CUMA KARAMAN
Başta kainat kitabını, sonra her hangi bir kitabı eleştirel olarak okumak her okurun hakkıdır. Fakat bu hak ona hakaret etme hakkını vermez. Ancak eleştirdiği kitaba veya konuya yine kitapla ve konuya açıklık getirmekle cevap verilir. Eleştiri ahlakı ilimde çok önemli bir konudur. Bu ahlaka sahip olmayana alim, ilim insanı denmez. Medeni toplumlarda eleştiri kültürü çok gelişmiş. Kişi eleştirdiği fikrin sahibine saygıda kusur etmez. Medenice birbirlerini dinleyerek eleştirirler. Burada şu hususu anlatmadan geçmeyeceğim; Kur’an-Kerim akıl sahibi düşünce ve ilim erbabların özelliklerine birçok ayetlerde dikkatlerimizi çeker.
“O kullarımı ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir. İşte temiz akıllılar da onlardır”. Zümer, 18
Bir konuda farklı fikirleri ve görüşleri dinlemek sonra en güzeline uymak gerçek akıl (düşünce fikir) sahibi olan ehl-i ilmin en önemli özelliğidir. Sadece kendini ve çevresinin sözlerini dinlemek güzeli ortaya koymaya yetmez. Kendilerini fikirlerine hapsedenlerin güzel sözlerden mahrum yaşadıkları bir gerçek. Böylesi fert ve toplumlar gelişmez. Bizim başkalarını dinlemekle kaybedeceğimiz bir şeyimiz olmaz. Bilakis kazanacağımız çok şey olur. Onun için medeniyet kapalı toplumdan değil fikir ve görüşlere açık olan toplumlardan doğar. Fikir ve görüşlere kör ve sağır olanlar. Başta bunun kendilerine faydaları yok ki başkalarına faydası olsun.
Tabi ki ayete geçen “ulul el bab” bunlar kimlerdir. Ve burada kast edilen hangi akıl sahipleridir. Bunun üzerinde ayriyeten durmak lazım. Kısaca buna biraz değinmek istiyorum: Kur’an’da akıl isim olarak değil fiil olarak yani işlevsel olarak kırk küsur ve türevleriyle beraber iki yüz yerde geçer. Doğrusu biz burada aklın çeşitleri ve mertebelerinden ziyade düşünce olarak olayların sebep ve sonuçları arasında bağ kurabilen akıl üzerinde duracağız. İşte ayet bu akıl sahiplerine dikkatimizi çekiyor. Bu akıl sahipleri ilmin ve bilimin öncüleri ve düşüncenin de mimarıdırlar.
Aklın fonksiyonları konusu ehl-i fikrin uzun beyanlarına medar olmuş çok önemli konulardandır. Yukarıda ulul el bab demiştik. Bu kavramın geçtiği ayetlere baktığımızda işlevsel ve fonksiyonel olarak olayların sebep ve sonuçları arasında bağ kuran akıldan bahsedildiğini görürüz. Tabi ki bu akıl öz çekirdek olarak “lübb ve nüha” olan akıldır. Ulul el bab lübbün çoğuludur. Nüha ise, kötülükten alıkoyan akıldır. Bu aklın temyiz belirleyici ve ayrıcı özelliği vardır. İşte bu noktada şu hakikati ifade etmekte fayda vardır. Din akılla çatışmaz. Aklın kabul etmediğini dinde kabul etmez. Çünkü bu akıl temiz ve saf akıldır. Üstad hazretleri “muhakemat” adlı eserinde “fakat o akıl akıl olsa gerektir” Bu akla dikkati çekiyor. Maalesef hamaset siyaset ve ideolojilerle kirlenmiş bir akıl pak temiz olarak her türlü kirlenmişlikten arınmış bir fikir ortaya koyması çok zordur.
Al-i İmran Suresi’nin 191. ayetinde müminlerin tefekkür (düşünme) sıfatına dikkatleri çekerek fonksiyonel akla işaret etmektedir. Tefekkürü dar anlamda ele alanlar yerlerin göklerin ilmi hakikatlerine nüfus edemezler. Zaten geri kalmış toplumlarda akletmek düşünce olarak ciddi sorun olarak vardır. Adeta her şey ona düşman olarak gelişiyor. Kendi gibi düşünmeyenleri hain ilan etmek gibi. Aslında bu ilme ve insanlığa yapılmış en büyük kötülüktür. Farklı fikirleri dinlemek yerine onları yasaklamak en büyük cinayettir. Çünkü fikirlerin ve inançların katli insan katlinden farksızdır. İnsanları fikir ve inançlarından dolayı hapsetmek zalimlik ve tiranlıktır. Fikir ve düşüncelere hayat hakkı tanımamak firavunluk ve yezidliktir.