortalık karıştı. Hemen askerlik şubesine gittim, beni askere alın diye. Almadılar. İki-üç ay uğraştık, aracı bulduk, kendimizi askere aldırdık. Öyle terbiye almışız.
Her pazar torun kahvaltıları yapılırdı.

"Babam, her cumartesi sabah kahvaltısını torunlarına ayırmıştı. "Torun kahvaltısı" derdik. Bizler davetli değildik! Bizleri de her yıl 29 Ekim günü evlilik yıldönümleri için bir araya getirir, hepimize sürpriz hediyeler hazırlar, o günü ailecek birlikte geçirirdik. Torunlarıyla çok iyi iletişimi vardı. Onların hayırlı bir Müslüman ve faydalı bir vatanperver olarak yetişmesi için elinden geleni esirgemezdi. Onlara ödevler verirdi. Kimi bir bilmece, kimi fıkra, kimi bir şiir hazırlar, o gün hep birlikte bir müsameredeymiş gibi bunları okur söyler birlikte güzelce vakit geçirirlerdi. Sürpriz yemekler ve hediyeler hazırlar, onları mutlu etmeye çalışırdı." 
Evet çok disiplinliydi; ama çocukla çocuk olmasını da bilirdi. Torun kahvaltıları her pazar saat 10'da onun evinde yapılırdı. Kahvaltı dediysem aklınıza 25 çeşit bir sofra gelmesin. En çok 3-5 çeşit yiyecek bulunurdu. Olmadığından değil, böyle de olabileceğini, bunu bile bulamayan insanlar olabileceğini anlatmaya çalışırdı. Herkes fıkra, şiir, bilmece, dua vb. gibi şeyler hazırlar, kahvaltıdan sonra sırayla okurdu. Çok nasihatlerde bulunurdu ve söylediği herşeyin de kaynağını söyleyerek, "Evladım kafamdan söylemiyorum, bakın bu ayettir, bu hadistir." derdi. Ben çok haşarıydım. Bir gün bilmecemi hazırlamadan kahvaltıya gittim. Kardeşim, "fırçayı yiyeceksin!" diye takılıyordu. Sıra bana gelince, "Kemik torbası gibidir, çok konuşur; ama herkes onu çok sever!" dedim. Çünkü perhizine çok dikkat ettiği için 20 yaşından beri 72 kiloyu geçmemiştir. "Bu ben miyim!" deyip kahkahalarla güldü. Sürprizler yapardı, ama nasıl? Mesela o haftanın sürprizi birer sosis, ya da şokella sürülmüş bir dilim ekmek olabilirdi. Yahu biz evde bunu limitsiz yiyebiliyoruz, bu neyin sürprizi diye düşünürdük önceleri ama, sonra nimetlerin "kıymet"ini bilmeyi ve eşyaya değer vermeyi böyle öğrendiğimizi anladım. 
Sohbetini herkes severdi


Ali Bey Elif Hanım'la 1978'de evlenmiş. Üç kız,bir erkek dört çocukları var. Babası Ahmet Fethi beyler ise 4 kardeşmiş. Tek erkek çocuk Ahmet bey. Merzifon'la en önemli manevi irtibatı o bölgenin büyük zâtlarından Garip Hafız'la imiş. Eniştesi de sahib-i tertip (hiçbir vakit namazını kazaya bırakmamış) bir insanmış. Böyle güzel insanlar arasında yetiştiği için hep şükredermiş. 
Ali Bey'in annesi Emine Saadet Hanım, ev hanımıymış. Nevşehirli. Anne-babası varlıklı insanlarmış. 
"Babam, din nasihat derdi. Ateist diye bilinen insanlar bile onun sohbetine koşarlardı. Çok tasarruflu bir insandı. Herkes maaşını bitirdiğinde o tek maaşlı olmasına rağmen arkadaşlarına borç verirdi. Emekli olduğunda maaşıyla iki ev alabilmişti. Ramazanları zekat hesaplanır, bütün bir yıl boyunca o zekat ihtiyacı olanlar bulunup verilirdi. 

"Kur'an'a âşıktı. Kur'an'ın içinde yüzerdi adeta. 
"Babam, son 50 senesinde her gün 5 sayfa Kur'an okuyup mealini incelerdi. Gözü yaşlı bir insandı. Çok ağlardı. İslam'ın mes'elelerine, Müslümanların içinde bulunduğu hallere dayanamazdı." 


İslam mı sizi geri bıraktı?


Ahmet Fethi Bey görev gereği Amerika'ya gönderilmiştir. Teksas'ta incelemeler yaparken yabancı bir arkadaşı çok ilginç bir soru sorar. Der ki; "İslam ülkeleri kimi deniz kenarında kimi dağlar içinde, kimi zengin kimi çok fakir; ama hepsi de çok geri kalmış bölgeler, bu gerilik dininizden mi kaynaklanıyor?" Beyninden aşağı kaynar sular dökülmüş gibi olur. Kendisini toparlar ve, "Kul hakkı, zekat, sadaka, yardımlaşma, vakıf medeniyeti, ilme verilen önemi" ayetlerle ve tarihten örnekler vererek anlatır. Arkadaşı bu kez, "Bunlar sizi geri bırakmaz ki!" der. Ahmet Fethi Bey de, "Eğer uyup, yaşamazsanız tabii geri kalırsınız!" demiş. 

HEMŞİREM...

Ali Açıl: "1986 yılında Nevzat Nasıroğlu Bey'in aylar süren ısrarlı davetleri sonucunda yeni bir manevi halkaya dahil oldum. Hacdan gelmiştim. Hadis sohbetleri yapılıyordu. Yıllardır devam ediyoruz. Fethullah Gülen Hocaefendi, 25 yılını Bostancı'da, yardım faaliyetleri, kermeslerle geçiren ve fakir talebelere yardım için her fırsatı değerlendiren Elif Açıl Hanım'a "hemşirem" diye hitap ederdi.
Ali Açıl’ın cenazesi, 20 Ocak Cumartesi (yarın) öğle namazına müteakip, Ottava SNMC Camii’nden kılınacak namazın ardından defnedilecek.

<< Önceki Haber Cömertliğin temsilcisi Ali Açıl Ağabey Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER