Edirne Cezaevi’nde tutuklu olan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, ”15 Temmuz sonrası “şok doktrini” taktiğiyle sistem ve rejimi değiştirdiler” diyerek, toplum ‘felaketi anlamaya başladığını’ belirtti. Demirtaş, 15 Temmuz sonrası süreci değerlendirirken de “Kandırıldık diyenler samimi olsalardı demokrasiyi seçerdi. Artık, AKP elitinden olmayan herkes öteki. Muhalefet, AKP’nin gündemini bırakıp halkla olmalı” dedi. Demirtaş'ın Cumhuriyet Gazetesi'ne verdiği mülakattan satırbaşları şöyle:
‘ŞOK DOKTRİNİ’ UYGULAYARAK OLDU BİTTİYLE SİSTEM VE REJİM DEĞİŞİKLİĞİNE GİTTİLER
– “Seni başkan yaptırmayacağız” dediğiniz süreç Türkiye’ye yeni bir düzenin gelmesiyle sonuçlandı. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” sizce nasıl işliyor? Erdoğan başardı mı, yoksa “kâğıt üzerinde başkan ama sorunlar olduğu gibi duruyor, bu iş tutmadı” diyor musunuz?
-Mevcut ucube sisteme itirazlarımızı ilk andan itibaren ve en net şekilde belirtmiştik. Daha hiç kimse, bu sistemde Türkiye’nin başına nelerin geleceğini düşünemeden biz hepsini öngördük ve toplumu uyararak gidişatı durdurmaya çalıştık. Ancak Erdoğan’a istediği fırsatı sunan şey bizim yetersizliğimiz değildi.
Toplum bir yandan hendek ve barikat operasyonlarında yaşanan yıkımın şokunu yaşarken üstüne bir de 15 Temmuz’un ve sonrasındaki OHAL koşullarının yol açtığı şok yaşandı. Erdoğan ile Bahçeli ikilisi de yanlarına Mehmet Ağar ve Doğu Perinçek’i alarak ve toplumun bu şok halinden yararlanarak “şok doktrini” taktiğini uygulayıp bir oldubittiyle sistem ve rejim değişikliğine gittiler. Toplum, ancak çok sonraları başına gelen felaketi anlamaya başladı.
Ayrıca 4 Kasım 2016’da bizim tutuklanmamıza yönelik siyasi operasyonlar da yeni sistemin hayata geçirilebilmesi için yapıldı. Nitekim bizler tutuklanır tutuklanmaz plan hemen devreye sokuldu. Biz hapisteyken referandum, sonrasında da Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Eğer bizler dışarıda olsaydık ne referandumda evet çıkardı ne de Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanabilirdi.
‘ERDOĞAN KALICI BİR SİSTEM KURAMIYOR’
– Yoğun eleştiri almasına karşın Erdoğan hemen tüm isteklerini hayata geçiriyor, “çoklu baro” meselesinde olduğu gibi. Demokrasinin bunca hasar aldığı süreçte, sizce muhalefetin dili nasıl?
Evet, doğru. Erdoğan tek elde topladığı yasama, yürütme ve yargı yetkilerine dayanarak her türlü isteğini hayata geçirebiliyor. Ancak az önce de belirttiğim gibi kalıcı bir sistem kuramıyor. İnşa etmiyor, yaptığı her şeyle sadece yıkıyor.
Muhalefet ise AKP’nin gündemiyle fazlaca meşgul olup enerji harcıyor. Bu şekilde umutları da ziyan ediyor. Bunun yerine, bir araya gelerek doğrudan halkla birlikte açık hava forumları, açık hava grup toplantıları, mitingler ve yürüyüşler yapsalar hem yıkımın etkisini azaltabilirler hem de çözüm politikalarını halkla birlikte oluşturabilirler. İktidarın algılatmak istediğinin aksine, sokak demek şiddet demek değil. Sokak haktır ve demokrasinin olmazsa olmazıdır. Her türlü barışçıl gösteri hem anayasal hak hem de demokratik muhalefetin teminatıdır. Muhalefet halktan kopmamaya özen göstermelidir.
