Faruk Mercan | samanyoluhaber.com
Ders Halkasından Bir Demet Ölçü
Bu yazıda, Fethullah Gülen Hocaefendi’ye geçen hafta ve bu hafta yaptığım ziyaretlerin bazı notlarını paylaşacağım.
Daha önceki bir yazıda ifade ettiğim gibi, “ders halkası” kavramını geniş manada ele alıyorum ve Hocaefendi’inin bu mekanda yaptığı sohbetleri, sorulara verdiği cevapları bu çerçeveye dahil ediyorum.
Hapishanedeki bir arkadaşımız, geçen sene vefat eden Hizmet dairesi içindeki kıymetli bir insanla alakalı çok güzel bir rüya görmüş, bu rüya anlatılınca Hocaefendi şu mukabelede bulundu:
“Onun hakkındaki hüsn-ü zannımızı yenilemiş olduk…”
Vefat eden insanları yad ederken, medh-ü sena ederken, “Allah’a karşı saygılı olma” çizgisini korumanın ehemmiyetine işaret ediyor Hocaefendi… “İyi bilirdik, hayırlı bir insandı” deyip şehadetimizi yapmak, ama çok sevdiğimiz insanları yad edelim derken, aşırı medh-ü sena ve övgülere girmeme, ölçülü olma, haddi aşıp “Allah’a karşı kimseyi tezkiye etmeme”, bu hususta Peygamberi ölçüye riayet etme… Yani hüküm vermeme..
Merhum Mehmet Ali Şengül Ağabey'in Hocaefendi nezdindeki kıymetini biliyoruz. Dikkat ettim, Hocaefendi onunla alakalı konuşurken de bu ince çizgiye dikkat ediyor ve onun hasletlerini nazara veriyor:
“Bazı yönleri itibariyle, iddiasızlığı itibariyle çok faikiyetleri olan bir arkadaştı... İhlas, samimiyet ve vefa, farkında olmadan insanı zirveleştirir.”
Demek ki asıl mesele, vefat eden insanların hasletleri üzerinde durma, hüsn-ü şehadette bulunurken de Allah’a karşı saygıyı her zaman muhafaza etme ve ifrata girmeme…
Bir ülkede büyük bir gazetede Hizmet Hareketi ile alakalı bir yazı dizisi yayınlandığı söylenince Hocaefendi şu karşılığı verdi:
“Bizim elimizde değil, Allah istihdam ediyor. Liyakatımız yok bizim. O’nun intihabı cana minnet. O’na binlerce defa şükrediyoruz… Ben Hizmet’in olduğu hiçbir yere gitmedim. Benim ne hakkım var ki o işin içinde görüneyim? Üniversitelerden sadece Fatih Üniversitesi'nin açılışına gittim. O da Süleyman Bey (Demirel) geldiği için... Süleyman bey benim elimden tuttu, biz arkadaşız dedi…”
Alvar İmamı’nın, “Ne ilmim var, ne amalim” beyitini okuyan Hocaefendi, şöyle devam etti:
“Alvar İmamı kutup bir insandı, ama duygu ve düşüncesi bu... Ne ilmi varmış, ne ameli çokmuş, ne olacakmış hali… Sık sık söylediği bir sözü vardı, Allah bizi insan eyleye, vurgulu söylerdi. Yine bir sözü vardı, herkes yahşi ben yaman, herkes buğday ben saman…”
Meseleleri “hazmetme” ve “hasede girmeme” üzerinde duran Hocaefendi’nin bu konudaki sözleri:
“Hazmetme…. Aynı meslek ve aynı işi yapıyor, fakat sindirebiliyor sizi… Hazmetme, sindirme, haset etmeme çok önemli…
Hadis ricali okuyoruz, gıybet, haset, çekememezlik yok. Takdir var, çok iyi bir hazım var…”
Bu sırada bir talebesi, Sızıntı dergisi yayınlanmadan önce, 1978’de, “Zuhur” bülteninde yayınlanmış Hocaefendi’nin “Dünden Bugüne” yazısını hatırlattı ve yazıdaki şu ifadeleri okudu:
“Hizmet bizde başlasın, bizde bitsin düşüncesinde, şeytanın desisesi olma ihtimâli vardır. Hakperestlik, Hakk'ın hatırının âlî tutulmasını iktiza eder. O noktada Hakk'a hizmet eden her el öpülür. Her düşünce saygı ile karşılanır. Öbür âlemde Hakk'ın inâyet ve ihsanı, bizim hendesemize göre cereyan etmeyecektir... Öyle ise, ey ebet yolunun yolcuları! Nâmütenahi bir zaman içinde beraber olacağınız kimselere karşı, davranışlarınızı ayarlarken, dünya ile biten kin ve nefretlere, hodgâmlık ve hasetlere göre değil; buradan intikâlle başlayan ebedî âleme göre ayarlayınız! Ayarlayınız da, şu dirilişimizi yozlaştırmayınız!.. Öyle ise gelin gören, bilen ve Nigehbân olanın huzurunda ahdu peymanda bulunalım! Millet ve mâzî düşmanlığı ölsün, bizler, o mezarın başında ister imam olalım, ister mezarcı... Bu kasvetli bulutlar gitsin, bir güneş doğsun, ister sultan olalım, ister dilenci!..”
