tr724 yazarı Semih Ardıç, TUSKON yöneticileri ve üyeleri hakkında hazırlanan iddianamedeki hezeyanları köşesine taşıdı. İşte o yazı:
DEMEK HALK EKMEK YEMİYORLARMIŞ!
Türkiye İş adamları ve Sanayiciler Federasyonu (TUSKON) Keyfî Hükûmet Kararnamesi (KHK) ile kapatıldığı güne dek her dernek ve konfederasyon gibi devletin tensibi ile faaliyet gösteriyordu. Kurulduğu tarih olan 2005’ten siyasî bir kararla kapatıldığı Temmuz 2016’ya kadar 11 sene zarfında Anadolu insanına ticaretle iştigal etmeye teşvik etti. Sadece Türkiye ile mahdut bir ticaretle iktifa etmek yerine dünyanın farklı coğrafyaları ile irtibatta olunmasına katkı sağlayan zirveler tertip etti.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Afrika’nın ne kadar bâkir bir pazar olduğundan TUSKON sayesinde haberdar olmuştu. Hiçbir karşılık beklemeden, üyelerin aidat ve bağışları ile idame ettirilen fuar, zirve ve iş seyahatlerinin meyveleri 2010’dan itibaren toplanmaya başladı. Türkiye, TUSKON’un masaya yatırdığı her pazarda ticaret hacmini ikiye, üçe katladı. İhracat rakamlarının teferruatına inildiğinde TUSKON’un memleketin döviz açığının azaltılmasında ciddi katkıları olduğu görülecektir.
‘TUSKON’UN TIRNAĞI KADAR OLAMADINIZ’
Hatta bugün Hizmet Hareketi’ne gönül veren herkesi düzmece iddianamelerle suçluymuş gibi göstermek için hukuk devletini hâk ile yeksan eyleyen Recep Tayyip Erdoğan, bizzat kendisi TUSKON’un Genel Kurulu’nda ve diğer ticaret köprüleri esnasında tebrik ve takdirlerini ifade etmişti. Aynı Erdoğan’ın kapalı kapılar ardında Müstakil Sanayici ve İş adamları Derneği (MÜSİAD) yönetim kurulundan birkaç kişinin mevcut olduğu esnada, “İktidarda bütün desteği size veriyoruz yine de TUSKON’un tırnağı kadar iş yapamadınız.” ifadelerini kullanması TUSKON’da kameralar önünde, promterdan okuduğu cümlelerle içinden geçenlerin çok farklı olduğuna emareydi.
‘ALDANIRIZ, ASLA ALDATMAYIZ’ DİYORLARDI
Medenî her insan muhatabının beyanının esas alır. Niyet okumaz, okuyamaz! O günlerde Erdoğan’ın mabeyninde, ‘bunlara yüz vermeyin’ nevinden sözlerin konuşulduğu kulağa çalınsa da TUSKON camiasında kimse ‘Başbakan’ sıfatı taşıyan birinin, yegâne gayesi Türkiye’yi güçlü bir ekonomi haline gelmesi için gece gündüz demeden koşturan erbab-ı ticarete haset edeceğine ya da onların zarar görmesini arzulayacağına ihtimal vermiyordu. Dedikodu deyip gülüp geçiyorlardı. Hüsn ü zanna memur olduklarını söylüyorlardı. “Mümin aldanır, asla aldatmaz.” diyorlardı.
TUSKON Başkanı Rızanur Meral’in temsil ettiği müstağni duruş, tevazu ve fedakârlık, Van’daki iş adamları derneğine kadar sirayet etmişti. Hepsi birbirinden kıymetli 60 bine yakın üyenin müşterek paydası hamiyetperverlikti. Anadolu sermayesinin dünyaya açılan penceresiydi TUSKON. Esnafı, KOBİ ligine çıkaran, KOBİ’leri ihracat vizyonu ile buluşturan bir mektepti.
15 Temmuz 2016’da sahnelenen darbe tiyatrosundan sonra kapatılan nice güzide müessese gibi TUSKON’un da kapısına kilit vuruldu. Binlerce iş adamı tevkif edildi. Daha iddianameler bile hazırlanmadan içeriden sızdırılan senaryo metinlerle halkın nazarında iş adamlarının itibarları zedelendi; holdinglere, şirketlere el konuldu.
