ABD'nin kâbusu öteki "Hüseyin"i düşününce,
seçim kampanyasında pek vurgulanmıyor olmasına belki de şaşırmamak lâzım. Baba, Obama, Kenya'lı, Sudan'dan göçtükleri sanılan "Luo" kökenli
Müslüman bir aileye doğmuş; okumak için geldiği Hawaii'de okul arkadaşı "süt beyaz" dediği Kansaslı bir kızla evlenmiş; oğul Barack Hüseyin, 1961'de Hawaii'de doğmuş.
Anne-
baba, iki yıl kadar sonra ayrılmışlar; baba, eğitimini tamamlamak üzere Harvard'a giderken, anne, bu defa
Endonezyalı bir Müslüman'la evlenmiş. Barack Hüseyin, on yaşına kadar Jakarta'da, Endonezya dilinde eğitim görmüş. Annesinin ölümü üzerine Kansas'a, dedesinin "orta
sınıf" evine gelmiş. Liseden sonra, Columbia Üniversitesi'nde siyasal bilimler okumuş, uluslararası ilişkilerde uzmanlaşmış. Bir süre
Chicago'da, yerel
kalkınma projelerinde, düşük gelirli ailelerin konut ihtiyaçları üzerinde çalışmış; oradan, Harvard Hukuk Fakültesi'ne geçmiş; 1993'te fevkalâde yüksek notlarla
mezun olurken, okulun tarihindeki en başarılı karaderili öğrenci olarak
New York Times gazetesine geçmiş. Mezuniyetten sonra Chicago'ya geri dönmüş, bir yandan
seçmen hakları, ayırımcılık sorunları gibi toplumsal konuların avukatlığını üstlenirken, diğer taraftan da
Chicago Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde
ders vermeye başlamış. 2004 yılında Illinois seçmenlerinin %70'inin oylarını alarak, ABD Senatosu'na giren beşinci; Senato'ya seçilerek giren üçüncü Afrikalı
Amerikalı olmayı başarmış.
2004, Senato'ya Cumhuriyetçilerin hakim olduğu yıl; silâhsızlanma, yönetimde şeffaflık gibi konularında verdiği önergelerle isim yapan Obama, lobicilik faaliyetlerinin düzenlenmesi, seçim hilelerinin önlenmesi, küresel
ısınma, nükleer terörizm,
Irak'tan geri gönen
Amerikan askerlerine
yardım gibi konulardaki tutumuyla dikkat çekiyor. 2007'de başkanlığa
aday olduğunu açıklıyor; söz verdiği konular arasında Irak savaşını durdurmak da var.
Barack Hüseyin, Müslüman değil; babasının Müslümanlığı da kâğıt üstünde bir Müslümanlıkmış. Dindar bir ailede yetişmemiş. Kendisinin dinle ilgisi yerel kalkınma projeleri üzerinde çalışırken
işbirliği yaptığı kiliselerden kaynaklanmış. Amerika'da ciddi bir toplumsal dönüşümü "Afrikalı Amerikalıların dinî geleneklerinin sağlayabileceği"ne inanmış. İnancın kendisine "eleştirel düşünceyi,
ekonomik ve sosyal
adalet için savaşmayı ya da tanıdığı ve sevdiği dünyayı terk etmesini" dayatmadığını görmüş. Ve nihayet, Chicago'daki "Trinity
United Church of Christ" kilisesine girmiş ve vaftiz olmuş. İşin ilginç yanı, bu kilisenin münhasıran bir Afrikalı-Amerikan "megakilisesi" olması: "Biz ne karaderili, ne de Hıristiyan olmaktan utanan bir cemaatiz" diye ortaya çıkmışlar. 1972'de sadece 87 üyeleri olduğuna bakılırsa, yeni bir oluşum; önderleri Jeremiah A. Wright, Jr, bir zamanlar "Baptist"miş (Başkan
Bush'un mezhebi) ancak, sıtkı sıyrılmış ve ayrılmış. Barack Hüseyin'in böylece benimsediği kilisenin temel misyonu, karaderili Amerikalıların haklarını korumak. Mealen, şöyle: "Siyahların dinî duyguları ve geleneklerinde gömülü olan köklerimiz, derin ve ebedidir. Biz Afrikalı bir
halkız ve medeniyetin beşiği, ana kıta olan 'ata toprağına sadakatla bağlıyız.' Biz kölelik günlerimizde ve uzun ırkçı gecelerinde haccımızı sürdürürken Tanrı'nın gözleri hep üstümüzde oldu. Bize haksızlığa karşı çıkan bir halk, bir cemaat olma gücünü veren Tanrı'dır. Tanrı'ya duyduğumuz inancı, Siyahlar için tertiplediğimiz ayinler, Siyah Topluma
hizmet eden papazlar aracılığıyla teyid ederiz."
