[Dr. Selim Koç] Hani merhametiniz, öfkenizi aşmıştı?

Allah varlıkları yarattığı zaman, kendi katında arşın üstünde bulunan kitabına 'Rahmetim, gerçekten gadabıma galiptir.' diye yazmıştır."

SHABER3.COM

DR. SELİM KOÇ 

Geçtiğimiz yıllarda asrın lideri Recep Tayyib, Muğla mitinginde "Biz zulümle emrolmadık, biz gazapla emrolmadık, biz rahmetle emrolunduk rahmetle. Biz rahmet için geldik, gazap için değil. Bizim rahmetimiz gazabımızı aşacaktır inşallah." demişti. Bu sözün aslı bir kudsî hadis idi. Hadis-i şeriften yaptığı  alıntı ve uyarlamayla Allah Resûlü’nün sözlerini politika malzemesi haline getirmişti.

Sözün aslı
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem)'den Hz. Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği  hadis şöyledir: "Allah varlıkları yarattığı zaman, kendi katında arşın üstünde bulunan kitabına 'Rahmetim, gerçekten gadabıma galiptir.' diye yazmıştır." Hadisin bir başka rivayeti ise "Rahmetim, gadabıma üstün geldi." ve "Rahmetim, gadabımı aştı." şeklindedir.  (Bu rivayetler için bkz. Buhârî, Tevhid 15, 22, 28, 55; Bed'ul-Halk 1; Müslim, Tövbe 14-16)

Dolayısıyla hadiste Peygamber Efendimiz, "Rahman" olan Rabbimizin rahmetinin enginliğini anlatırken onun gadabına galip geldiğini belirtir. "Burada geçen rahmet, sevabın kula ulaştırılmasını anlatır. Gadap, kulun hak etmesi sonucu Allah tarafından cezalandırılması demektir. Allah'ın rızası da gadabı da irade sıfatıyla ilgilidir. İtaatkâr kuluna sevap vermek dilerse, buna rıza, asi kuluna azab vermek dilerse, buna da gadap denilir. Rahmetin öncelik ve üstünlüğünden maksat, onun çokluğu ve yaygınlığıdır." (Hadisin daha geniş  şerhi için bkz. Yaşar Kandemir, İ. Lütfi Çakan, Raşit Küçük Riyazus-Salihîn Tercemesi, https://www.islamveihsan.com)
Şimdi bu hadisin cümlelerini alıp, aciz, fakir, fani ve  kuvveleri yönüyle sınırlı bir insanın bu ilahî vasıfları kendine yakıştırması kişinin haddini aşması olduğu gibi, itikadî açıdan bir dengesizlik ve Allah'a karşı da büyük bir saygısızlıktır. Politik emellerine ulaşmak için her şeyi mubah gören bir zihniyetin; Resûlüllah'ın bir ifadesini kendini tanıtırken/pazarlarken bir payanda olarak kullanan bir politikacının yarın benzer İslamî argümanları kullanarak ne gibi zulümlerin üstünü örteceği belli olmaz.

İşte tarihten örneği

Bu derece bir sapkınlık ya da megalomanın benzerini tarihte Firavun örneğinde görürüz. O,  kendi ululuğunu anlatırken sürü haline getirdiği halayıklarına "Hey millet! diye höykürdü! Ben sizin için, kendimden başka tanrı tanımıyoruum…" (Kasas, 28/38) Korku, acziyet ve menfaatlerine tapınmaktan artık bir sürü haline gelmiş halktan "Sen ne diyorsun? Haddini bil küstah!" diye bir cevap yükseleceğine "Bu ülke seninle gurur duyuyor!" nidalarıyla alkışlar kopunca bu kez de "Ben sizin en yüce Rabbinizim!" (Nâziât, 79/24) diyerek onlara hitap etmeye başlamıştı.

Firavunun bu sözü, insandaki benlik iddiasının, iktidar hırsının, makam ve hakimiyet tutkusunun nerelere kadar varabileceğini gösteren ibretlik bir yaklaşımdır. Kur'an, onun bu sözünü naklederek adeta kendisine tapar hale gelen bir kibir budalasının vardığı/varacağı en son noktayı işaretler. İmam Gazzâlî, "Firavun'a böyle dedirten motif aslında her güç/iktidar sahibi insanın içinde saklıdır; fakat kimi bunu dışarı vurur kimi de bazı sebeplerle içinde tutar bastırır. Firavun tipiyle uyuşan insanlardaki bu sapkın iddia, her insanda bulunan yetkinlik, yükselme ve özgürleşme arzusunun saptırılmış şeklidir. Oysa gerçek yetkinliğe, yükselme ve özgürleşmeye ancak Allah'a yönelmek, O'nu tanımak, buyruğuna ve rızasına göre yaşamak ve ilahi ahlak ile bezenmekle ulaşılabilir. Bunun dışındaki bütün benlik ve yetkinlik iddiaları tam tersine gerçekte sefalettir, düşüştür." (Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. İhya, III/281-284; Kur'an Yolu, Diyanet İşleri Baş. Tefsiri, Nâziât sûresi  24. âyetin tefsirinde)