AKP SEÇMENİ BİLE POTANSİYEL ÖTEKİ
– Toplumsal kutuplaşma eleştirisi herkesçe dile geliyor; oysa bu karşıtlığın AKP iktidarını güçlendirdiğini de biliyoruz. Kürt siyasal hareketi bu bağlamda deneyimli “öteki”; bugün Türkiye’nin “ötekisi” kimler?
AKP elitinden olmayan herkes artık ötekidir. Hatta AKP seçmeni bile potansiyel ötekidir. Çünkü bir süre sonra artık AKP’ye oy vermeyecekler ve onlar da ötekileşecekler. Tüm ötekilerin duyguda ve itiraz noktasında birleştikleri düşüncesindeyim. Halka güveniyorum.
Biz artık Kürt sorununun önümüzdeki dönemde nihai olarak çözülmesini ve hep birlikte Türkiye’yi büyütecek projelerin etrafında kenetlenmek gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla mesele sadece seçim ittifakı değildir. Mesele, Türkiye’nin büyük barışını sağlayabilecek, Cumhuriyeti 100. yılında demokrasi ile buluşturma meselesidir. Yoksulluğu, işsizliği, açlığı da barış, demokrasi ve adalet programıyla yenebiliriz.
Bunca ideolojik karmaşanın ortasında solun ilkeleri kutupyıldızı gibi yol göstericidir. Bizi düze çıkaracak olan da demokratik sol perspektiftir. HDP dahil hiçbir parti maalesef ki tam olarak bu politikaları savunamıyor ve hayata geçiremiyor. Bu konudaki yetersizlikleri görüyorum.
KİMLİKLERİN ANAYASA TARAFINDAN İNKAR EDİLDİĞİNİ SÖYLEMEK KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ DEĞİL
– Milliyetçilik eleştirisi yaparken milliyetçi olmak ya da laikliğin örselenmesi konusunda sessiz kalmak konusunda HDP’nin zaafı olduğunu düşünüyor musunuz? Neo-liberal dilin esir aldığı siyasal ortamda sizce ideolojik olarak kim kimdir?
Anayasanın 66. maddesi aynen şöyle der: “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” Şimdi, ben milliyetçilik meselesinin Türkiye’deki tarihsel gelişimini bir yana bırakıyorum. Sadece yukarıdaki anayasa maddesine bakarak Türkiye’de Kürt halkı başta olmak üzere diğer bütün kimliklerin bizzat anayasa tarafından inkâr edildiğini söylemek Kürt milliyetçiliği yapmak değildir.
Denilecek ki Türklük üst kimliktir, bu tartışmaya da çok fazla girmek istemiyorum. Ancak Türklük, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanlar için bir üst kimlikse nasıl oluyor da Bulgaristan’daki Türkler soydaşımız oluyorken İran’daki Kürtler soydaşımız olmuyor? Azerbaycan ile neden tek millet iki devlet olabiliyoruz da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle olamıyoruz?
Anayasanın 42. maddesinde neden “Türkçeden başka hiçbir dil anadili olarak okutulamaz ve öğretilemez” deniliyor?
Bugün HDP’de 15 farklı kimlikten, inançtan ve ideolojiden gelen milletvekilleri bulunmakta. Bu açıdan, parlamentonun milliyetçi olmayan partileri HDP ile TİP’tir. Geri kalanların hepsi Türk milliyetçiliğinin farklı versiyonlarını savunan partilerdir. O nedenle HDP’ye haksızlık etmemek gerekir.
Bize Kürt milliyetçisi denildiğinde kendimi George Floyd gibi hissediyorum. ABD’deki siyahlar eşitlik istedikleri için ne kadar milliyetçiyse Türkiye’deki Kürtler de o kadar milliyetçidir işte. Ve lütfen kimse, Floyd’un boynuna diziyle basan polisin hizasından bakmasın konuya. Bir defacık olsun eğilip asfalta yatırılmış Floyd’un hizasından ve gözleriyle bakmaya çalışsın. O zaman bizi daha iyi anlayacaklardır.
Son olarak, yeniden sorunuza dönersem kuramsal açıdan şu doğrudur: Milliyetçiliğe karşı milliyetçilikle mücadele edilmez. Sağcılığa karşı sağcılıkla, gericiliğe karşı gericilikle mücadele edilemez; bunlar doğrudur, katılıyorum.