Dünyanın öbür ucu sayılabilecek
Şili,
Arjantin,
Uruguay gibi
ülkelerde tanıştığınız insanların aslında
İzmirli,
Tokatlı, Antepli, Çanakkaleli veya
Ordulu olduğunu öğrenseniz ne hissederdiniz? Santiago, Montovideo ve
Buenos Aires'te tanışacağınız insanlardan bazıları, dedelerinin
Türkiye doğumlu olduğunu söylediğinde ne düşünürsünüz? Ya sizinle
diyalog kurarken
Türkçe konuşmayı
tercih ettiklerinde… 1800'lerin sonlarında başlayan ve İkinci Dünya
Savaşı yıllarına kadar devam eden bir göçün günümüze ulaşan hikâyesi bu dosyanın ana konusu. Kahramanları ise
Osmanlı Devleti'nin pasaportu ve nüfus kâğıdıyla yeni vatanlarına yerleşen Türk
Yahudiler… Bugün onların izini torunları vasıtasıyla sürmek mümkün. Dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi,
Aksiyon'un Şili ve Arjantin'de yaptığı araştırmalar yine bir Osmanlı mührünü ortaya çıkardı.
"Dedelerimden biri, Osmanlı
sultanlarına hizmetkârlık yapmış. Bu sebeple soyadımız Sultani olarak kalmış." Halen Buenos Aires'te
tekstil işiyle uğraşan Osvaldo Sultani'ye ait bu ifadeler. Aynı zamanda Arjantin Seferadi Federasyonu Başkanı olan Sultani'nin
babası İzmir, dedesi ise
İstanbul doğumlu. Arjantin'de doğmasına rağmen kendisini İzmirli olarak görüyor. 1492'de
İspanya'da başlayıp, Osmanlı topraklarında 400 yıl devam ettikten sonra
Güney Amerika'ya kadar uzanan Seferad Yahudilerinin ilginç göç hikâyesinin yüz binlerce kahramanından biri o. Dedelerinin tebaası olduğu Osmanlı ve Türkiye'ye karşı büyük bir hayranlık besliyor. Nitekim
iş yerinde görüştüğümüz Sultani'nin, ekibimize "Türk kahvesi" ikram etmesi, onun Türkiye'ye karşı duyduğu sevginin sembolik bir göstergesiydi.
NAZİ KORKUSU GÖÇLERİ HIZLANDIRDI
Resmi rakamlara göre Arjantin'deki Yahudi varlığı 250-260 bin arasında. Yine resmi rakamlara göre bunların yüzde 30'u Seferad Yahudisi. Osvaldo Sultani, kendilerine göre bu oranın yüzde 40 olduğunu söylüyor. Buna göre Seferad Yahudilerinin Arjantin'deki sayısı 100 bini aşıyor. Şili'de ise rakam 2-4 bin civarında.
Güney Amerika ülkelerinde yaşayan Seferadilerin yüzde 50'si Arjantin'de bulunuyor. 30 üyeli Dünya Seferadiler Federasyonu'nun Yönetim Kurulu'nda yer alan Osvaldo Sultani, 30 kişinin 15'inin
İsrail'de yaşayan üyelerden oluştuğunu belirtiyor. Peki, 1492'de İspanya'dan kovulduktan sonra kendilerine kucak açan tek ülke olan ve yüzyıllarca sancağı
altında huzur içinde yaşadıkları Osmanlı'ya büyük minnet duyan Seferadiler, neden yüzyılın başında Güney Amerika'ya göç etti?
Bu sorunun farklı
cevapları var; ancak temel gerekçeleri üç başlık altında özetlemek mümkün: Savaş şartları,
yoksulluk ve Nazi tehdidi. Tercihin Güney Amerika olmasının sebebi ise bu ülkelerde
İspanyolca konuşulması ve
ekonomik imkânlar. İspanya kökenli Seferadiler göçten önce de zaten bu dili konuşuyordu. Onların kendilerine özgü diline ise Ladino adı veriliyor. Gerçi bu dilin de İspanyolcadan pek bir farkı yok.
TÜRK VATANDAŞLIĞI VE TÜRKÇE KURSLARI
Şili'de yaşayan Seferadilerden Metin Mizrahi, "
İkinci Dünya Savaşı yıllarında bölgenin süper gücü Arjantin'di. Neredeyse bütün dünyayı besleyecek bir tarımsal kapasiteye sahipti. O açıdan bizim için bu topraklar çok cazip bir göç alanıydı." diyerek, Güney Amerika tercihinin altında yatan gerçeğe dikkat çekiyor. Şüphesiz o dönemde Nazi
Almanyası ve Mussolini
İtalyası'nın etkisini de unutmamak lazım.