Ancak Firavun, bir taraftan insanları aşağılarken diğer taraftan kendini yüceltmek için söylediği bu sözlerle aşağıların aşağısına düştüğünü/düşürüleceğinin farkında değildi. Kendinden ve Hz. Musa'ya ve Rabbine galip geleceğinden çok emindi. Bu yüzden halkını çeşit çeşit işkenceler ve zulüm ile ezdikçe ezen bu diktatör bir gün yaptıklarından dolayı cezalandırılacağını hiç hesaba katmamıştı. İlahi azap onu, Hz. Musa'yı en zayıf, kendisini de  en güçlü zannettiği bir anda Kızıldeniz'de kıskıvrak yakalamıştı. (Bkz. Taha, 20/78)

Boyunu aşan söz söyleyen Firavun, şimdi boyunu aşan dev dalgaların içinde çırpınırken can havliyle son kez "… İman ettim. Meğer İsrailoğullarının inandığı ilahtan başka tanrı yokmuş. Ben de Müslümanlardanım." (Yunus, 10/91) diyerek artık inandığını açıklamıştı. Bütün diktatörler gibi o da "Basra harap olduktan sonra!" teslim olunca; canını kurtarmak için yaptığı bu son çıkış da kabul edilmemiş, kurtulamamıştı. Kendisine "Şimdi mi iman ettin? Ne oldu? Halbuki bundan evvel isyan etmiş, fesatçılardan/bozgunculardan olmuştun." (Yunus, 10/92) diye yaptığı işkence ve zulümler, girdiği kul hakları kendisine hatırlatılmıştı.  

Firavunun kıssası aslında bütün zalim diktatörlerin hikayesidir. Kur'an, onun profili üzerinden insan haklarını, hukuk ve adaleti hiçe sayan ve rafa kaldıran ve ağzından çıkanı kanun haline getiren bütün istibdatçılara ve işkencecilere seslenir.
Hakkı, adaleti olmayanın/gözetmeyenin korkusu da büyüktür. Her muhalif düşünceyi aleyhine büyük bir tehlike olarak görür ve korkar. Bu paranoyak halleriyle aslında acınacak durumdadırlar. Ancak kibir ve istibdatları onları hakkı görmekten alıkoyar. Deve kuşu saklanmak için başını kuma gömdüğü gibi onlar da hakikati görmemek ve kabullenmemek için "Acırsanız, acınacak hale gelirsiniz." hezeyanına sığınır.

Yoksa siz gazabınızın kulları olmayasınız!

Hani sizin merhametiniz gazabınızın önündeydi. Hani merhametiniz, öfkenizi aşmıştı. Şimdi yukarıdaki cümle merhamet dolu yüreğinizden mi çıkıyor? Masum insanlara, kadınıyla erkeğiyle yapılan zulümleri sadistçe seyretmekten keyif alıyor ve "Canları cehenneme!" diyebiliyorsunuz? Bu kin ve nefret söylemi, iman, insanlık ve şefkat dolu sinenizden mi çıkıyor?

On binlerce masum ve mazlum ev hanımını -bazılarını bebekleriyle beraber- "15 Temmuz tiyatrosu" bahanesiyle hapse atıp vatan haini ilan ederken hangi merhamet anlayışı ve  hangi vicdanla yaptınız. Bu zulüm ve haksızlıklar merhamet dolu vicdanınızdan mı çıkıyor? Hasta, yaşlı ve bakıma muhtaç yatalak ya da özürlü kimseleri tutuklama kararlarını hangi hukuk, hangi adalet, hangi insanlık ve nasıl bir merhamet anlayışına dayanarak veriyorsunuz? İnsaf ve adalet ölçülerinden ve insanlıktan  fersah fersah uzak bu kararlar merhametle dopdolu kalbinizden mi çıkıyor?

Tutukluların tedavisine engel olurken, ilaçlarını bile almaya müsaade etmezken, bakıma muhtaç kimseleri içeride bakımsızlıktan öldürürken bu kararlar içinizdeki hangi merhamet mekanizmasından çıkıyor? Devletin farklı birimlerinde çalışan ve yıllardır sicili tertemiz hatta üstün başarı ve takdir ödülleri bulunan yüz binlerce amir ve memuru sözde ürettiğiniz uydurma bir terör örgütü söylemi üzerinden, "terörle iltisaklı" deyip ihraç etme kararı hangi akıl, mantık ve hangi iman ve hukuk ölçülerinden çıkıyor?

Bir gece vakti apar-topar çıkardığınız kanun hükmünde hukuksuz kararnamelerle  ihraç ettiğiniz devlet amir ve memurlarının başka yerlerde çalışmalarını da yasaklayarak ve bunu istihbarat ve kolluk kuvvetlerini de kullanıp adım adım takip ettirip onları açlıktan ölüme mahkum etme karar ve kararlılığınız merhamet ve adalet dolu gönlünüzden mi çıkıyor? Bu masum insanlar hakkında ileri-geri konuşurken, "İş ve aş bulamıyorlarsa ağaç kökleri yesinler!" derken masum bir topluluğu yaptıkları güzel hizmetlerden dolayı soykırıma tabi tutma kararı insanlık ve merhamet dolu özünüzden mi çıkıyor?  

On binlerce iş adamının şirketlerine el koyup mal ve mülklerini gasp ederken; "Ganimet bunlar ganimet!" deyip haramilik yapmak, iman ve insaf dolu göğsünüzden mi çıkıyor? O zaman sorarım: İnsanım diyorsan merhametin nerede? Müslümanım diyorsan, imanın, insafın e adaletin nerede? Ben de Allah'a ve ahirete inanıyorum diyorsan, kul hakları karşısında hassasiyet ve korkun nerede? 

Benim de vicdanım var diyorsan, polis karakollarında ve hapishanelerde işkence gören ya da tecavüze uğrayanlar karşısında vicdanın nerede? Hani "Benim başörtülü bacım diyordun ya!" İşte o başörtülü bacının başörtüsüne değil, mahremiyetine uzanan neseb-i gayri sahih sözde devlet memurları(!) karşısında mertliğin/şerefin nerede? Çıplak aramaya tabi tuttuğun analarının, bacılarının, kızlarının yaşadığı mahcubiyet karşısında namusun, iffet ve haya anlayışın nerede?

"Hak, hukuk ve adaleti, insaf ve merhameti neyin karşılığında sattın?" diye sorma hakkımız da mı yok, yoksa? Firavun denizde boğulmadan önce, katlettiği masum yavruların canlarını verirken anne e babalarını döktüğü gözyaşlarında boğulmuştu. Hiçbir suçu olmayan bebeklerin can çekişirken, Rab'lerine son bir yalvarış ve yakarış olarak gönderdiği  çığlıklarında boğulmuştu. Masum ailelere yaşattığı onca acı ve ıstıraplarda boğulmuştu. İşkence odalarında can veren on binlerin feryad u figanlarında boğulmuştu. Yüz binlerce masum insanın kul hakları boğazına oturmuş onu boğmak üzere bekliyordu. Fakat hala o farkında değildi. Kızıldenizin önüne gelince her zalim gibi vakti gelmişti. Hırslarında, öfkesinde, düşmanlık duygularında boğulan diktatörün artık gerçekte de boğulup gitme vakti gelip çatmıştı. Kıpkızıl Firavun'u artık Kızıldeniz bekliyordu. Ve kan kusturduğu masumlara bedel birazdan o da kusmuklarında boğulacaktı.

 İşte zalimlerin değişmeyecek sonu!
Allah Resulü şu beyanlarıyla adeta onun ve emsalinin aleme ibret akıbetlerini tasvir ediyordu: "Allah, zalime mühlet verir. Fakat bir de onu yakaladı mı onu kimse kurtaramaz." (Buharî, Tefsir Sûre 11/5; Müslim, Birr 61) Efendimiz, bu sözlerinin ardından bir de şu ayeti okur ve son pişmanlıklarının fayda vermeyeceğini, açıkça belirtir: "O halde dikkat edin! Rabb'in zulüm ve haksızlıkta direten bir ülkeyi/milleti cezalandırdı mı, işte böyle cezalandırır. Doğrusu O'nun zalimleri yakalaması çok acıklı, çok şiddetli/çok korkunçtur." (Hud, 11/102; ve bkz. Burûc, 85/12)Ne diyelim? Allah'a, hakka ve adalete dönmek için milyonların ahından, gözyaşlarından ve kul haklarından oluşan kıpkızıl bir cehennemi beklemek ne acı!

<< Önceki Haber [Dr. Selim Koç] Hani merhametiniz, öfkenizi aşmıştı? Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER