Dershanelerin sebep değil bir sonuç olduğunu anlatan Çelik o dönem yaşadıklarını kendi internet sitesinde kaleme aldığı bir yazı ile açıkladı: İşte o yazı:
Milli Eğitim Bakanlığım esnasında konuya daha yakından ve milimetrik vakıf olma imkanı buldum. Ortaya çıkan tablo şuydu: Dershaneler bir sebep değil, bir sonuçtu. Bu sonucu ortaya çıkaran sebepler var oldukça bu sonuç hep ortaya çıkacaktı. Tüm deshaneleri bir anda kapatsanız bile, ihtiyaç devam ettiğinden, bu faaliyet tıpkı bugün olduğu gibi illegal olarak, kontrolsüz ve daha kötü şartlarda yapılmaya devam edilecekti.
2012 yılında, dershanelerin kapatılması konusu hem bakanlar kurulunun hem de AK Parti MYK’sının gündemine geldi. Hem Bakanlar Kurulu’nda hem de MYK’da benim de dahil olduğum birçok arkadaşımız, dershanelerin kanun zoruyla kapatılmasının teşebbüs hürriyetine aykırı olduğunu, böyle bir kanun çıkarılsa bile bunun Anayasa Mahkemesi’nden döneceğini net bir şekilde ortaya koydular. Bunun üzerine bir MYK toplantısında o günkü Genel Başkanımız Sayın Erdoğan, Sayın Mehmet Ali Şahin’in başkanlığında bir komisyon kurulması ve konuyu enine boyuna inceleyerek sonucu MYK’nın önüne getirmesi talimatını verdi.
10 kişilik komisyonda daha sonra çoğu bakan olan AK Parti’de önemli görevler üstlenmiş arkadaşlar vardı. Uzun bir çalışmanın sonunda hazırladığımız raporu Başbakanlık resmi konutunda, Sayın Başbakan (Recep Tayyip Erdoğan)’ın ve Sayın Milli Eğitim Bakanı (Nabi Avcı)’nın da bulunduğu bir oturumda ele aldık. Raporun özü, dershanelerin def’aten kapatılmasının doğru olmayacağı, böyle bir şey olduğu zaman merdiven altı dershaneciliğinin hortlayacağı, illegal ve kontrolsüz olacak bu faaliyetlerin çok daha büyük mahzurlar doğuracağı idi. Orta ve kısa vadede dershaneleri gerekli kılan sebepleri ortadan kaldırdıktan sonra bu meselenin ele alınması gerektiği raporda prensip olarak benimseniyordu.
Sayın Başbakan, benim ileri sürdüğüm argümanlara karşı, “Hüseyin Bey, söyler misin Ağrılı Hatice Teyze karşıma dikilip ‘ben çocuğumu dershaneye göndermek için ineğimi sattım, bizi bu zulumden kurtarın dedi’ buna ne diyorsunuz?” deyince ben, “Sayın Başbakanım, öyle anlaşılıyor ki, siz dershaneleri kapatmaya karar vermişsiniz. Tamam kapatın, Hatice Teyze de ineğini satmasın ve çocuğunu da dershaneye göndermesin. Ancak şundan emin olun ki Hatice Teyze’nin çocuğu da üniversiteyi kazanamayacak ve o ineği otlatmaya gidecek.” deyip şunları da ilave ettim. “Sayın Başbakanım, Hatice Teyze ev kirasını da rahat ödeyemiyor, bunun için konut arzını mı yasaklayacağız? Hatice Teyze, istediği gibi üstbaş da alamıyor. Bunun için tekstil arzını mı yasaklayacağız? Hatice Teyze istediği gibi gıda maddeleri de alamıyor. Bunun için gıda arzını mı yasaklayacağız? Parası olanlar % 200 fark ödeyerek özel sağlık kurumlarından daha kaliteli sağlık hizmeti alabilirler, hükmünü getiren kanunu çıkaran bizim iktidarımız değil mi? Sağlık söz konusu olduğunda buna niçin imkan ve fırsat veriyoruz da, söz konusu eğitim olduğunda niçin yasakçılıkla konuyu çözmeye çalışıyoruz?”
Zikredilen toplantıda kesin bir karara varılmadan, konu üzerinde biraz daha çalışılacağı beyanıyla dağıldık. Kısa bir süre sonra öğrendik ki, dershanelerin kapatılması ile ilgili kanun Meclis’e sevkedilmiş. Kanun TBMM’den geçti ama yürürlük tarihi 14.03.2014 olarak belirlendi. Buna göre, dershaneler isterlerse 01.09.2015 tarihine kadar özel okula dönüşebileceklerdi.
Milli Eğitim Bakanlığım esnasında konuya daha yakından ve milimetrik vakıf olma imkanı buldum. Ortaya çıkan tablo şuydu: Dershaneler bir sebep değil, bir sonuçtu. Bu sonucu ortaya çıkaran sebepler var oldukça bu sonuç hep ortaya çıkacaktı. Tüm deshaneleri bir anda kapatsanız bile, ihtiyaç devam ettiğinden, bu faaliyet tıpkı bugün olduğu gibi illegal olarak, kontrolsüz ve daha kötü şartlarda yapılmaya devam edilecekti.
2012 yılında, dershanelerin kapatılması konusu hem bakanlar kurulunun hem de AK Parti MYK’sının gündemine geldi. Hem Bakanlar Kurulu’nda hem de MYK’da benim de dahil olduğum birçok arkadaşımız, dershanelerin kanun zoruyla kapatılmasının teşebbüs hürriyetine aykırı olduğunu, böyle bir kanun çıkarılsa bile bunun Anayasa Mahkemesi’nden döneceğini net bir şekilde ortaya koydular. Bunun üzerine bir MYK toplantısında o günkü Genel Başkanımız Sayın Erdoğan, Sayın Mehmet Ali Şahin’in başkanlığında bir komisyon kurulması ve konuyu enine boyuna inceleyerek sonucu MYK’nın önüne getirmesi talimatını verdi.
10 kişilik komisyonda daha sonra çoğu bakan olan AK Parti’de önemli görevler üstlenmiş arkadaşlar vardı. Uzun bir çalışmanın sonunda hazırladığımız raporu Başbakanlık resmi konutunda, Sayın Başbakan (Recep Tayyip Erdoğan)’ın ve Sayın Milli Eğitim Bakanı (Nabi Avcı)’nın da bulunduğu bir oturumda ele aldık. Raporun özü, dershanelerin def’aten kapatılmasının doğru olmayacağı, böyle bir şey olduğu zaman merdiven altı dershaneciliğinin hortlayacağı, illegal ve kontrolsüz olacak bu faaliyetlerin çok daha büyük mahzurlar doğuracağı idi. Orta ve kısa vadede dershaneleri gerekli kılan sebepleri ortadan kaldırdıktan sonra bu meselenin ele alınması gerektiği raporda prensip olarak benimseniyordu.
Sayın Başbakan, benim ileri sürdüğüm argümanlara karşı, “Hüseyin Bey, söyler misin Ağrılı Hatice Teyze karşıma dikilip ‘ben çocuğumu dershaneye göndermek için ineğimi sattım, bizi bu zulumden kurtarın dedi’ buna ne diyorsunuz?” deyince ben, “Sayın Başbakanım, öyle anlaşılıyor ki, siz dershaneleri kapatmaya karar vermişsiniz. Tamam kapatın, Hatice Teyze de ineğini satmasın ve çocuğunu da dershaneye göndermesin. Ancak şundan emin olun ki Hatice Teyze’nin çocuğu da üniversiteyi kazanamayacak ve o ineği otlatmaya gidecek.” deyip şunları da ilave ettim. “Sayın Başbakanım, Hatice Teyze ev kirasını da rahat ödeyemiyor, bunun için konut arzını mı yasaklayacağız? Hatice Teyze, istediği gibi üstbaş da alamıyor. Bunun için tekstil arzını mı yasaklayacağız? Hatice Teyze istediği gibi gıda maddeleri de alamıyor. Bunun için gıda arzını mı yasaklayacağız? Parası olanlar % 200 fark ödeyerek özel sağlık kurumlarından daha kaliteli sağlık hizmeti alabilirler, hükmünü getiren kanunu çıkaran bizim iktidarımız değil mi? Sağlık söz konusu olduğunda buna niçin imkan ve fırsat veriyoruz da, söz konusu eğitim olduğunda niçin yasakçılıkla konuyu çözmeye çalışıyoruz?”