Barack Hüseyin'in özetlemeye çalıştığım arkaplânının gelmiş geçmiş hiçbir Amerikan başkanı şöyle dursun, başkan adayında olmadığı muhakkak. Nüfusunun %90'ı beyaz, muhafazakâr çiftçilerden oluşan Iowa önseçimlerini
Hillary Clinton gibi yerleşik ve elit politikacıdan almış, New Hampshire önseçimlerini pek az bir farkla gelmiş olması, Amerikan seçmenlerinin bundan böyle geçmişi bırakıp, ileriye bakmak,
gençlerini "yeniden kazanmak" istemlerine yoruluyor. AlterNet yazarlarından Arianna Huffington, Obama'nın başarısının Amerikalılara hayallerindeki Amerika'yı "iyimser, ileriye dönük, risk almaktan korkmayan" Amerika'yı hatırlattığı için önemsendiğini söylüyor. "2004 seçimlerini Bush'un yeniden kazanmış olması, korku ve korku-tellallığına dikilmiş bir abide gibiydi. Bush/Cheney Planlarının A'sından Z'sine kadar, her aşamasından korkuyorduk... /Bush'un/ korku senaryosu Amerika'da başarılı oldu, Bush/Cheney ikilisinin
icat ettikleri mantar
bulutu görüşümüzü yamulttu, zihinlerimizdeki sığınaklara koşarken, umuda değil, korkuya yöneldik. Bu arada Clinton'lar -Clinton'ların Hillary olanı- Iowa'da Bush'un izinden gitti, tekrar ve tekrar, korku kartını oynadı. Bizi 'Obama'dan korkun!' diye uyardı, 'Yeni olan, farklı olandan korkun. Obama, bizim düşmanlarımızla bir araya gelebilir. Göbek adı 'Hüseyin.'
Medrese okulunda okudu. Eski başkan da Obama'ya oy vermenin zar atmak gibi bir şey olacağını söyledi. Iowa'lılar Clinton'ları dinlediler ve zar atmayı
tercih ettiler. Obama seçimi kazanmayabilir; korku, umudu bir kez daha yenebilir, ama hiç değilse Amerika'nın yüzüne bir ayna tuttu. Clinton, Edwards, hatta Huckabee ya da Guiliani'den yana olun, Obama'nın tuttuğu aynada gördüğümüz Amerika,
ülkemizi nasıl bir ülke olarak görmek istediğimizi gösterdi. Her ne kadar geçen yedi yılda, genç, iyimser, ileriye
bakan, risk almaktan, büyük hayaller kurmaktan uzak kaldıysak da, bizim düşlediğimiz Amerika, Iowa'daki Amerika'ydı. Clinton, yakın arkadaşlarına, Hillary kazanmazsa, Philadelphia'daki münazaradaki kararsız tutumundan dolayı kazanamayacak demiş. Ama öyle değil. Hillary kaybederse, kendi kararsızlığından değil, Bill Clinton'un küstah, üstenci, küçümseyici ve korku-tellâlı tutumundan kaybedecek. Bill Clinton'un lâf-çevirmesi, lâf yuvarlaması, savaşa her zaman karşı olma gibi beylik lâflar etmesi, kendi yönetiminde Hillary'nin Sarayova'dan Ruanda'ya kadar her krizde doğru tarafta olmuş olduğunu söylemesi gibi '90'lı yıllardan kalma alışkanlıklarından dolayı kaybedecek. Iowa'daki seçmenler geçmişi hatırladılar ve geriye dönmek istemediklerine karar verdiler... Söylediğim gibi, Obama kazanmayabilir ama ben korku tellallığının siyasi bir taktik olarak öldüğünü görmek istiyorum. Bu taktiğin, Obama gibi, Amerika'ya gençliğini ve iyimserliğini hatırlatan "olmayacak" bir
aday adayı ("olmayacak" sözü kendisine aittir) tarafından gömüldüğünü görmek istiyorum."
Bir diğer yazar, Deval Patrick, "Amerika'nın Obama'ya ihtiyacı var" başlıklı yazısında, Barack Hüseyin'in Irak savaşına son vermek, sağlık hizmetlerini tüm halka yaymak, okulları adam etmek, gezegeni kurtarmak gibi vaadlerinden öte, elit bağlantılarına tevessül etmeden, partizan ilişkilere yaslanmadan, husumetlerden medet ummadan, kısacası, sağ-sol ayrışması değil, doğru-yanlış ayrılması üzerinde yoğunlaşması nedeniyle Amerika için önemli olduğunu söylüyor. "Kitapları tanıdığı kadar sokakları da tanıyan; güçlünün yanında ne kadar rahatsa güçsüzün yanında da o kadar rahat olabilen, kendisiyle bu kadar barışık bir aday bir kuşakta bir kez gelir. Amerika'nın
kuantum sıçraması yapması için fırsat bir kuşakta bir kez gelir.
Barack Obama, Amerika'nın kuantum sıçraması yapması için bir fırsattır." Değirmenin suyunun nereden geldiğine gelince; burada da, multi-
milyarder iş kadını Penny Pritzker'i görüyoruz. Hyatt Regency oteller zincirinin sahiplerinden olan Pritzker, Barack Hüseyin'e
finans desteği için 2004'te olduğu gibi 2008'de de kollarını sıvamış. Kendisi de Harvard Hukuk mezunu olan Bayan Pritzker,
Forbes dergisi tarafından derlenen listede dünyanın en güçlü 100 kadınından birisi sayılıyor.
ALEV ALATLI