Dilek olmadan geçirdiği ilk anneler gününü "Onsuz hiçbir şey ifade etmiyor" sözleriyle tanımlayan Anne Doğan, yaşadığı duyguları şu sözlerle ortaya koydu:
"Bir kız büyütmüşsün, 24 yaşına gelmiş. Dünyalar güzeli… Saçının teline kıyamıyoruz. Biri geliyor, gözlerimizin önünde öldürüyor. Yetmiyor, ardından 'terörist' diyorlar. Zaman hangisini unutturabilir ki bana?"
Yeni Hayat gazetesinden Reyhan Gül'ün sorularını yanıtlayan (8 Mayıs 2016) Aysel Doğan'ın açıklamaları şöyle:
‘Dileksiz’ geçen ilk anneler gününüz ne ifade ediyor sizin için?
Hiçbir şey. Bir kızım vardı. Onu da aldılar benden. Allah hiçbir anneye böyle bir acı yaşatmasın. Bir kız büyütmüşsün, 24 yaşına gelmiş. Dünyalar güzeli… Saçının teline kıyamıyoruz. Biri geliyor, gözlerimizin önünde öldürüyor. Yetmiyor, ardından “terörist” diyorlar. Zaman hangisini unutturabilir ki bana?
Son anneler gününde ne almıştı size?
Ben anneler günü nedir bilmezdim ama Dilek hiç unutmazdı. En son kupa gibi bir şey almıştı bana. “Ben bunu kabul etmem, küçük bir şey bu!” diye dalga geçmiştim.
Alışması çok zor olmalı…
Yavrumu toprağa gömdüm ama hâlâ inanamıyorum. Abilerinin yanında Dilek hakkında asla konuşmuyorum. Konusu açıldı mı herkes kendini öldürmek istiyor. Babası “Nasıl vurdurdum çocuğumu. Niye kendimi önüne atmadım!” diye kendini suçluyor. Bilemedik ki bu sefer öldürecekler…
Peki nasıl geçiyordu kızınızla günleriniz, evde nasıldı Dilek?
Cıvıl cıvıldı. Canı sıkkın olduğunda üzülmeyeyim diye hiçbir şey anlatmazdı bana. İkimiz de çalışıyorduk. Ben çocuk bakıyordum, Dilek de Nişantaşı’nda bir mağazada… Süslenmeyi çok seviyordu.
4 yaşındaydı Maraş’tan İstanbul’a geldiğimizde. Yokluk, sefalet içinde büyüttüm onu. Sıvasız, iki göz bir gecekondu yaptık kendimize.
Neden geldiniz İstanbul’a?
Büyük ağabeyi ortaokula başlayacaktı, köyde ortaokul yoktu. Onu İstanbul’a teyzesinin yanına gönderdik mecburen. Baktık böyle ayrı olmayacak, biz de geldik. İstanbul’a geldiğimizin ikinci yılında babasına iftira attılar, cezaevine girdi.
Ne iftirası?
Sabancı suikastının olduğu dönem burada otobüs yakmışlardı. Birileri kendini kurtarmak için eşimin ismini vermiş. 1 yıl yattı, sonra serbest kaldı. Ardından davası devam ediyor diye tekrar aldılar içeri. Yeğeniyle birlikte 5 yıl yattılar. Yeğeni içerde kafayı yedi. Aradan yıllar geçti. Gerçekler anlaşıldı. Devlet “hata etmişiz, suçsuzmuşsunuz” dedi. Her birine on bin lira tazminat ödedi. Ama hâlâ anlatamadık devlete suçsuz olduğumuzu. “Biz bir şey yapmıyoruz. Devrim yapmıyoruz. Burada sadece çocuklarımızı büyütüyoruz!” dedik inandıramadık.
Fakirlik mutsuz ediyor muydu Dilek’i?
Hayır, çok gururlu bir çocuktu. Aç aç okula gider. 1 lira bile almazdı benden. Hiç üzmezdi beni. Çok yardımcı olurdu bana. Babasını cezaevine ziyarete giderdim. Bir gelirdim ki, o küçücük haliyele tabureye çıkıp yemek yapmış, bulaşıkları yıkamış. Evi toplamış. Çocukken büyüdü Dilek. Yaramazlık yapmaya fırsatı olmadı hiç.
Oturduğunuz semtte yıllar içinde onlarca insan öldü/öldürüldü. Hiç aklınıza gelir miydi bunlardan biri de kızınız olacaktı?
Oğlanlar için belki ama kızım hiç aklıma gelmezdi.
Nasıl bir anneydiniz peki?
Çok severdim kızımı, üstüne titrerdim ama hiç taviz vermezdim. 5 dakika geç kalsa deliye dönerdim. Hırsızı, uğursuzu var. Bir de sokak ortasında adam öldüren polisimiz vardı. Nasıl korkmayayım?
Kavga eder miydiniz ya da tartışma..
Arada iş yüzünden tartıştığımız olurdu. Ama son zamanlarında bir şey olmuştu sanki Dilek’e. Yerinden hiç kalkmıyordu, iş yapmıyordu. Normalde, kızardım ama sorunları vardır diye hiç üstüne gitmedim. Bir gün “Bu halin hoşuma gitmiyor, emanet gibi duruyorsun kızım.” dedim. Gözümün içine baktı, güldü. “Ne çok korkuyorsunuz gitmemden.” dedi. Korkmakta haklıymışız.
Neden peki?
İçime ateş düşmüştü sanki. Her an kötü bir şey olacakmış gibi geliyordu bana. En son doktora gittim. Hatta öldürüldüğü gün psikoloji ilacı içmiştim. Onu içmeseydim belki daha uyanık olabilir, kızımı daha iyi koruyabilirdim.
Hayallerinden bahseder miydi size?
Babası gibi suçsuz insanların hakkını savunmak için küçükken sorulduğunda hep, “Avukat olucağım.” derdi. Aslına bakarsanız öyle büyük hayalleri yoktu. Kızımın tek hayali bizden uzak düşmemekti. “Bir gün evlenirsem sizden nasıl ayrılacağım, dayanamam.” derdi.
En çok neyi özlediniz?
İşten geldiğinde onu kapıda karşılamayı özledim. Çantasını bir kenara atar, direkt mutfağa koşar, yemekleri kontrol ederdi. Yeşilliğe bayılırdı. Her salatalık doğrağımda, gelip tırtıklardı. Şimdi elime alamıyorum, içim sızlıyor.
Kızım abisi evlenmeden önce Akmerkez’de bir mağazada çalışıyordu. Bir gün Bergüzar Korel ile karşılaşmış. Yanına gitmiş, tanışmış. “Hayranınızım, ne kadar güzelsiniz.” demiş. O da “Sen daha güzelsin, baksana Arap kızları gibisin, yoksa Arap mısın? diye sormuş. Gülüşmüşler. “Anne gerçekten ben onun kadar güzel miyim?” diye bana sormuştu.
"Abileri evi yakmak istedi…"
Dilek gözlerinizin önünde öldürüldü. Hâlâ aynı evde yaşamak zor gelmiyor mu size?
Çok zor geldi. Köye gittik, gelmek istemedik. Maraş’tan döndüğümüzde ev çığlıklarımızla inledi. Abileri evi yakmak istediler. Taşınalım dedik ama yapamadık. Mecbur olmadıkça yattığı odaya hiç girmiyorum. Odasına girmesem n’olacak? Banyonun kapısının önünde vurdular kızımı. Kapıda, banyo duvarında kurşun izleri duruyor hâlâ. Dilek’in vücudundaki kurşunu kalbimde taşıyorum."
Polis görünce ne hissediyorsunuz artık?
Televizyonda bile görsem elim ayağım titriyor, çok kötü oluyorum.
“Anne gidelim, kurtulalım bu evden”
Yıllardır evimiz basılır. Dilek daha çoçukken polisler evi basıp, babasını alıp götürmüşlerdi. Bu yüzden Dilek polisleri hiç sevmezdi. Çocukken hiç korkmazdı polisten ama biraz daha büyüyünce ürkmeye başlamıştı. “Anne gidelim, taşınalım bu evden, keşke biraz gücümüz olsa da kurtulsak buradan. O kadar devrimci öldü, insan öldü onların kanı üzerinde oturuyoruz!” derdi.
"O eylemi tasvip etmiyorum"
Dilek’in ardından eylemler yapıldı. Bayrampaşa Çevik Kuvvet’in önünde kızlar öldü. Hatta o kızlardan biri cenazeye bile gelmişti. Bu olaya çok üzüldüm. Kızımın isminin böyle bir eylemle geçmesini hiç istemezdim. Duyduğumda Dilek’in ölümünden daha çok üzüldüm. Dilek böyle bir olayda ölse çok kızardım, arkasından bu kadar ağlamazdım, acım bu kadar büyük olmazdı. Kendini öldürmekle neyi çözebilir insan? Burada kaç kişi açlık grevine girdi, öldürüldü vs. N’oldu, ne değişti?