"Dua, yerçekimi gibi bir güç ve gerçektir”
Cenab-ı Hak “Eğer duanız olmazsa, ne ehemmiyetiniz var?” (Furkan Suresi, 25/77) buyuruyor. Hadis-i Şerifte “Dua, ibadetin iliği, özüdür.” buyuruluyor. Aslında bütün kâinattan, Allah’ın huzuruna bütün varlıklardan birer çeşit dua yükselmektedir: Bütün çekirdekler, tohumlar bir dua halinde Cenab-ı Haktan istekte, duada bulunup; “Yâ Rabbi Senin güzel isimlerinin tecellileri olan sanat eserlerini, nakış ve motiflerini göstermemiz için bizlerin fidan, ağaç ve çiçek olmamıza imkân ver.” diye âdeta yalvarırlar. Cenab-ı Hak da onların bu dualarını kabul ederek onları büyütür, sünbüller halinde çiçekler açıp meyve vermelerini sağlar…
Hayvanlar âleminde de, kendi dilleriyle, ihtiyaçlarını arzetmelerine karşılık, güçlerinin yetmediği noktalarda, isteklerinin tam zamanında yetiştirilmesi de bir nevi dualarının kabülünü gösterir.
Hatta, insanların fennî, teknik ve teknolojik buluş ve keşiflerinin arkasında da ihtiyaç ve ızdırar (mecburiyet ve çaresizlik) diliyle yapılan dualar vardır. En büyük buluş ve keşiflerin savaşlar ve sıkıntılar döneminde meydana gelmesi bu neviden duaların kabulünü gösterir… Fransız filozofu Alexis Carrel “Dua, yer çekimi gibi bir güç ve gerçektir.” demektedir…
Günümüzün en büyük dertlerinden birisi de strestir. Dua, insanı stresin sıkıntı ve baskılarından kurtarır. New York Psikiyatri Enstitüsü ile Colombiya Prespyterian Tıp Merkezinin farklı ülkelerinden 40 bin kişi üzerinde bir depresyon araştırması yapmıştır. Buna göre, 1950’den sonrasında doğan neslin en büyük hastalığı DEPRESYON’dur. Bu hastalık zaman ilerledikçe katlanarak artmaktadır. Depresyonun sebepleri de şöyle sıralanmaktadır: “Allah’a inanışın zayıflaması, ölümden sonraki hayata imanın ortadan kalkması, kadınların, baskılar sebebiyle kendilerini güzel olmak zorunda hissetmeleri, evlilik münasebetlerinin çatırdaması, zehirli maddelerin gündelik yaşayışa girmesi…”
Kurtuluş en başta iman, Allah’a güven ve ciddi duadır…
Bize gelen e-maillerden birisini sizlere aktarmak istiyorum:
“Hapisten çıkmış bir ablanın ziyaretine gittik. Altı aydır içeride idi. Moralinin nasıl olduğunu merak ediyorduk. Sıkıntıdan tam yedi kilo vermiş ama gayet dinç… Üzerinde bir ağırlık hissediyor. Gıybetten uzak duran bir evliya gibi duruyordu. Tabii ki, başından geçenleri ağlaya ağlaya, bazan gülerek, bazan da özlemle anlatıyordu. Yanına vardığımızda içeride bıraktığı, mağdur ve mazlum arkadaşlarına mektup yazmakla meşguldü zaten… Aramızda dünyalar vardı gerçekten… Tertemiz olmuşlar… İlk gittiğinde koğuşta çok insan yokmuş. Orada müthiş bir mütevelli teyze varmış. Bu teyze çok çekmiş. İlk girdiğinde masaları, tabakları yokmuş. Yemeklerini pet şişelerde yemişler… Pek Medrese-i Yusufiye havası yokmuş. Koğuşta İŞİD ve ablalar aynı yerdeymiş. Ablalar ibadet yapmaya başlayınca İŞİDÇİLER ‘Siz bid’at yapıyorsunuz!..’ diyerek bunların boğazlarına sarılmışlar. Bizimkiler de ‘Burada can güvenliğimiz yok’ diye dilekçe yazmışlar. Bunun üzerine Birinci Koğuşta bütün ablaları toplamışlar. Sekiz kişilik yerde on altı kişi olmuşlar. Yatakla, masa derken bir seccadelik boş yer kalmış. Orada da bir çok PKK’lı ve Romanlar varmış. Her gün PKK’lılar slogan atarken, Romanlar göbek atarken, bizimkiler de Yasin Suresi, Fetih Suresi ve Cevşen Duası okuyorlarmış. Sonra skeçler, voleybol maçları da ilave olmuş… Ama mânevî anlamda pek büyük bir gelişme olmuş… Kur’an-ı Kerim öğretimi başlayınca, Ha, Hı… Tecvidli çıkarılan harfler kelimeler ile koğuş inliyormuş… Bir abla aynen Kâbe imamları gibi Kur’an okuyormuş. Okunanları ağlayarak dinliyorlarmış. Birden cezaevinin şekli azap olmaktan nimet ve lütuf olmaya dönüyormuş. Her gün için bir rüya saati koymuşlar. Efendimizi (S.A.S.), Hz. Ali’yi ve Hz. Ebu Bekir’i görüyorlarmış… Şimdi dışarıdan bakan bir gözle ablamız diyor ki: “Dışarısının daha zor olduğunu anladım. Ama bu zulmü işleyenler sadece benim bile hakkımı ödeyemeyecekler…”
Tekrar içeriye dönerek ablamız şunları söylüyor: “Son pazartesi günü oruç tuttuk. İftara az kala dua ettim… Birden gardiyan seslendi ve tahliyemi söyledi. Bir anda elden ayaktan kesilip yere düştüm, ağlayarak. İnanamadığım için gardiyana yalan söylüyorsun, dedim. Diğer ablalar hemen gelip yüzümü gözümü öptüler. Sonra ben toparlanıp dışarı çıktım. Tabii kimsenin haberi yok. Dışarısı karanlık… Dışarıda kediler ve köpekler var. Altı aydır ilk defa köpekleri görüyordum. Eve geldim ama sabaha kadar uyumadım. Ertesi gece telefon alarmı çalınca, gardiyan aramaya geldi zannettim. Hâlâ kendimi koğuşta zannediyordum. Pazar günü attığım mektubu bir-iki gün sonra evde kendim aldım… Pazartesi günü oruçlu ağızla nasıl bir dua ettim ki, Cenab-ı Hakkın böyle bir icraatı oldu, şimdi onu düşünüyorum.”
Evet dua çok mühim. Eğer bir de konsantra olup, eşref-i saati yakalayabilirsek… Üç aylar ve Ramazan-ı Şerif de eşref-i saatin mühim atmosferlerindendir…