Aksiyon, 'Yahudi Aleviler'i yazdı

Kendilerini “Yahudi Alevi” olarak tanımlayan gruplar İsrail’den Hacıbektaş’a inanç turları düzenliyor; semah dönüp Alevi dedesinden ders alıyor. İsrailli ziyaretçilerin Türkiye’deki Alevilere yönelik merakı dikkat

Aksiyon, 'Yahudi Aleviler'i yazdı

‘Semah, çok barışçıl; su gibi, uçmak gibi; sürekliliği ve doğallığı var. Sonsuzdur. Bunu yaparak Tanrı’ya yakın olduğumu hissediyorum. Evimi bir dergâha dönüştürdüm. Bazen kendim semah yapıyoruz, bazen de arkadaşlarımla grup olarak yapıyorum. Ben Yahudi-Aleviyim. Ali ve Hacı BektaşVeli benim rehberlerim. Tanrı’ya ulaşmanın yolu budur.” “Yahudi Alevi olur mu?” demeyin; biz onların yalancısıyız. Yukarıdaki sözler de onlardan birine, Yahudi asıllı Sarita Moas’a ait. Sarita Moas, normal şartlar altında İsrailli bir Yahudi. Ancak kendisi için “Ben Yahudi-Aleviyim” tabirini kullanıyor. Etnik ve dinî bakımdan mantığı zorlayan bir kavram gibi görünse de kendi tabirleriyle “Yahudi-Aleviler” yeryüzünde var; ve varlıklarını “iki çizgi arasında” sürdürmeye devam ediyorlar. Henüz bir oluşum ve teşkilatlanmaları yok; ancak daha çok kendilerini Bektaşi tarikatları içinde saklıyorlar. “Yahudi Aleviler” her yıl 4 ila 6 defa Türkiye’ye bir nevi ‘inanç turları’ düzenliyorlar. Konya’nın yanı sıra Alevilerin kutsal olarak kabul ettiği Nevşehir’deki mekânları ziyaret ediyorlar. Özellikle son 6 yıldır artan bir sıklıkla Hacıbektaş’ı ziyaret eden Yahudi Aleviler, buradaki köklü dergâhlardan olan Ulusoylar Dergâhı’na bağlılar. Semah dönen Yahudi Aleviler, “inançlarının gereğini” dedenin eşliğinde yerine getiriyorlar. TÜRK ALEVİLERLE İLGİLİ BİLGİ TOPLUYORLAR İsrail’de inançlarını yeterince yaşayamadıklarını söyleyen Mira adlı bir başka ‘Yahudi Alevi’, Türkiye ziyaretlerini önemli bir ihtiyaç olarak niteliyor: “İsrail’de Hacı Bektaş-ı Veli hakkında fazla bilgiye sahip olmak mümkün değil. Buraya gelip daha çok bilgi ediniyoruz. Alevi kardeşlerimizi görüyoruz. Dede nasıl yaşar, dervişler neler yapar, bunları öğrenip kendi hayatımıza uyarlamaya çalışıyoruz. Önemli olan Müslüman, Musevi, Hıristiyan olmak değil; insan olmaktır. Bu yol da bizim yolumuzdur; her canlıya yer var.” İsrail’den gelen “Yahudi Alevi” gruplar sadece “inançlarının gereğini” yerine getirmiyor; Türkiye’deki Aleviler hakkında da geniş bilgiler topluyorlar. Alevilerin konumları, siyasi durumları, Alevi gençliğinin sıkıntıları da Yahudi Alevilerin dert edindiği konuların başında geliyor. Bu amaçla gençlerle sık sık görüşen Yahudi Aleviler, onlara sorular sorup kayıt altına alıyorlar. DEDE ULUSOY: BİZİMLE BİRLER Yahudi Alevilerin ziyaretgâhı Hacıbektaş’taki Ulusoylar Dergâhı’nın dedesi Mehmet Münir Ulusoy, Alevi inancı gereği kapılarının herkese açık olduğunu belirtirken, gelenlerin çoğunlukla adak için geldiklerini vurguluyor. Yahudi Alevilerin bu amaçla gelmelerine rağmen kurban kesmekten vazgeçip fakir ve öğrencilere yardım etmeyi tercih ettiğini belirten Münir Ulusoy, “İnsanlar kardeştir. Bizde bütün hudutlar ortadan kalkar. Farklı yerlerden gelen ve bizimle aynı inanca sahip insanların bir mekânda buluşması doğaldır. Yahudilerin Anadolu’ya gelmelerinin altında yatan en önemli neden, Anadolu’da Aleviliğin yaşanabilir olduğunu görmelerinden kaynaklanıyor.” diyor. İsrail’den gelen misafirleriyle