Bu okuma bitince Hocaefendi’nin ifadesi:
“Cenab-ı Hak, dediklerimiz gibi etsin...”
“Müspet hareketi” her şart altında sürdürmek gerektiğine dair muazzam bir ölçü daha:
“Biz hep iyilik düşünmeliyiz… Bizim ahlak-i haseneyi (güzel ahlakı) korumamız lazım. Onların yaptıkları şirretliklere aynıyla mukabele etmek hizmetimizin gerektirdiği nezaketle uyuşmaz. El alem, bizim karakterimize göre hareket etmemizi istiyor. Elimizde değil, bazen hissiyatımıza yenik düşüyoruz…”
Hocaefendi’ye şu soruyu sordum:
“Hizmet’te üç nesil sizi idrak etti: Hizmet’in ilk hallkasındakiler, 1980’lerde üniversitede sizi tanıyan bizim neslimiz ve bizden sonra gelen kuşak… Sosyolojide nesiller arası farktan bahsedilir. Hizmet hareketi ile bunu nasıl telif edebiliriz?”
Cevabı şöyle:
“Temel disiplinlere bağlı olmak kaydıyla, her zaman farklı içtihatlar olabilir. Yeni yorumlar olabilir, farklı yorumlar olabilir…”
“Risaleler ana kaynak” diyen Hocaefendi, ama teferruatta farklılıklar, metodlarda değişiklikler ve yeni açılımlar olabileceğini ifade etti.
Bizim neslimiz Hocaefendi’yi 1980’li yılların sonunda yeniden başladığı vaazlarla tanıdı. O vaazlar bir manada bizim kuşağımıza bir armağan gibiydi. Türkiye’nin sallantıda olduğu bir dönemde fırtınaya yakalanmış ve istikamet arayan üniversite gençliğine yön veren bir deniz feneri gibi…
Hocaefendi’ye şu soruyu sordum:
“Siyer felsefesi (Peygamber Efendimiz’in hayatı ve o dönemin kamil manada anlaşılması gayreti), üzerinde çok durduğunuz mevzulardan biri. Zaman ve zemin müsait olsaydı, “Sonsuz Nur” vaazlarını biraz daha sürdürür müydünüz?”
Hocaefendi, Türkiye’de geçmişte yaşanan olumsuz şartlara işaret ederek, Sonsuz Nur vaazları devam edebilseydi, “Meseleler başka zaviylerden ele alınırdı. Bu meselenin bir de bu yanı var denilirdi…” dedi.
O dönemin varidatı olan “Sonsuz Nur”, 50’den fazla dile çevrildi, Bütün dünyada yüzbinlerce adet okundu.
“Türk insanında kitap okuma duygusu geliştirilmedi” diyen Hocaefendi’ye şu soruyu sordum:
“Bir defasında en az Japonlar kadar kitap okumalı demiştiniz. Bu sözünüz, Hizmet dairesindeki arkadaşlar için de geçerli mi?”
Cevabı şöyle oldu:
“Her zaman öyle, fakat seçici olmak lazım, Doğru ve objektif… Kafa karıştırıcı şeyler de yapıyorlar. Elhamdulillah içimizde bu işleri yapacak arkadaşlar çıktı.”
Bir İslam ülkesinden gelen bir ziyaretçi Hocaefendi’ye, Arapça ve Farsça yazılmış dört eser takdim etti. Bunlarda bir Mevlana Halid Bağdadi’nin “Mektubat” isimli eseriydi. Yeni yayınlanmış bir eser…
Hocaefendi, “İmam Rabbani’nin Mektubat’ını okuduk. Bunu da okuyalım. Üstad Hazretleri de ona farklı değer veriyor. İmam Rabbani’ye değer veriyor.” diyerek bu eseri ders halkasında müzakere edeceklerini ifade etti.
Yeni gelmiş bir esere Hocaefendi’nin bu ilgisi, zannediyorum, bizlere de her zaman yeni şeylere açık olma manasına çok şey ifade ediyor.
Ve Mehmet Akif Ersoy ve “Safahat” ile alakalı bir değerlendirme:
“Akif; Ahmet Naim, Allame Hamdi Yazır gibi bir alim değil, kendisi söylüyor, mesleği baytar. Ama Safahat zannediyorum, bir insana Müslümanlık adına rehberlik edecek mahiyettedir. Milletimize bir mürşit kadar hizmet etti Akif, çok samimidir…”
Ve Hocaefendi’nin ağzından vurgulu bir şekilde dökülen şu kelimeler:
“İstikametten ayrılmamak lazım… İstikamet…”
Bu ölçüler, kötülük düşüncesine kilitlenmiş insanların taarruzuna maruz kaldığımız şu günlerde ifade ediliyor.
Hocaefendi şu cümleyi üzüntüyle ifade etti:
“Bize takıldılar; Hizmet'e, harekete kötülük yaptılar.”
Ne kadar çok manalar yüklü bir cümle…
Belki bu cümleyi şöyle de anlayabiliriz:
İnsanların bize takılmalarına ne kadar çok mani olursak, hizmete kötülük yapmalarını o kadar azaltmış oluruz…