Bulgaristan sınırına dayanan Alman Ordusu'nun, İstanbul'u da işgal ederek bütün Yahudileri yok edeceği haberlerinin göçleri hızlandırdığı da muhakkak.
Arjantin'de yaşayanlar zaman içinde Türk vatandaşlığı haklarını kaybetmiş. Yeni nesil ise çoğunlukla sadece Arjantin vatandaşı. Buna rağmen kökenlerinden kopamayanlar tekrar Türk vatandaşlığına geçebilmenin yollarını araştırıyor. Türkiye ile Güney Amerika arasındaki ilişkilerin çok zayıf olması birçoğuna, baba ve dedelerinin dili olan Türkçeyi de unutturmuş. Birinci ve ikinci nesilden hayatta olanlar halen Türkçe konuşuyor ancak orada doğanlar için Türkçe artık sadece nostaljik bir tat. Kısa süre önce Buenos Aires'te faaliyete geçen Arjantin-Türk
Dostluk Vakfı ise dedelerinin dilini öğrenmek isteyenler için bir heyecan dalgasına sebep olmuş. Vakıftaki Türkçe dersleri, Seferadiler,
Ermeniler ve diğer Türkiye kökenlilerden büyük ilgi görüyor.
Tekstil işiyle uğraşan David Saban, 1942 İzmir doğumlu. 1951'de
ailesiyle Arjantin'e göç eden Saban, ilerleyen yaşına rağmen Türkçe derslerini kaçırmayanlardan. Türkiye'den gelenleri karşısında görünce hemen nüfus cüzdanını çıkararak, Esmirna (İzmir) Turquia (Türkiye) yazan doğum yerini gösteriyor büyük bir heyecanla. Aslında o, 18 yaşına kadar
Türk vatandaşıymış. Hatta askerlik görevini yaparak, vatandaşlığını sürdürmek için Türk Elçiliği'ne başvurmuş ancak netice alamamış. 24 yaşında askerlik için tekrar müracaatta bulunduğunu ancak o zaman da vatandaşlıktan çıkarıldığını öğrendiğini söylüyor. Tekrar nasıl vatandaş olurum arayışında şimdi.
Dr. Mario
Peres Lerea da, Türk vatandaşlığına geçmek isteyenlerden. Bir yandan sorularımızı cevaplarken, bir yandan da, "Ben de size bir soru soracağım. Nasıl Türk vatandaşı olabilirim?" diyor. O da İzmir kökenli. 1920'de babaannesi, dört oğlunu alarak İzmir'den Arjantin'e göç etmiş. Geride kalan babadan bir daha haber alınamamış. Neden büyükbabasının kendileriyle birlikte gelmediğini halen bilmiyor. Neden Türk vatandaşı olmak istediğini sorduğumuzda ise ilginç bir cevap veriyor: "Diğer ülkelerden gelen Yahudiler, geldikleri ülkenin vatandaşı aynı zamanda. Ben de ailemin geldiği ülkenin vatandaşı olmak istiyorum."
BUENOS AIRES’TE İZMİRLİLER MAHALLESİ
Arjantin'e göç eden Seferadiler, zaman içinde yakınlarını yanlarına taşımış. Mario P. Lerea, "Babaannem buraya güvenle geldi; çünkü daha önce yakınlarımız gelmişti. Hatta burada İzmir'den gelenlerin oluşturduğu bir mahalle bile vardı." diyor. İzmirlilerin Buenos Aires'teki mahallesinin adı
Villa Crespo. Ama bu mahalle bir "getto" tarzında değil. Onu şehrin diğer noktalarından ayıran en önemli özelliği mahallenin tam ortasındaki sinagog. İzmirli Seferadilerin, Arjantin'deki en büyük sinagogu bu mahalleye inşa ettiklerini öğreniyoruz. Yapım yılı 1914. Ancak 1960'ta yıkılıp, aynı noktaya daha büyük olarak inşa edilmiş.
Arjantin'de Seferadileri bir araya getiren dört önemli unsur var: sinagoglar, Yahudi kolejleri, sosyal kulüpler ve Yahudi mezarlıkları. Sosyal faaliyetler mahallelerde gerçekleşiyor. Daha çok birinci kuşağın kurduğu mahalleler, ikinci ve üçüncü nesle geçilmesiyle eski ilgiyi görmüyor. Bu semtlerde doğanlar, daha fazla uyum sağlamak gerekçesiyle başka bölgelere taşınıyor. Lerea, "Ben o mahallede doğup büyüdüm, ama evlenince diğer bütün Seferadiler gibi başka bir bölgeye taşındım. Yeni kuşak,
toplumla daha fazla kaynaşma çabasında." diyor. Mahallenin gözlükçüsü
Rafael Emanuel ise ilk gelenlerin açtıkları İzmir Cafe ile Şark Köşesi Kahvesi'nin yıllar içinde kapandığını dile getiriyor. Yani göçün en bariz iki simgesi zamana yenik düşmüş.