aynı görüşleri paylaştıklarını ve onlarla birlikte semah dönüp dua ettiklerini şöyle anlatıyor Münir Ulusoy: “Bu insanlara bir şeyler verebiliyoruz ki buraya geliyorlar. Bizimkileri aşan bir semah yapıyorlar. Biz hoşgörü sahibiyiz. Emevi şeriatını kabul etmiyorlar. Allah’ın varlığına inanıyorlar. Dört kitap ve peygamberlere saygı duyan bir sınıf. Bazen ibadete giriyoruz. Daire çizip kitap okunuyor, üç tane delil (mum) yakıyorlar. Dualar ediliyor, sonra ekmek tuza batırılıp yeniyor. Benzer taraflarımız var. Hacı Bektaş-ı Veli, bir kitlenin velisi değil, bütün canlıların velisidir. Bunu öyle kabul ediyorlar.” CAMİDE DUA İZNİ İSTEDİLER Peki, kendilerini Yahudi Alevi olarak tanımlayan, Hacı Bektaş-ı Veli yolunda gittiklerini söyleyen ve Hz. Ali’ye kutsiyet atfeden Yahudi Alevilerin tarihsel arka planı var mı? Gün yüzüne yeni yeni çıkmaya başlayan bu ilginç topluluk hakkında detaylı olmasa da bazı bilgiler bulunuyor. Sabetaycılık, Ladino ve Kripto Yahudi cemaatleri konusunda uzman isimlerden araştırmacı-yazar Dr. Gad Nassi, “Yahudi Alevi” tanımlamasının altında henüz kurumsallaşmış bir topluluğun olamayabileceğini söylüyor. Ancak Nassi, bu kavrama farklı bir açıdan yaklaşarak “Yahudi Aleviler” tabirini destekler mahiyette bir yorumda bulunuyor: “Olsa olsa, Anadolu Alevi inancının tüm inançlara saygılı olmayı ve hoşgörüyü öneren ilkelerinden ve bu ilkelere bağlı Sabetaycı ilkelerden esinlenerek, Aleviliğin İslam ve Yahudi dünyası arasında bir köprü oluşturabileceği görüşü etrafında birleşen bir insan kümesinden bahsedebiliriz.” Dr. Gad Nassi, konuyla ilgili örnekler de vererek meseleyi daha da detaylandırıyor: “The Jerusalem Post gazetesinde rastladığım bir haberde, bu topluluğa bağlı iki kişinin, Yafa’daki Hasan Bey Camii’nde dua etmek için yaptıkları müracaatın, cami yetkilileri tarafından reddedildiğini okudum. Bilebildiğim kadarıyla bu hareketin başını, Bar Ilan Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Avraham Elkayam çekmektedir. Elkayam, iyi niyetli ve değerli bir bilim adamıdır.” MUSEVİLERİN GİZLENME AMACIYLA GELİŞTİ 16. yüzyıldan itibaren Akdeniz çevresinde bazı ülkelere yayılan Alevi-Bektaşilik inancının, Yahudiler tarafından korunmak amacıyla bir şemsiye olarak kullanılmaya başladığı belirtiliyor. Kendilerini gizlemek isteyen Yahudiler, Bektaşi dergâhlarına girerek Bektaşiler gibi davranmaya çalıştı. Zamanla Alevilerle kan bağını geliştiren Yahudiler, Alevilikle birleşip Yahudi-Alevi inancını doğurdular. Bunlar daha çok kendilerini gizleyerek yüzyıllarca hem Aleviler hem de Bektaşiler içinde yaşadılar. Yahudi-Alevilerin diğer kolu ise Kürt Yahudiler içinde gizlenerek gelişti. Osmanlı resmî nüfus sayımına göre 1881’de bugünkü Kuzey Irak coğrafyasını kapsayan Musul ve Şehrizor vilayetlerinde toplam 4 bin 286 Musevi cemaati mensubu yaşıyordu. Bu sayı 1924’te daha da artmış. Musul sorununu çözmek için kurulan Milletler Cemiyeti heyet raporunda, Süleymaniye’de 1550, Erbil’de 2 bin 750, Musul’da 7 bin 550 Yahudi’nin bulunduğu belirtiliyor. Bunlar “Kürt Yahudiler” olarak geçiyor; ancak bazı kaynaklar Kürt Yahudiler içinde, Kürtlerle birlikte hareket eden Yahudi-Alevilerin olduğunu tespit ediyor. Yahudi-Alevilerin tıpkı Kürtler gibi İsrail ile sıkı ilişki içinde oldukları, önemli bir kısmının İsrail devletinin kuruluşundan sonra buraya geçtiği kaydediliyor. 