Ahvalnews.com'dan İlhan Tanır'ın haberine göre 2013’ün Ağustos ayında Esad rejimi ilk kez kimyasal silah kullanmakla ve bu şekilde kırmızı şeridi aşmakla suçlanmıştı. Washington ve uluslararası toplum ABD’nin Suriye’ye saldıracağına kesin gözle bakıyordu. Zamanın Dışişleri Bakanı John Kerry, Bakanlıkta çok sert bir konuşma yapmış, bunun saldırı öncesindeki hazırlık olduğu düşünülmüştü.
İngiliz Parlamentosuna sunulan ABD ile birlikte operasyona katılma önerisi ise 29 Ağustos tarihinde reddedilmiş ve zamanın Başbakanı David Cameron’a tarihi bir yenilgi tattırmıştı.
Obama da hemen sonraki günlerde ani bir U dönüşü ile kendi saldırı kararını Kongre’ye götüreceğini söylemişti. ABD Kongresinde, muhtemelen halen akıllarda diri olan Irak savaşının da etkisiyle Suriye’ye saldırı talebi reddedilmişti.
Başkan Trump ise Nisan 2017 tarihinde, başkanlık koltuğuna oturmasının henüz üçüncü ayında kimyasal silah saldırısı ile karşı karşıya kaldı.
Daha sonra Birleşmiş Milletler Kimyasal Silahları Denetleme ve Yasaklama kurumunun (OPCW-UN) da Esad rejimini suçladığı ve rejimin hava kuvvetlerine bağlı helikopterleri ile sarin adlı güçlü kimyasal madde ile Khan Shaykhun’da kimyasal silah saldırısı yapıldığı raporu ile o saldırıda Esad rejimi sorumlu tutulmuştu.
7 Nisan 2016 tarihinde 59 tomahawk füzesi ile Trump da başkanlık koltuğuna oturduktan sonra hem kendi otoritesini kurmak, Obama gibi ‘yumuşak’ değil ‘sert’ bir başkan olduğunu ispatlamak imkanına kavuşmuştu.
Bu kez, tam bir yıl sonra, Şam’ın sünni muhafazakar doğu mahallesi olan Doğu Guta’nın 7 yıldır direnç gösteren Duma şehrinde yapıldığı iddia edilen kimyasal silah saldırısı sonrası, Trump bir kez daha Suriye’yi vurmaya hazırlanıyor.
Duma, Şam’ın merkezinden 30, 40 dakikalık bir uzaklıkta, oldukça muhafazakar bir semt. Şehri biliyorum zira 2012 yılının Ocak ayında şehre 2 günlüğüne ziyarete gitmiş, şehrin etrafında daha o zaman başlayan kuşatma nedeniyle bir hafta çıkamamıştım. Gözlerimin önünde protestocular öldürülmüştü. O zamandan beri aralıksız şekilde bombalanan bir şehir Duma.
Şu an itibariyle kimyasal silah saldırısının Esad rejimi tarafından yapıldığı yönünde Batı’da bir konsensüs var. Bu konsensüs ile ilgili kanıtların kamuoyuna sunulması bekleniyor.
Kişisel olarak Esad rejiminin böyle bir kimyasal silah saldırısı yapabileceğinden bir şüphem yok.
‘Esad rejiminin tam da savaşı kazandığı bir dönemde böyle bir saldırı neden olsun’ sorusu önemli ve herkesçe sorulan bir soru. Bu soruya birçok ihtimalli cevap verilebilir.
Bu ihtimalleri yazmak yerine, ABD, Fransa ve İngiltere’nin şimdiden elde ettiklerini söyledikleri bu kanıtların gösterilmesi beklemenin daha yerinde olduğunu düşününlerdenim.
Elinde istihbarat kurumları ve kaynakları olan dünyanın en güçlü ülkelerinin böyle bir saldırı iddiasının arkasında şimdiden idrar ve kan örneklerine sahip olduğu ifade ediliyor. Suriye'ye yapılacak saldırının gecikmesinin arkasındaki nedenlerden biri de bu türlü bir 'case' in hazırlanması olabilir.
Bunun karşılığında Rusya ve İran ise saldırının ‘sahte haber’ olduğunu bir taraftan iddia ederken, diğer taraftan ise ‘muhalifler’ olarak suçluyu işaret etmekte ısrarlılar. Rusya Savunma Bakanlığı ise ‘Beyaz Baretlilier’ in kurduğu bir senaryo olduğunu ileri sürdü.
Rusya ve Esad rejimini inandırıcı bulup, Batılı devletlerin iddialarına şüpheyle bakan bir grup da var tabi. Rusya’nın dezenformasyon kampanyalarını bunca yıl görmezlikten gelerek, bu devlete bu kadar inanç göstermek oldukça garip bir başka durum.
Çarşamba ve perşembe günleri ayrı ayrı Trump’ın üstünde belki de en çok etki sahibi olan kabinenin savunma bakanı, emekli general James Mattis’in kimyasal silah hakkındaki haberlerin veya raporların değerlendirilmeye devam edildiğini söylemesi bana göre önemli idi.
Her ne kadar kesin bir dille ve ‘hayvan Esad’ diyerek, Esad rejimini bu kimyasal saldırının müsebbibi olarak Trump işaret etmiş olsa ve ABD, Fransa ve İngiltere Suriye’ye doğru bir saldırıya doğru hazırlansa da, halen kesin bir şekilde bu saldırının olacağını söylemek yanlış olur. İbre ise bu saldırının olacağı yönünde.
Diğer taraftan geçen yıla göre ABD’nin askeri varlığı Suriye içine daha da yerleşmiş durumda. Suriye semalarında 3.5 yıldır sorti yapan Amerikan önderliğindeki Koalisyon jetleri, daha 2 ay kadar önce kendileri ortak hareket eden Suriyeli Kürtlerin üzerine Der ez-Zor bölgesinde saldıran Rus savaşçılarının yüzlercesini yok ettiğini hatırda saklamak gerekiyor. Yani ABD'nin Suriye hava sahası içinde ciddi bir tecrübesi var.
Bu saldırının olması halinde Rusya ve ABD ile ilişkileri tümüyle çatlatmak istemeyen ve idare etmeye devam etmek isteyen Ankara için 2 senaryo bulunuyor. Ya saldırı hızlı olup, bitecek, böylece Ankara, kendisini Moskova ve Washington arasından bir taraf seçmek zorunda kalmayacak.
Ya da saldırının ve bu saldırıya karşı Rusya’nın cevap vermesi, çarpışmanın büyümesi ve uzun dönemli bir anlaşmazlık haline gelmesi senaryosu ki eğer bu olursa Ankara’nın bir taraf seçme zorunda kalması, Erdoğan’ı oldukça zor bir duruma sokabilir.
Bütün bunlar olurken ABD Senatosunda, Trump’ın bir sabah twiti ile göreve aday olarak gösterilen Mike Pompeo’nun perşembe günü ilk Senato toplantısı yapıldı.
Pompeo uzun saatler boyunca süren Senato soru-cevap sezonunda Türkiye ile ilgili olarak beklendiği gibi yoğun sorulara muhatap olmadı. Onun yerine Türkiye ile ilgili soru, NATO’nun kuruluş günü olan 4 Nisan tarihinde Ankara’da yapılan Rus, İranlı ve Türk liderlerin toplantısı ile ilgili oldu.
Türk hükümetini eleştirileri ile de bilinen Demokrat Partili Senatör Robert Menendez, Türkiye'yi kastederek "NATO müttefiki bir ülke Rusya'dan S-400 alıyor, IŞİD'i birlikte yendiğimiz Kürtlerle savaşıyor’’ dedi önce.
Sonra o esnada arkasına koyduğu ve Rus lideri Putin, İran lideri Ruhani ve Türk lideri Erdoğan’ın Ankara’da çektirdiği resmi göstererek "bu fotoğrafta Amerika nerde?" sorusunu yöneltti.
Pompeo’nun cevabı aynı derecede ilginç oldu.
Pompeo, bu üçlünün Ankara’da Suriye’yi bölüşmek için bulunduklarını kaydetti.
Bu, Dışişleri Bakanı namzetinin, yeni pozisyonuna geçerken Türkiye ile ilgili söylediği ilk demeç olması itibariyle önemli idi.
Erdoğan, Putin ve Ruhani’nin Suriye’ye, bu liderlerin ileri sürdüğü gibi, barış getirmek için değil, Suriye’yi bölüşmek için bir araya geldiğini söylüyordu.
Pompeo şu cevabı verdi: 'Suriye'yi bölüşmek için oradaydılar. Son derece karmaşık duruma Türkiye'nin Afrin'e girmesi eklenince bir çomak daha sokuldu'' dedi ve ABD’nin de Suriye ile ilgili yapılan toplantıda bulunması gerektiğini kaydetti.
Türkiye’nin stratejik önemi veya NATO müttefikliğine atıf yapmaması önemli idi Bakan namzetinin.
Hatırlanacağı gibi Pompeo, kendisi de bir Kongre üyesi, hem de İstihbarat Komisyonu başkanı iken, 2016 15 Temmuz darbesinin başarısız olduğunun ortaya çıktığı saatlerde Erdoğan’ın Türkiye’yi ‘totaliter İslamcı bir diktatörlük’ haline getirdiğini söylemişti.
Bundan sadece 20 ay kadar önce idi.