Seferadilerin hemen hepsi Osmanlı hayranı. İspanya'dan kovulan ilk grubu kabul eden Sultan 2. Beyazıt'ın ismine ve resimlerine her ortamda rastlamak mümkün. Yüzyılın başına kadar, hayat tarzlarına ve inançlarına büyük saygı gösteren Osmanlı'yı unutmuyorlar. Dedelerinden kalan Osmanlı pasaportları ve Osmanlı nüfus kâğıtlarını özenle muhafaza ediyorlar. David Saban, birçok Seferadi gibi doğup büyüdüğü İzmir'in Asansör semtini üç yıl önce ziyaret etmiş. Orada akrabalarını bulduğunu, yeğenlerinin birçoğunun
Müslümanlarla evlendiğini söylüyor. Kendisine Arjantinli arkadaşlarının 'Türk' diye hitap etmesi hoşuna gidiyor: "Burada neredeyse Seferadiler kadar Türkiye'den gelen Ermeni de var. Kendi aralarında genellikle Türkçe konuşurlar. Bir gün bir ortamda yine Türkçe konuştuklarını görünce, 'ben de Türküm' diye onlarla tanışmak istedim. 'Biz Türk değiliz, sen de Türk olduğunu başkasına söyleme' diye uyardılar."
Arjantin'e Seferadi göçleri 1890'lardan itibaren başlayarak, yüzyılın başında hız kazanmış. İzmir'in göç vermeye başlaması ise 1903-04 yıllarına rastlıyor. Ülkedeki ilk resmi Yahudi kuruluşu olan Arjantin Seferadi Derneği 1914'te kurulmuş.
Rodos,
Selanik, İzmir gibi yerlerden gelenler de kendi derneklerini kurmuş.
MATBAAYI OSMANLI’YA SEFERADLAR GETİRDİ
1937 İstanköy adası doğumlu Dr.
Jose Menasce, henüz üç yaşındayken ailesiyle birlikte Arjantin'e göç etmiş. Şimdi bir
Yunan adası olan İstanköy'ün, o zaman İtalyanların denetiminde olduğunu hatırlatıyor: "Bizi buralara kadar getiren o zamanın faşist İtalyan kanunlarıdır. Onların zulmünden kaçmak için doğduğumuz toprakları bırakmak zorunda kaldık." Dr. Menasce'nin annesi
Muğla Milas doğumlu. Dedesi ise Osmanlı askeri olarak Birinci Dünya Savaşı'na katılmış ve bir daha geri dönmemiş. Arjantin'de üç farklı Seferad grubu bulunuyor. Bunlar,
Halep-Şam kökenliler, Fas kökenliler,
Balkan kökenliler ve Türkiye kökenliler (Selanik-İstanbul-
Anadolu illeri-İzmir ve
Adalar). Türkiye ve Balkan kökenliler, Güney Amerika'ya Osmanlı pasaportu ve nüfus kâğıtları ile gelenler.
Osvaldo Sultani'ye göre ailesinin göç sebebi daha çok ekonomik sıkıntılar. "Babam ve dedem buraya geldiklerinde kendilerine
küçük bir İzmir kurmuşlar." diyor. Türk yemekleri ile büyümüş. Baklava, kadayıf, sarma halen çok iyi bildiği lezzetlerden. Üçüncü nesle ulaşılmasına rağmen Türkiye'den kalma alışkanlıkların devam ettirildiğini söylüyor. Osmanlı'nın din özgürlüğüne gösterdiği saygının neticesi olarak İzmir'in Seferadlar için çok önemli bir merkez haline geldiğini belirterek, "Yıllarca hahamlar orada yetişip, ihtiyaç olan noktalara gönderilmiş. Günümüzde Yahudilerin merkezi İsrail olmasına rağmen, halen oradaki hahambaşının giydiği altın işlemeli
elbise İzmir'de hazırlanıp gönderiliyor." diyor.
İŞİMİZİ BIRAKIP 29 EKİM’E KATILIRIZ
Dr. Menasce gördükleri ilgi ve korumaya karşılık, Seferadların da Osmanlı'ya önemli katkılar yaptığı görüşünde. İspanya'nın o zamanki bilgi ve teknolojisini Osmanlı'ya onlar taşımış. İlk matbaaları da onlar kurmuş. Kendilerini İspanya'dan kovmalarına rağmen İspanyol dilini hiç unutmadıklarını da hatırlatıyor Menasce: "Osmanlı'dan ise bu kadar ilgi ve himaye gördük, bunu nasıl unutabiliriz."