1996 yılında Kürtleri ayaklandırmak için başlatılan hareket başarısız olunca Saddam Hüseyin tarafından Kuzey Irak’ta sıkıştırılan Kürtlerin önemli bir kısmının Yahudi olduğu dile getiriliyor. Kürt Yahudilerle birlikte Yahudi Aleviler de bunların arasındaydı. Bunların bir kısmı önce Guam’a daha sonra ABD’ye götürüldü. İSİS TARİKATI VE YAHUDİ ALEVİLER Yahudi- Aleviler, Bektaşilik ve Aleviliğin Musevilerin İSİS inancına benzediğini ileri sürüyor. İSİS tarikatının, Hz. İsa’nın doğumundan 3 bin yıl önce var olduğuna inanılıyor. Bu tarikatın daha sonra Terapoy ve ardından ise Kabala olarak kendisini tanımladığı görüşü hâkim. Yahudi-Alevilerin İSİS tarikatıyla benzeştiklerini söylemelerinde, bu tarikatta sufi anlayışının olması büyük etken. Bu anlayış, yaratıcıya ulaşma yolunda bütün dinlerden faydalanmayı onaylıyor; ancak söz konusu dinlerin getirdiği kuralları da mümkün olduğunca kabul etmiyorlar. Yahudi Aleviler, “Alevilik öğretileri ile İSİS inancının Mısır’da birleştiği” iddiasını da söz konusu bağı kurmada temel dayanak gösteriyorlar. Yahudi Alevilerden Milly Miller, İSİS inancı ile Alevi Bektaşiliğin aynı kaynaktan beslendiği tezini savunarak, inançlarının İslam’daki tasavvuf anlayışı ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin felsefesini birlikte sunduğunu söylüyor: “Yaratıcıdan gelecekler papaz, haham ya da hocaların etkisiyle değil, direkt bizimle Tanrı arasında gerçekleşecek bir olaydır. Dede yol göstericidir. Aracı değildir. Semah ile biz istediğimiz yere ulaşıyoruz.” SAYILARI BİLİNMİYOR Hacıbektaş Müzesi’nin avlusunda bulunan Üçler Çeşmesi’nin ortasındaki Mühr-ü Süleyman motifi, Yahudi-Alevileri için büyük anlamlar taşıyor. Yahudiler, altı köşeli yıldız ve ortasındaki gül motifinden Hacı Bektaş-ı Veli ile bağları olduğunu ispata çalışıyorlar. Çeşmenin ortasındaki altı köşeli yıldız da buna önemli bir ‘delil’ olarak gösteriliyor. Ancak bu yıldızın ortasındaki gül motifinin Selçuklulardan beri kullanıldığını unutmamak gerek. Yahudi Aleviler İsrail’de inançlarından dolayı rahat olmadıklarını, büyük sıkıntılar yaşadıklarını da dile getiriyorlar. Ancak kendileri gibi düşünen ve yavaş yavaş ‘asılını’ kabul eden Yahudilerin sayısının her geçen gün attığına da dikkat çekiyorlar. Fakat, konuştuğumuz ziyaretçiler İsrail’de ne kadar ‘Yahudi Alevi’ olduğu konusunda bir tahminde bulunmaktan kaçınıyor. Hacıbektaş’tan, kafamızda soru işaretleriyle ayrılıyoruz. Sosyolog Müfit Yüksel: ALEVİ KİMLİĞİNİ SAPTIRMA PROJESİ DE MEVCUT -Bir grup İsrailli, kendilerine Yahudi-Alevi diyerek semah yapıyor. Bu kavram doğru bir tanımlama olabilir mi? Bunlar modern dönemde ortaya çıkmış birtakım oluşumlardır. 80-90 yıl önce Hıristiyan kökenli Bektaşiler vardı. Bektaşiliğin içine girmiş; ancak Hıristiyanlardı. Ama bu genel bir eğilim değildi. Son dönemlerdeki hadiselerin iki yönü var. Postmodernite karışık kimlikler oluşturmaya başladı. Mesela Amerika'da kendini Müslüman kabul etmeyen Nakşibendîler var. Yeni yapılar, yeni bir kimlik oluşturuyorlar. Her şey gider düşüncesiyle kuralsızlık kuralı gereğince hareket ediyorlar. Postmodernizm bu tür projelere müsait ve elverişli bir ortam oluşturuyor. Birçok inancın içi boşaltılarak birbirilerine monte edilip seküler