Zikredilen toplantıda kesin bir karara varılmadan, konu üzerinde biraz daha çalışılacağı beyanıyla dağıldık. Kısa bir süre sonra öğrendik ki, dershanelerin kapatılması ile ilgili kanun Meclis’e sevkedilmiş. Kanun TBMM’den geçti ama yürürlük tarihi 14.03.2014 olarak belirlendi. Buna göre, dershaneler isterlerse 01.09.2015 tarihine kadar özel okula dönüşebileceklerdi.
Dershane konusunu sağlıklı tartışabilmek için, bu kurumları ortaya çıkaran sebepleri iyi bilmek lazım. Nedir bunlar?
1 – Üniversite kontenjanlarının sınırlı olması ve bu sınırlı sayıdaki kontenjanlara olan talebin fazla olması. Yani aşırı rekabetin mevcudiyeti.
2 – Birçok yeni üniversitenin açılması ve kontenjanların çok büyük oranda arttırılmış olması da ne yazık ki bu rekabeti ortadan kaldırmadı.
3 – Üniversite sayısı çok ama adaylara gelecek sunacak ve rahatlıkla iş bulmalarını sağlayacak üniversite ve bölüm sayısı çok fazla değildir.
4 – Liselerimiz arasında, bölgelerimiz,illerimiz hatta semtlerimizin sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel gelişmişliğine bağlı olarak kalite ve imkan farkı bir hayli fazladır. Zengin muhitlerdeki okullara daha fazla veli desteği sağlanabiliyor. Bütün okulların seviyesi devlet tarafından eşitlense bile, ki dünyanın hiç bir yerinde bu sağlanabilmiş değildir, her öğrencinin öğrenme kapasitesi ve hızı aynı değildir. Bir öğrenci sadece sınıfta hocayı dinleyerek başarılı olabilirken, diğerinin ekstra ders çalışması gerekebilir , bir diğeri takviye almadan başarılı olmayabilir.
5 – İyi bir üniversite ve dolayısıyla iyi bir gelecek için yol, daha donanımlı ve kaliteli bir liseden geçiyorsa öğrenciler, bu sefer iyi bir liseye girme rekabetine giriyorlar. Bu da ortaokuldaki öğrencilerin iyi liselere girişini kolaylaştıran dershaneleri ortaya çıkarıyor.
6 – Ortaöğretim kurumlarına ve üniversitelere giriş sınavları var olduğu sürece, adı, şekli, mevzuatı öyle veya böyle de olsa takviye kursları varlığını sürdürecektir. Siz buna ister dershane deyin, ister kurs deyin, ister etüt merkezi deyin, ne derseniz deyin aynı kapıya çıkar. Varın hiç bir şey demeyin evler, ofisler kayıtdışı dershane olur. Zenginler çocuklarına özel hoca tutar, olan yine fakir fukaranın çocuklarına olur.
Bugün için Üniversite sınavlarını kaldırmak mümkün değil,ayrıca doğru da değil. Ortaöğretim Kurumlarına Giriş sınavları’nın kaldırılacağı vaadinden nasıl 12 sınav çıktığının hikayesini geçen hafta zaten yazmıştım.
Peki, bugün durum nedir? Milli Eğitim Eski bakanımız Sayın Avcı’dan öğreniyoruz ki, 1636 dershane özel liseye veya ortaokula dönüşmüş durumda. Tabii ki büyük çoğunluk liseye dönüşmüştür. Bu liselerin adı ise Temel Lise’dir. Yani Galatasaray, Kabataş, İstanbul Erkek vb. liseler Temel Lise olma şerefine eremezken, yani bu mantığa göre temelsiz lise iken, Kızılay’da bir iş hanının bir katında veya dairesinde faaliyet gösteren, labaratuvarı, kütüphanesi, spor alanları, bahçesi hatta teneffüs alanları bile bulunmayan,öğrencilerin yangın merdivenlerinde hava aldığı, dershaneden dönüşen lise,Temel Lise oluyor!