Arjantin'deki Seferad toplumunun temsilcileri, Türk elçiliğindeki 29
Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonlarına düzenli olarak katılıyor. Osvaldo Sultani, "Her işimizi bırakıp mutlaka
29 Ekim'de bulunuruz." diyor. Seferadiler Arjantin'de yılda 2-3 kez Türk gecesi düzenliyor. Bu gecelere, Seferadi Federasyonu'na bağlı 69
sivil toplum kuruluşu katılıyor. Arjantin Seferadları iş hayatı açısından bütün sektörlere dağılmış durumda.
Fakir olanlar için Buenos Aires'de aşevleri var ve bu insanlara düzenli
yardım yapılıyor. Şehirde Seferadlara ait 8 okul bulunuyor. Son yıllarda Yahudileri İsrail'de toplama projesi konusunda ne düşündüğünü sorduğumuzda, Sultani böyle bir niyetlerinin olmadığını, Yahudilerin Arjantin'de herhangi bir ayrımcılığa uğramadığını belirtiyor: "Gidenler oluyor zaman zaman ancak onlar da geri dönüyor. Bazıları din adamlığında yükselmek, haham olmak için gidebiliyor. Burada yeterli iş imkânı bulamadığı için gidenler de var."
OSMANLI’DAN SONRA RODOS’TA KALAMADIK
Liliana Benveniste, asıl işi bilgisayar öğretmenliği olan bir müzisyen. Rodos kökenli Benveniste, Seferadi müziği icra ediyor. Arjantin'de hatırı sayılır bir şöhreti var. Bu müziğin iki türü olduğunu anlatıyor. Birincisi, İspanya'dan ayrılmak zorunda bır
akılanların geliştirdikleri
müzik türü, diğeri de sorun yaşanmadan önce İspanya'dan koparak, genellikle
Kuzey Afrika ülkelerine yerleşen Seferadların kendilerine has müziği. İspanya'dan koparak Anadolu'ya yerleşenlerin yaptığı müziğin İspanyol-Osmanlı karışımı olduğunu söylüyor. Darbuka, ud, tef gibi enstrümanlar kullanılıyor. Yaptıkları dualarla müziklerinin paralellik arz ettiğini söylüyor.
"Bizim müziğimizi duyan
ilahi okuduğumuzu zannedebilir! O kadar yıl Rodos'ta yaşadık ama hiç Yunan etkisi yok. Buna karşılık, Osmanlı'dan her anlamda etkilenmiş bir hayatımız var burada." diyor Liliana Benveniste. Seferadiler, geçmişlerini belgeleyen eski fotoğraf ve belgeleri çok iyi muhafaza etmişler. Bayan Benveniste de, diğerleri gibi hemen ailesinin Türkiye fotoğraflarını ortaya döküyor. En ilginci ve elbette en değerlisi, dedelerini Rodos'tan Arjantin'e getiren aile pasaportu.
Osmanlıca ve Fransızca tanzim edilmiş bir Osmanlı pasaportu bu.
Bayan Benveniste'nin mühendis kocası Marcelo da,
hobi olarak müzikle uğraşıyor. İkili programlara birlikte katılıyor. Rodos Osmanlı kontrolündeyken Yahudilerin ne kadar rahat yaşadıklarını, İtalya ve Almanya'nın kontrolü ele alması ile sıkıntıların başladığını belirtiyor. Adada bugün sadece 10 Seferadi aile yaşıyor. Diğerleri yaşanan sıkıntılardan dolayı Güney Amerika'ya göç etmiş. Rodos günleriyle ilgili bir hatırasını şöyle naklediyor Marcelo Benveniste: "
Eylül 1943'te
Alman ordusu Rodos'u kontrolü altına aldı.
İngilizler 1944'ün ilk aylarında adayı bombardımana tuttu. Bu saldırılarda ölen Yahudiler de oldu.
Cemaat bir yandan Alman işgali, diğer yandan İngiliz bombardımanı altında adanın artık güvenli olmadığını anladıklarından dinen değerli olan Tevrat rulolarını ve kitaplarını saklama kararı aldı. Bunların içinde 800 yaşında bir Tevrat da vardı. Bu o dönemde dünyadaki en eski nüshalardan biriydi. Bu nüshalar gizlice Rodos Müftüsü Şeyh Süleyman Kaslıoğlu'na teslim edildi. Müftü Tevrat nüshalarını Murad Reis
Camii'nde sakladı. Burası Rodos'un
Yenişehir bölgesinde olup bombardımanda güvenli sayılabilecek bir uzaklıktaydı. Temmuz 1944'te Rodos Yahudileri Auszchwitz toplama kamplarına sürüldü. Gönderilen 1676 Yahudi'den sadece 151'i hayatta kaldı. Savaştan sonra Tevrat nüshaları, Müftü Kaslıoğlu tarafından adada kalan küçük cemaate iade edildi."
Arjantin, bünyesindeki dinlerin kaydını tutma konusunda hassas davranan,
kayıtlı dinî cemaatlere sosyal haklar tanıyan ve etkinlik
düzenleme izni veren bir ülke. Dinler Kayıt
Merkezi Direktörlüğünü yürüten Dr. Jose Camilo Cardoso, Seferadi göçlerinin başlangıç tarihi olarak 1860 tarihini veriyor. İlk gelenlerin sayıları hakkında net bilgiler yok. Seferadi cemaati ağırlıklı olarak başkent Buenos Aires’te yaşıyor. Cemaatin çoğunluğu ticaret yapıyor. Tekstil, dokuma, otelcilik ve Koşer
restoran zincirleri, yoğunlaştıkları iş alanları. Dr. Cardoso kendilerine kayıtlı 100 farklı Yahudi cemaati olduğunu söylüyor. Seferadileri, yaşadıkları toplumla ‘uyumlu’ insanlar olarak niteliyor. Çatışmacı yönleri olmadığı gibi özellikle ticaret ve eğitim alanında Arjantin’e katkıları olduğunu belirtiyor. Amerika,
Fransa, İsrail ve İtalya ile olan iyi ilişkileri ülkenin Batı’daki imajına olumlu katkı yapıyor. Ülkede en önemli otellerin sahiplerinin Seferadi olduğunu da belirten Cardoso, büyük ekonomik yatırımlarla istihdama önemli katkılar yaptıklarını da belirtiyor.
Şili'de yaşayan Yahudi cemaatinin başında ailesi Tokat kökenli
işadamı Sami Mizrahi var. Santiago'daki müzede, göç yıllarına ait dokümanlar bulunuyor. O yıllarda Seferadilerin Osmanlı vatandaşı olduklarını gösteren nüfus kâğıtları, devlet arması, Türk işi el örgü örnekleri ve nargileler burada sergileniyor. Sami Mizrahi, İstanbul'da doğmuş ve 3 yaşındayken ailesiyle Arjantin'e gelmiş. 6 yıl orada yaşadıktan sonra Şili'ye taşınmışlar. 23 yıllık bir Venezüella döneminden sonra tekrar Şili'ye dönen Mizrahi, halen Şili Birleşik Seferadiler Derneği Başkanı.
ÇANAKKALE’DE KÖKENLERİMİ ARADIM AMA...
Bütün Seferadiler gibi o da kendi cemaatinin göç hikâyesini anlatırken, İkinci Dünya Savaşı'nda yaşanan Alman korkusundan bahsediyor: "Almanlar gelecek İstanbul'u da alacak diye haberler alıyorduk. Bu cemaati ciddi şekilde tedirgin etti. Birinci Dünya Savaşı'nda da Osmanlı Almanlarla birlikte olduğu için yine benzer bir durum olabilir korkusu ile Güney Amerika'ya göç ettik. Babalarımız Arjantin'e gözyaşlarıyla geldi ve geri dönemedikleri için hep acı çekti." Mizrahi, Şili'deki Türkiye büyükelçiliği ile yakın ilişkileri olduğunu, yeni gelen elçilerle tanışmayı gelenek haline getirdiklerini söylüyor.
Vanina Soledad Cena, Buenos Aires'te üniversite öğrencisi bir
genç kız. Büyük dedesi Salomon Ruso'nun Çanakkaleli olduğunu söylüyor. Bize gösterdiği büyük dedesinin Osmanlı pasaportunda doğum yeri Dardanelle-Turguia olarak geçiyor. Ruso, 1906'da 18 yaşındayken iki erkek kardeşiyle Türkiye'den ayrılır. Gerekçesi ise yaşanan savaşlar ve Ruso ailesinin de savaşa gitmek zorunda kalmasıdır. Yolculuğun büyük bir gemi ile gerçekleştiğini söylüyor Vanina. Büyük dedesinin asıl planının ABD'ye gitmek olduğunu ancak bunun gerçekleşmediğini de ekleyerek. Büyük dedesi, büyük ninesiyle Buenos Aires'te tanışır ve evlenir. Bir erkek ve bir kız çocukları dünyaya gelir. Vanina, kökenlerini araştırmak için geçen yıl Çanakkale'ye gelir ancak Türk arkadaşlarının yardımıyla da olsa hiçbir bilgiye ulaşamaz. Halen en büyük isteği, geçmişi hakkında daha geniş bilgilere ulaşabilmek.