bir yapı oluşturuluyor. -Bu oluşumların sorumlusu modernite mi? Burada planlı bir durum da söz konusu. Alevilik kimliğini Müslümanlık dışında başka bir yere kaydırma projeleri de var. Bektaşi olmuş Avrupalı ve Amerikalılara rastladım, onlarla görüştüm. Hıristiyanlıklarını koruyor; ama Bektaşi oluyorlar. Bu tür yönelimler söz konusu. Ama eskiden bir hassasiyet vardı. Alevilerin içinde hassasiyet gösterenler de var. Fakat 'biz 72 millete bir bakarız' diyerek Aleviliğin İslamiyet'e bağlılığını çok umursamayan kişiler, dedeler var. Bektaşi halife babaTeoman Göre'ye gelen Hıristiyanlar var; bunlar Müslüman değiller. Aynı şekilde Mevlana'nın "İslamiyet'i aşan evrensel mesajları" diyerek birtakım çabalara giriliyor. İslamiyet'i aşan evrensel bir mesaj olmaz. Tarikat ve tasavvufların temelinde İslamiyet var, İslamiyet'in içinde oluşmuşlar. -Sabeytacıların kendilerini Bektaşi tarikatı içinde gizlediklerini biliyoruz. Bu günümüzde de devam eden bir durum mu? Bir kısım Sabeytacılar Bektaşi, Melami ve Mevlevi tarikatlarına girdiler; yükselip baba, dede oldular. Selanik'te son postişınlerden İshak Dede bunlardan birisi. Eski Dışişleri Bakanı Emre Gönensay'ın dedesidir. Yenişehirli Hasan Baba da böyledir. Günümüzde Bektaşilik içinde ciddi bir şekilde devam eden Sabeytacı etkisi var. Bektaşiliğin Babazan kolu içinde Sabetaycı unsurun ağırlığı çok daha belirgindir. Bundan rahatsız olan Alevi ve Bektaşiler var. Turgut Koca Halife Babanın oğlu Şevki Koca bu konudaki rahatsızlığını çok dile getirmiştir. Dr. Gad Nassi: BİR DÖNME-BEKTAŞİ KİMLİĞİ VAR Musevi cemaati genelde kapalı kalmayı tercih eden bir topluluk. Kendini gizleyen ve kripto olarak tanımlanan Yahudilerin ise deşifre olma ihtimali çok zor. Bu sebeple, onlarla ilgili bilgileri yazılı kaynaklarda görmek pek mümkün değil. Sabetaycılık, Ladino ve Kripto Yahudi cemaatleri konusunda uzman araştırmacı-yazar Dr. Gad Nassi, Yahudi cemaati ile Bektaşi ve Alevi ilişkisini Aksiyon’a değerlendirdi. -Bektaşiliğin Balkanlar, Ege adaları, Marmara ve Ege Bölgesi’ndeki Yahudi cemaatleri için bir şemsiye tarikat ve perde görevi gördüğü görüşünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Sabetaycı hareketin uyandığı ve geliştiği tarih dilimi, gerek Osmanlı toplumu ve gerekse de Yahudi dünyası için, siyasal, toplumsal ve inançsal bir bunalımın temsilcisi ve bir felaketin habercisi olarak algılanmıştır. Bu bağlamda, ilahi bir kurtarıcı beklentisi her iki tarafın özellikle gizemci ve heterodoksiye yönelik kesimlerine hâkimdi. Böylelikle, Sabetaycılığın beşiği olan bu bölgelerdeki Yahudi cemaatleri ile Bektaşiler arasında, bir inanç ve kader birliğinin var olduğu kanaati uyanmış ve bu da, iki kesimin birbirlerine manen yakınlaşmasına yol açmıştır. Sabetaycı inanç, Sevi’nin ihtidası ile ‘resmen’ son bulmuştur. Aynı şekilde, bu inanca bağlı bir toplumun açıkça varlığı da, Osmanlı yönetiminin yasalarına ters düşmekteydi. Diğer taraftan Bektaşilik, Osmanlı toplumu bağlamında varlığı bilinen ve genelde kabul görmüş bir kurumdu. İki topluluk arasındaki, evrenselliğe yönelik örtüşen inançların varlığı da göz önünde bulundurulduğunda, Sabetaycı müminlerin Bektaşiliğin çatısı altında varlıklarını devam ettirmeğe uygun bir düzen bulmuş olmalarını değerlendirmek mümkün olmakta. -Özellikle