ORTAKLARIN BİRBİRİNE YAPTIĞI HAVALE, DARBENİN FİNANSMANI İMİŞ!
Mağduriyeti unutturmak için bizzat savcılıklar vasıtasıyla vehimler, zanlar ve hezeyanlar ‘suç delili’ gibi takdim edildi. Türkiye’nin en köklü sanayici aileleri, parti müftüsü Hayrettin Karaman’ın ‘savaşta hile caizdir’ fetvasına istinaden AKP Hükümeti’nin tamimine amade gazetelerde günlerce yerden yere vuruldu. Yukarıya şirin görünmek ve diyet borcunu ödemek için savcılar, iki ortak arasındaki banka havalesinden bile ‘darbeye destek vermek’ suçunu icat edecek kadar şirazeden çıktı.
Devletle, ticaret yaptığı kimselerle ve içinde bulunduğu içtimaî muhitle hep hukuk zemininde, ‘dürüst ve samimi’ bir münasebeti devam ettirmiş insanların ‘terörist’ olduğuna inandırmak için mevzuyu Hazreti Âdem’in (aleyhisselâm) çocukları Habil ile Kabil’e kadar götüren işgüzar savcıları da not etti tarih. Senarist veya artist olacakken kariyer yolu sehven adliyeye düşmüş hâkim ve savcıları tarih, Antik Yunan’da sadece fikriyatından ötürü rahatsız oldukları Sokrates’i idama mahkûm eden hâkimlerle aynı sayfalarda zikredecek…
İDDİANAME AVUKATLARDAN EVVEL HÜKÛMET MEDYASINA VERİLİYOR
Aylardır demir parmaklıkların ardında sevdiklerinden, işinden ve hürriyetinden mahrum bırakılan binlerce TUSKON üyesi hakkında elle tutular hiçbir delil bulamayan savcıların iddianameleri mahkemeler tarafından kabul edilmeye başlandı. İstanbul’daki TUSKON iddianamesinden yine avukat ve maznunlardan evvel hükûmetin sesi gazetelerden haberdar olduk.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’nun kulağa mutantan gelen unvanına bakıp da 120 sayfalık iddianamede suç ve ceza ilişkisine karine teşkil edecek bir kırıntı bulacağınızı zannetmeyin. İddia makamı, İsa Akalın ve Emre Er isimli iki muhbirin tarih, yer ve şahitlik gibi kavramlardan mahrum hezeyanlarını ‘delil’ diye dosyaya derç etmiş. Ankara’da Yenimahalle’de hazırlanan diğer matbu iddianamelerde geçtiği gibi TUSKON iddianamesinde de 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet ve 16 yıldan 25 yıl 6’şar aya kadar hapis cezası talep ediliyor. Rızanur Meral, Mustafa Günay, Ömer Faruk Kavurmacı (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı, 4 Mayıs’ta sağlık raporu ile tahliye edildi), Ahmet Tuzlu, Cahit Durmaz, Faruk Güllü, İsmail Hakkı Kısacık, Mehmet Fatih Baltacı, Murad Abdurrahman Baltacı, Murat Atakan Kayalar, Mustafa Şevki Kavurmacı, Rana Tezcan Açıkgöz, Harun Akca, Mehmet Zenginer, Salih Zeki Azak, Semih Sadır, Tolga Güven, Yüksel Nalbant ve Süleyman Düzgün gibi 83 maznunun ismi geçiyor. İsimlerin hepsine toptancı bir yaklaşımla aynı ithamlar tevcih edilmiş.
‘YURTTA SULH, CİHANDA SULH!’ SÖZÜ DARBE DELİLİ OLDU
Savcılık, maznunların 15 Temmuz’da nasıl bir rol aldığına dair deliller bulamayınca Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh!” sözünü TUSKON Başkanı Rızanur Meral’in bir konuşmada kullanmasından subliminal darbe mesajı çıkarmış. Yine Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Kürt meselesi muvacehesinde dile getirdiği, “Hayır sulhtadır ve sulhta hayır vardır!” tespiti aynı minvalde mütalaa edilmiş. Rızanur Bey’in Mart 2014’te TUSKON Genel Kurulu’ndaki açılış konuşması ile 15 Temmuz 2016 arasında illiyet kurulmaya çalışılmış. Ömer Faruk Kavurmacı’nın bavulla görülmesi de darbe hazırlığı olmuş. İş adamı bu, seyahat eder. Bavulu yanından eksik olmaz.
THY İLE SEYAHAT EDER ETMEZ, KİME NE!
Hangi hezeyandan bahsedeyim. Güya ‘Büyü yapılıyor’ diye Halk Ekmek yememeleri, Türk Hava Yolları uçaklarına binmemeleri de ‘örgüt üyeliği ve darbe teşebbüsü’ne delil sayılmış. Umumu şamil ifadelere hep ihtiyatlı yaklaşmak lazım gelirken savcılığın mal bulmuş mağribi gibi bu sözlere sarılmasının sebebi acziyet ve çaresizlik değil de nedir. Böyle bir ithamı kale alan savcının akli melekelerinin yerinde olduğu söylenebilir mi?
Bu zırvaları ‘ifade’ diye veren ‘gizli tanık’a gelince… Onlarca masum iş adamı onun ipe sapa gelmez sözleri yüzünden 8 aydır mahpus. Kendisi her gün mahalle aralarındaki büfelerden Halk Ekmek alıyor demek ki! Yahu bu nasıl bir itham! İş adamı niye Halk Ekmek alsın. TUSKON üyelerinin ismi üzerinde dar gelirlerin ekmeğini almamasından daha tabiî ne olabilir. Aç gözlülük yapmamışlar, fakir fukaranın ekmeğine göz dikmemişler. Ne var bunda! THY ile seyahat eder ya da etmez, kime ne!
PARA BENİM DEĞİL Mİ? DİLEDİĞİME VERİRİM
Bir kişinin ne yiyeceğine, hangi havayolu ile seyahat edeceğine, kimlerle cemiyet teşkil edeceğine, hangi bankada hesap açacağına, kaç talebeye burs vereceğine artık savcılar mı karar veriyor? Kendi tuttuğu takım yerine başka bir futbol takımına sponsor oldu diye o firmanın suyunu içmeyenler, çikolatasını yemeyenler, dükkanının önünden geçmeyenler var. Şimdi böyle yaşamayı tercih edenlerin hepsini örgüt üyeliğinden hapse mi atacaksınız?
TUSKON için hazırlanan 120 sayfalık dosyaya ‘iddianame’ demek için bin şahit lazım. Ehl-i vicdan herkes biliyor ki Hizmet Hareketi ile gönül bağı olanlara reva görülenleri hukukla, insaniyetle bağdaştırmak mümkün değil. TUSKON ve üyeleri her şeyin bir şeye, yani paraya irca edildiği Türkiye’de erdemli olmanın bedelini ödüyor. Tek suçları var o da yolsuzluk ve hırsızlık düzeninin parçası olmayı kabul etmemeleridir. Tıpkı devrinde Atina’nın despotlarına boyun eğmediği için ölümü göze alan Sokrates gibi…
SOKRATES’TEN KENDİSİNİ İDAMA MAHKÛM EDEN HAKİMLERE…
Bugünün mazlumları, adaleti yerle bir eden hâkim ve savcılara Sokrates’in kendisini idama mahkûm eden hâkimlere seslendiği gibi seslenecekler: “Ve şimdi, beni mahkûm eden insanlar, sizlere seve seve bir bilici gibi konuşacağım; çünkü ölmek üzereyim ve ölüm saatinde insanlara peygamberlik gücü bağışlanır. Ve katillerim olan sizlere önceden bildiriyorum ki, benim ayrılmamdan hemen sonra bana verdiğiniz cezadan çok daha ağırı hiç şüphesiz sizleri bekliyor olacaktır.
Sizi suçlayandan kaçabilmek ve hayatlarınızın bir hesabını vermemek için beni öldürdünüz. Ama sonuç beklediğiniz gibi değil, bütünüyle başka türlü çıkacaktır. Çünkü şimdikilerden daha çok suçlayıcınız olacak; şimdiye dek onları durduruyordum ve daha genç oldukları için üzerinize daha sert gelecekler ve onlara daha çok içerleyeceksiniz.
Ayrılma saati geldi ve kendi yollarımıza gidiyoruz, ben ölmeye, siz yaşamaya. Hangisinin daha iyi olduğunu yalnızca Tanrı bilir.”
Semih Ardıç/ tr724