Bu hikâyede de görüldüğü gibi Osmanlı coğrafyasından Güney Amerika'ya yaşanan göçler sadece Seferad Yahudileri ve Ermeniler ile sınırlı değil. Çünkü Vanina'nın ailesi, Ermeni veya Seferadi değil. Tam bir çokkültürlülük ve birlikte yaşama projesi olan Osmanlı'nın, ne kadar farklı kültür ve inançtan insanlardan müteşekkil bir yapı olduğunu da gösteriyor bu insanların hikâyeleri. Kıtanın '
Kayıp Osmanlıları, aslında bizim adımıza muhteşem bir geçmişin mirasçılığını yapıyor. Bizim de fark etmemiz ve hakkını vermemiz gereken bir geçmişin…
OSMANLI SİSTEMİ HENÜZ ANLAŞILAMADI
Metin Mizrahi, Şili'nin başkenti Santiago'da yaşıyor. İşadamı olan Mizrahi,
makine mühendisi. O da kardeşi Sami gibi 6 yıllık bir Arjantin macerası sonrası, 1955'te Şili'ye taşınmış ve devamında 1992'ye kadar Venezüella'nın başkenti Caracas'ta yaşamış. 6 yıl önce Osmanlı
sistemini incelemeye başlayan Metin Mizrahi'ye göre Osmanlı'nın hayatı organize eden prensipleri ve insanlara duyduğu saygı muhteşem. Hıristiyan ve Ortodokslarla kıyaslandığında Osmanlıların çok üstün bir sistem kurduğunu; ama bundan ne Yahudilerin, ne Yunanların ne de
Avrupalıların haberi olduğunu söylüyor: "Farklı dinî gruplara karşı saygı üzerine kurulu sistemin prensiplerini bilmek lazım. İnsanların düşüncelerini değiştirmeye çalışmadılar. Cemaatlerin kurulmasına izin verdiler. Küçük küçük dahi olsa cemaatler kendilerini koruyabiliyorlardı."
Ailesinin yaşadığı Tokat hakkında da araştırma yapan Metin Mizrahi, "Babam Tokat'ta doğmuş. Büyük babam ve onun babası da orada yaşadı. Oraya nasıl ulaştıklarını merak ediyorum. Babamın anlattığına göre onun büyük büyük babası 106-107 yaşına kadar yaşamış. Çok iyi at binermiş." diyor. Atalarının kervansaraylarda çalıştığını, kervanların organizasyonuyla uğraştığını, ticaret rotasında malların hareketini takip ettiğini belirtiyor. Hem İpek hem Baharat Yolu güzergâhındaki Tokat'ın 6000 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu vurgulayarak, her yıl buraya
gezi organize ettiğini, bu sene akrabalarından bir kısmını götürmeyi planladığını dile getiriyor.
Mizrahi'ye göre, Şili'de Yahudilere yönelik bir ayrımcılık yok. Şu anda üç büyük Yahudi grubundan bakanlar var. Birisi Sefaradlardan. O bakanın büyük babası İzmir'den gelmiş. Büyükannesi de İzmir'in hemen önündeki Kios adasından. Elinde
Türk musikisi derlemeleri (1920'lerden) olduğunu hatırlatan Mizrahi, "Oğlum ve kızım Tarkan'ı dinliyor. Ben genelde Türk müziğini seviyorum." diyor.
TÜRK ORDUSU’NDAN MADALYA ALAN ERMENİ
Mıgırdiç Bilir, nam-ı diğer Mithat Bilir. 1926 Ordu doğumlu bir Ermeni. 1957'de Türkiye'den ayrılmış. Avrupa'da
işçi olarak tutunamamış. Paris'te tanıştığı bir Arjantinlinin önerisi ile bu ülkeye gelmiş. İşin ilginç yanı halen Türk vatandaşı olması. Arjantin'de vatandaşlığa geçmemiş.
Nüfus kağıdını gururla gösteriyor. Çevresindeki Türklerin, 'Mıgır Amca' hitabından oldukça memnun.
Askerliğini
Erzurum İspir'de yaptığı için, vatandaşlık sorunu yaşamamış. Söz askerlikten açılınca başlıyor hatıralarını anlatmaya: "1946 yılıydı; bir haber geldi, Sovyetler sınıra asker yığmış diye. Bölükle birlikte 5 gün yürüdük ve Hasankale'ye geldik. Yüzbaşım Mustafa Topbaş'tı. Bana görev verdi. Ben de askere, 34
model makineli tüfeği gözleri kapalı olarak açıp temizlemeyi öğrettim. Sonra Alvar köyündeki
çavuş kursuna gittim. Erzurum'a bölüğe dönünce bu kez askerlere kızakla kaymasını öğrettim. Atlet olduğum için bölüğü yarışmalara hazırladım ve bizim bölük 3. ordu
atletizm şampiyonu oldu. Türk Ordusu'ndan aldığım başarı nişanları ve
madalyalarım var." Bu yaz Erzurum'a giderek askerlik yaptığı birlikleri ve
Abdurrahman Gazi türbesini ziyaret etmek istiyor.
Mithat Bilir'e göre Osmanlı'yı İngilizler yıktı.
Millet-i sadıka olarak yaşayan Ermenileri Osmanlı'ya karşı kışkırtan da yine İngilizler. Bu ülkeye karşı öyle bir öfkesi var ki, 1982'de Arjantin ile
İngiltere arasındaki Falkland Adaları savaşında, Arjantin saflarında savaşa katılmak için müracaat bile etmiş. Yaşlı olduğu için bu talebinin geri çevrildiğini söylüyor. Türkiye karşıtı Ermenilere de
prim vermiyor: "Türkiye'den geldiğimiz için onlar bize bile kızıyor, düşmanlık yapıyor. 1940'lardan itibaren Türkiye'den ayrılan Ermenilerin hepsi Türkiye için canlarını verir. Sultan 2. Mahmut zamanında Ermeniler vezirlik makamına bile yükselmişti. Batılılar bu gerçeği bildikleri için iki millet arasına fitne soktu."
Mithat Bilir'in hikâyesini ilginç kılan bir başka unsur ise dayısının bir cami imamı olması. Dayısının Ermeni bir evlatlık olduğunu belirterek, "Tehcir sırasında Müslüman bir aile dayımı evlatlık almış. Müslüman olarak yetiştirilmiş. Önce hafız sonra cami imamı olmuş.
İmam olarak da
vefat etmiş." diyor. Çocuklarına da iyi derecede Türkçe öğrettiğini söyleyen Mithat Bilir'in Arjantinli eşinden bir kızı, bir oğlu ve onlardan da torunları var.
Bilir'in yakın arkadaşı Agop Arzumanoğlu İstanbul Ermeni Esayan Lisesi mezunu. 1948'de 17 yaşındayken ailesiyle Arjantin'e göç etmiş. "Bana sebebini sormayın, pek olumlu şeyler söyleyemem çünkü." derken, tek parti döneminin varlık vergisine ve azınlıkların çektiği sıkıntılara gönderme yapıyor. Arzumanoğlu
emekli bir
futbol hakemi, 26 yılı faal hakemlik olmak üzere Arjantin Futbol Federasyonu'nda 41 yıl görev yapmış. Soy ismini duyunca akla hemen Türkiye Süper Ligi hakemlerinden İsmet Arzuman geliyor. Kendisinin de onun ismini duyduğunu belirten Arzumanoğlu, "Ancak bu sadece isim benzerliği, hiçbir akrabalığımız yok." diyor.
BABAM ANTEP’TE LAHMACUN USTASIYDI
Nasılsınız diye sorulunca, 'iyi diyelim iyi olalım' gibi, Anadolu'ya özgü bir deyimle cevaplıyor sizi
Maria Rosa Adjoian ya da Arjantin'de yaşayan Türklerin deyimiyle 'Maria Nine.' 66 yaşındaki Ermeni Adjoian, Türkçeyi Antepli bir lahmacun ustası olan babasından öğrenmiş. Ailesinin Arjantin'e geliş tarihlerini tam olarak bilmiyor ancak Birinci Dünya Savaşı'ndan kaçarak, gemiyle geldiklerini söylüyor. Annesinin babası Agop Nazaryan'ın, Osmanlı zamanında Antep Vilayeti'ne danışmanlık yapan ve şehirdeki problemlerde sürekli kendisinden akıl istenen,
bilge bir kişi olduğunu belirtiyor. Türklerle Ermeniler arasında halen yaşanan sıkıntılara akıl sır erdiremiyor Maria Nine ve soruyor: "Nasıl oldu da aramızda böyle problemler çıktı? Babam ud çalar, Türkçe şarkılar söyler, bunları kasete kaydederdi." Maria Nine'nin dedesi Agop, aynı zamanda bir fes üreticisiymiş. Onun, Osmanlı Ordusu için fes ürettiğini söylüyor. Arjantin'deki Ermenilerin Türkiye'den geldikleri bölgelere göre günler düzenlediklerini de öğreniyoruz Maria Nine'den.
Maraş Günü, Antep Günü,
Adana günü gibi… Bu günlerde Türkiye'den kalan gelenekler yaşatılıyor ve Türk yemekleri hazırlanıyor.
YAHUDİ TARİHİNDEN BİR KESİT
İstanbul’da halen 20 bin civarında Yahudi yaşıyor. Bunların yüzde 96’sı Seferadi. Aşkenazların sayısı 600 civarında. İbranicede Seferad ‘İspanya’ demek. Dünya’daki İspanya ve
Portekiz kökenli Yahudiler için Seferad ifadesi kullanılıyor. 1492 yılında İspanya’dan kovulduktan sonra 2. Beyazıt’ın himayesinde Osmanlı topraklarına kabul edilen Seferadların buradaki varlığı 5 asrı aşıyor. O zorunlu göçün anısına kurulan 500. Yıl Vakfı’nın başkanvekilliğini yürüten Naim Güleryüz’ün verdiği bilgilere göre Türkiye’de Seferadlar dışında 3 farklı kökenden Yahudi var. Birincisi Mizrahiler (Doğu Yahudileri): Kudüs’teki birinci mabedin yıkılmasından sonra Babil’e sürgüne gönderilenler. Bunlar sonra Anadolu’nun kuzeyine göçtü. Romanyot Yahudileri: Milattan sonra 60’ta Romalılar Kudüs’ü işgal etti ve 2. mabedi de yıktı. Oradan alınarak
esir veya
paralı asker olarak Doğu Roma İmparatorluğu’na getirilen Yahudilere verilen isim. Aşkenazlar: 14. yüzyılda
Polonya – Bavyera ve Bohemya’da yaşayan ve gördükleri baskılar neticesinde Osmanlı’ya göç eden Doğu Avrupa Yahudilerine verilen isim.
Güleryüz’ün tespitlerine göre 1492’de ciddi bir bilgi birikimi, kültür ve teknoloji ile İspanya’dan ayrılan Seferadlar, bu özellikleri ile Anadolu’daki diğer Yahudi gruplarını asimile etti. Bu sebeple günümüzde bütün dünyadaki Mizrahi ve Romanyotlar da Seferad olarak geçiyor. Seferadların bu birikiminde ise Endülüs’te kurulan
İslam medeniyetinin büyük etkisi var. O dönem İspanya’dan çıkarılan Yahudi sayısı 130 bin. Bunların 90 bini Anadolu’ya gelirken diğerleri Fas, İngiltere,
Hollanda ve Amerika’ya göç etmeyi tercih etmiş.
ERMENİLER ARALARINDA TÜRKÇE KONUŞUYOR
Güney Amerika'da Osmanlı topraklarından göçen Ermeniler de yaşıyor. Günlük hayatlarında Türkçe konuşan Ermenilerin Arjantin'de yaşayanlarından bir kesim Türkiye aleyhtarı. Her yıl 24 Nisan'da Türk Büyükelçiliği'ne
siyah çelenk bırakıyor, Türk kökenli
girişimci ve eğitimcilere sözlü tacizde bulunuyorlar. Arjantin'de önemli makamlara gelen, siyasette etkin Ermeni kökenliler de var. Mesela Buenos Aires eyaletinin güvenlik bakanı halen, Ermeni kökenli bir Arjantin vatandaşı. Ermenilere sorulduğunda bu ülkedeki varlıklarının 300 bini bulduğunu söylemelerine rağmen, resmi rakamlara göre bu sayı 150 bini aşmıyor. Türkiye'nin Buenos Aires büyükelçisi Şükrü Tufan'a göre ise Arjantin'de 80 ile 150 bin arasında Ermeni kökenli yaşıyor.
Şüphesiz 'Türkiye' denilince gözleri parlayan Ermeniler de var. Onlardan biri Eliza Tachar. Babası
Konya Akşehirli. 1930'da Arjantin'e göç etmiş. Kendisi ise Buenos Aires doğumlu. Babasının çalışmak için Arjantin'e geldiğini söylüyor. Bu kadar iyi Türkçe konuşmasının sebebi ise ailede halen bu dilin konuşulması. "Benim bütün sülalem Türkçe konuşur. Ben Türkçeyi ninemden öğrendim. Burada kardeşim var. Aramızda Türkçe konuşuruz. Ailenin
iletişim dili Türkçedir." diyor. Bayan Tachar bir öğretmen emeklisi ve halen
psikolog olarak çalışıyor. Türkiye'ye ilk ziyaretini 1985'te yapmış. Biraz geç tanımış olsa da Türkiye'yi ve Türk dostlarını çok seviyor. Şimdi Arjantin'de yaşayan Türklerin en yakın dostu olarak görüyor kendini
AKSİYON DERGİSİ