Kadir Gürcan | samanyoluhaber.com
Eğer bir kez daha İslami Uyanış'tan bahsedeceksek, İran ve İran Devrim döküntüleri bu oluşuma katkısı en az ya da hiç katkısı olmayacak ülkeler arasında gelir. Seksenli yılların sözüm ona İslami Devrimi(!) alelade üçüncü dünya devrimlerinden biri oldu. Devrim Lideri Humeyni'nin karizmatik büyüsü 1989'daki ölümü ve cenazesindeki sevimsiz olaylarla bitmişti. İslami değil, mağduriyet ve ezilmişliğin rüzgarını arkasına alan marksist bir devrim idi.
Yaşadığımız yüzyılda İslam'ın başına gelen en büyük felaketlerden birinin, İran Devrimi olduğunu söylesek abartmış olmayız. İslami Terör yaftasını önce İslam'ın sonra da dünyanın başına bela eden, işte o devrim döküntüleridir. O yıllarda, bir kaç on yıllık dikta ve zorba idarelerin baskısından bunalan Müslüman toplumların, İslam'ın tekrar dirilmesine karşı besledikleri dramatik hicran, akli çerçevenin sınırlarını hiçe sayıyordu. Herkes aklını kaybetmişti. Suudi Arabistan hariç, Ortadoğu'daki Müslüman eğilimler-idareler değil-, devrim ithali için sıraya girdi. Bugünkü ifade ile, iPhone'in son versiyonunu almak için geceden sıraya giren coşkun müşteri talebi ne ise, İran Devrimi'ni anlamaktan aciz yeni yetme Müslüman entelektüellerin budalalıkları aynı şey idi.
"İran ABD ile aralarındaki buzları eritmek için çok ciddi gayret sarf ediyor. Biden Hükümeti'nin İran ile yeni bir sayfa açma girişimi ve bunun işareti olarak ambargo ve yaptırımların kısmi olarak kaldırılacağı sinyali İran halkı için çok önemli. Geçtiğimiz hafta İran Cumhurbaşkanı Ruhani yaptırımlar konusundaki gecikmenin İran Meclisi'ne ait olduğunu bir basın açıklaması ile duyurdu.(1) Yanlış duymadınız! İran Devrimi, tarihinde ilk kez, kendi yönetim kadrosunu, devrimin sahip ve veliahtlarını -Humeyni'nin ve devrimin en büyük varisleri sayılıyorlar- önce İran Halkına sonra da “Büyük Şeytan” ABD'ye şikayet ediyor. Yani, Ruhani halk tabanından gelen ve artık önlenemeyen seküler talebin önüne İran Meclisi'ni atmaktan çekinmiyor."
Cumhurbaşkanı Ruhani'nin Devrim Molları'na karşı bu sert tepkisi ilk değil. İranlı Kumandan Süleymani'nin Suriye'de öldürülmesinden sonra ülke içindeki protestoların önü alınamamıştı. O hafta Cuma namazını Dini Lider Ali Hamaney'in yanından kılan Ruhani, selamdan sonra daha Cuma'nın sünnetlerini bile eda edemeden hışımla, kendini dışarı atmıştı. İdari kanadın aksine halk, Süleymani'nin öldürülmesinden ABD'yi değil İran Devrim Muhafızlarını sorumlu tutmuştu. Ruhani “İşlerin iyi gitmediğini!” bundan daha iyi nasıl gösterebilirdi ki? Sağ tarafı zaten felçli 82 yaşındaki Hamaney'in, Ruhani'nin son manevrasından sonra bitkisel hayata girmesi an meselesidir.
İranlı kumandanın öldürülmesinden Büyük Şeytan ABD'yi sorumlu tutan İran Devrim Liderleri, her zaman olduğu gibi, olmadık tehditleri savurmakta birbirleri ile yarışmışlardı. Bizdeki Havuz medyası, realiteleri değil, hayal ve beklentilerini haberleştirdikleri için, hadiseyi İran-ABD savaşı için yeter bir sebep olarak haberleştirmişlerdi. Öyle olmadı. Süleymani suikastından kısa bir süre sonra İranlı Nükleer Fizikçi, gün ortasında resmi aracı içinde öldürüldüğünde, benzer tehditler yinelendi ama İran merkezli ne Ortadoğu ne de dünya savaşı çıktı. Ölen öldüğü ile kaldı.
Rusya gibi, İran'ın belini büken en ağır ceza, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin uyguladığı sonu gelmez ambargolar. İran rejimi, bir türlü arkası kesilmeyen suikast haberleri ile iç siyaseti canlı tutmaya çalışırken, büyük sularda zillet üstüne zillet yaşıyor ve dünyadan haberdar gençler de işin farkında. O günlerde ABD, ambargoyu deldikleri gerekçesi ile, Venezuela açıklarında petrol taşıyan iki İran tankerine el koydu. Devrim Hükümeti'nden konu ile alakalı ciddi bir açıklama gelmedi. İran Petrol Bakanı'nın ağlamaklı bir eda ile “Petrol yüklü gemilerimiz okyanusta dolaşıyor. Alıcı bulamıyoruz!” itirafı, İstanbul-Mahmutpaşa'da belediye zabıtasına yakalanan işportacının acınası halinden daha dramatik bir tablodur.
Türkiye'de Saray ve iktidarın zihni yapısını oluşturan önce İran sonra da Afganistan ütopyaları çok erken tükendi. Halk söz konusu ülkelerde marksist devrimlerin, diktatör, zorba ve tiran ürettiğini kötü tecrübelerle öğrendi. Seksenli yılların İslami Devrim hareketleri, bir kaç on yıl içinde ufalanıp gitti.
Geçtiğimiz hafta içinde İran'da yapılan İslami Uyanış Konferansı'na, bizdeki Marksist Döküntü'nün katılması, İran Devrimi'nin asıl şifreleri açısından önemli bir gösterge idi ancak, dikkatlerden kaçtı. İran'ı ikinci evi sayan Saray'ın, Devrim Liderleri'nin moral ve motivasyona en çok ihtiyaçları olduğu bir zamanda İslami Uyanış(!)'a gösterdiği bu isteksizliğin ciddi bir sebebi olmalı!
1989'da ölen Humeyni, 1979'daki devrimden iki yıl önce öldürülen Ali Şeriati'nin hayal ve ütopyolarını da beraberinde götürmüştü. O gün bu gündür, devrim ayakta kalmak için sürekli can alıyor ve vadettiği ütopya, Ortadoğu'da teröre benzin taşıyan bir distopya haline dönüştü. İranlı gençler, ülkelerini kırk yıldır dünyadan izole eden despot devrim kalıntılarından bıkmış durumdalar. Bu rahatsızlıklarını ölümü göze alarak her yıl bir kaç kez sokaklara dökülerek gösteriyorlar.
Kader bu ya! Türkiye Çin işi, tek kullanımlık halife ve ahı-gitmiş vahı kalmış, döküntü bir marksisti aynı çukura gömme cesareti gösterebilir mi? Ne dersiniz?