Dershane, günün belli saatlerinde öğrencilerin sadece öğrenim gördüğü mekanlardır. Okullar ise akademik öğrenimle birlikte öğrencilerin hayata hazırlandığı yani sosyal, kültürel ve sportif alanlarda eğitimden geçtikleri mekanlardır. Uzun sözün kısası, çalışan ve zamanında treni kaçıranlar için açılan akşam liseleri bile, bu eğitim anlamında her türlü temelden mahrum sözümona Temel Liselerin yanında şah padişahtı. Yanlış anlaşılmasın Temel Liselerin sahiplerine ve çalışanlarına bir şey demiyorum. Onları bu hülleciliğe mecbur bırakan biziz.
Efendim neymiş, bunlar da 2018-2019 öğretim yılına kadar geçiciymiş. En azından bir nesli, bizim deneme yanılma yoluyla heba etmeye hakkımız var mı?
Hani, okula dönüşecek dershanelere başta arsa olmak üzere devlet ciddi destekler verecekti? Bir yetkili çıkıp da lütfen okula dönüşen hangi dershaneye ne devlet desteği verildiğini açıklasın. Bizim kendi insanımızı, üstelik kanun yoluyla kandırmaya ne hakkımız var?
İşin özeti şudur: Nasıl ki 28 Şubatçılar, İmam Hatip Okullarına zarar vermek için tüm meslek liselerini perişan ettilerse, bu dönüşümde de belli bir grubun dershanelerini yok etmek için tüm dershanelere ve özel öğretim sistemine ve tabii ki buralarda okuyan öğrencilere, çalışanlara ve velilere çok büyük maddi ve manevi zararlar verilmiştir.
Yeni Bakanımız Sayın İsmet Yılmaz, Türkiye’nin belli başlı şöhretli liselerinde, normalde kaç son sınıfın bulunduğunu, bu yıl kaçında öğrenci bulunduğunu lütfen araştırsın. Son sınıf öğrencileri, çoğunlukla bu kerli ferli liseleri bırakarak temel liselere geçtiler. Çünkü, isimleri Lise olsa da buralarda büyük çapta dershanecilik yapılıyor. Bir de lütfen temel liselerin ara sınıflarına değil de niçin son sınıflarına rağbet olduğuna bakalım.
Kapanan bir takım dershanelerin boşluğunu, birkaç öğretmenin çeşitli isimler altında, kayıtdışı olarak oluşturdukları mekanlar şimdiden doldurmuş durumda. Bu yerlerin müşterileri ise “senin takviyeye ihtiyacın var, şuraya gel, bir bakalım” telkinleri ile temin ediliyor. Tıpkı bir zamanlar, bazı doktorların devlet hastahanelerini kendi özel muayenehanelerine müşteri ayarlama büroları olarak kullandıkları gibi…
Eğitim alanı, duygusallığın, toptancılığın, kurunun yanında yaşı yakma anlayışının, ‘hele bir yapalım bakalım nasıl olacak’ denen deneme yanılmacılığın asla yaklaştırılmaması gereken bir alandır.
İki hafta önceki yazımda sıraladığım 10 engelden dolayı biz bakanlığımız döneminde çok istediğimiz halde bazı yapısal reformları yapamadık. Ne var ki, bugün ortak akılla, peşin hükümlerden arınmış olarak ideolojik değil, pedagojik bir yaklaşımla eğitimdeki tüm çarpıklık ve arızalar giderilebilir. Aksi takdirde hep birlikte SOS veren eğitimin ne tür sıkıntılara sebebiyet vereceğini seyretmek durumunda kalırız. Tabii ki, mevcut durumun olumsuz sonuçlarına ve bundan doğacak vebale katlanarak…