Selanik’te Bektaşi olduğunu söylemenin Osmanlı’nın son dönemi için Yahudi/Sabetaycı inançlı olduğunu söylemek anlamına geldiği ifade ediliyor. Çünkü görünüşte Selanik’teki dönme cemaatinin Bektaşi ve Mevlevi olarak bilindiği belirtiliyor. Siz buna katılıyor musunuz? Bu kanaatte her ne kadar gerçek payı mevcutsa da, olanları mümkün olduğu kadar gerçek boyutları içerisinde değerlendirmek gerekmekte. Görünüşte din değiştirmekle, insanın kendi köklerinden kopması mümkün olmuyor. Sabetaycı müminler Selanik’te genelde kendi aralarında evlendiler ve Müslümanlarla karışmadılar. Bunun yanı sıra, Müslüman gözükmekle eşit vatandaş haklarına sahip olmalarına ve Yahudi cemaatine vergi ödemekten muaf tutulmalarına rağmen, Sabetaycı aileler Selanik’te yer yer Yahudilerle aynı mahalleleri paylaştılar ve bir cemaatten ötekine serbestçe geçtiler. İspanyol Musevicesini yüzyıllar boyunca, anadilleri olarak korudular. Dinsel sorunlarına yanıt bulabilmek için, Yahudi ravlara danıştılar. -Siyasi kimliklerini geliştirmeye başlamaları daha sonra mı oldu? İkinci Meşrutiyet yıllarına doğru ise, terakki taraftarı Osmanlı kimliği etrafında siyasal ve kültürel kimliklerini geliştirdiler. Bu arada, Bektaşilik ve Mevlevilik çatısı altında başkaca ilerici unsurlarla birleşmeleri ve devrim hareketlerine fiilen karışmaları mümkün oldu. Zaten, bu çatı ile birleşmelerine uygun, ortak kavramlar alt yapısı evvelce mevcuttu. Bu bağlamda, konunun yeterince aydınlığa kavuşmamış bir yönünün anlaşılmasına çalışmakta yarar var. Bilindiği gibi, ihtida ettikten sonraki dönemde Sevi, Arnavutluk’ta Berat şehrine sürgün edilerek hayatını burada tamamlamıştır. Berat yakınlarında bulunduğu iddia edilen mezarının, Bektaşiler tarafından kutsal bir yer olarak kabul edilerek son zamanlara kadar ziyaret edildiği bildirilmiştir. Ayrıca, her sene Sevi’nin hatırasına burada bir panayır düzenlendiği de eklenmiştir. Sevi, Berat’a sürüldüğünde, kendisine bağlı bir miktar aile de buraya yerleşerek 30 sene kadar burada yasamağa devam etmiştir. Başka bir iddiaya göre Sevi, Arnavutluk’un güneyindeki Ftera kasabasında yaşamış ve bu aileler buraya yerleşerek bu kasabanın halkının bir kısmını oluşturmuştur. Hatta bir görüşe göre Arnavutluk’un güneyine özgü birtakım devrimci düşüncelerin çıkış noktasını da bu ailelerde aramak gerekmektedir. -Bu durumda ortaya nasıl bir kimlik çıktı? Osmanlı yönetiminin yerleşmesinden önce Makedonya halkının önemli bir kısmı, Hıristiyan heterodoksisi olarak bilinen Bogomil mezhebine mensuptu. Bu bakımdan, bunların Müslümanlığı kabul etmesi bir sorun oluşturmamış ve Bektaşiliğin burada kök salmasına uygun bir altyapı oluşturmuştur. Aynı şekilde, Sabetaycı ailelerin Arnavutluk’un Bektaşi toplumuna karışmaları, inançsal kimliklerini korumalarına yönelik ve gerçeklerle bağdaşan bir çözüm oluşturmuştur. Zamanla, Sabetaycı ve Bektaşi kimlikleri birbirleri ile uyuşarak, Dönme-Bektaşi-Mevlevi kimliği oluşmuştur. Kanımca, Makedonya’da yasamış ve Yahudi kökenleri açıkça belirlenmemiş ve Yahudi olduklarını iddia eden ve Sabetaycı toplumun 4’üncü bir kolu olarak kabul edebileceğimiz birtakım ailelerin çıkış noktasını da, bu toplumda aramak gerekmekte.
<< Önceki Haber Aksiyon, 'Yahudi Aleviler'i yazdı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER