Grubu
Türkiye'ye muhalefet ederken kendisi neden Türkiye'nin üyeliğini
destekliyor?
Avrupalıları genelde rahatsız eden Türk Modeli'ne ilişkin neler söylüyor?
İşte
Selçuk Gültaşlı ile
Avrupa Masası'na konuşan Daul'un önemli röportajı...
S. G: Takdimim esnasında Hıristiyan Demokratların en büyük siyasi grup olduğunu söylemiştim. Sadece
Avrupa Parlamentosu'nda değil
Avrupa Birliği'nde de. Hıristiyan Demokratlar'ın Türkiye'nin AB üyeliğine çok sempatiyle yaklaşmadığını biliyoruz. Siz Türkiye'nin hiçbir zaman AB'ye üye olmaması gerektiğini mi düşünüyorsunuz? Bu konuda tavrınız nedir?
TÜRKİYE ÜYE OLMALI MI OLMAMALI MI?
J.D: Birçok siyasi grupta olduğu gibi Hıristiyan Demokratlar arasında da çelişkiler olduğunu düşünüyorum. Grubumuzda Türkiye'nin üyeliğine karşı olanlar da var. Destekleyenler de var. Bilhassa,
Fransız Halk Hareketi Birliği (UMP) üyeleri imtiyazlı
ortaklık fikrini destekliyor. Yine
Almanya'dan CDU-CSU üyeleri de imtiyazlı ortaklık seçeneğini savunuyor. Fakat Türkiye'nin tam üyeliğini destekleyen milletvekillerimiz de var. Türkiye üye olmalı mı olmamalı mı sorusunu bana soruyorsanız, bu sorunun cevabının Türkiye'ye bağlı olduğunu düşünüyorum. Ancak, sadece Türkiye'ye değil Avrupa'ya da bağlı.
S.G: Siz Fransızsınız. Fransız hükümetini veya devletini temsilen konuşmadığınızı biliyorum. Siz 2005 yılında Türkiye'yi ziyaret ettiniz. Orada sizinle yapılan bir mülakatta Türkiye'nin jeostratejik konumu nedeniyle AB üyeliğinin kaçınılmaz olduğunu söylüyorsunuz. Hala bu görüşünüzü koruyor musunuz?
J.D: Bu benim şahsi kanaatim. Bu benim kişisel düşüncem zira Strasbourg'daki Türk toplumuyla çok iyi ilişkilere sahibim. Aynı şekilde Türkiye'de de çok iyi ilişkiler kurduğum çevreler var. Yani bu benim şahsi görüşüm. Bu konuda, Jacques Chirac'la aynı görüşü paylaşıyoruz.
S.G: Eğer üyelik olmazsa, eğer Türkiye-
AB ilişkileri tam üyelik istikametinde seyretmezse, Türkiye-AB ilişkilerini nasıl bir gelecek bekliyor?
‘'İMTİYAZLI ORTAKLIK'' ÇÖZÜM MÜ?
‘'TÜRKİYE BU SEÇENEĞİ REDDETMEKLE HATA YAPIYOR''
J.D: Bakın bu konuda her zaman net bir dil kullanmak lazım. Biliyorsunuz ben çiftçiyim ve ALSAZ'lıyım. Bence, her zaman açık yüreklilikle konuşmak lazım. Çoğu zaman ben Türkiye'deyken yahut Türkiye'den arkadaşlarım beni ziyarete geldiğinde, Avrupa'nın Türkiye'ye uyum sağlamasının söz konusu olmadığını söylüyorum. Tıpkı diğer 27 üye
ülke gibi Türkiye'nin AB müktesebatına uyum sağlaması gerekiyor. Son dönemdeki
tartışmaları takip etmişsinizdir. Artık, bu konunun tüm üye ülkeler için daha da netleşeceğini düşünüyorum.
Şahsi kanaatimi ifade etmem gerekirse, 2-3 yıldır çok fazla mesafe kat edilemiyor. Bir gün tam üyelik kararı çıkması isteniyorsa daha hızlı hareket etmemiz lazım. İmtiyazlı ortaklık konusunda….
S.G: Ben de size bunu sormak istiyordum. Almanya şansölyesi
Angela Merkel bunu savunuyor. Aynı şekilde,
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas
Sarkozy de imtiyazlı ortaklığı destekliyor. Fakat, Türkiye bunu reddediyor hem de uzun yıllardır reddediyor. Türkiye için bu bir seçenek değil.
J.D: Ben Türkiye'nin de bu seçeneği reddetmekle hata yaptığını düşünüyorum. Biz Türkiye'ye karşı -ki kendimi de ilk sıraya yazıyorum- en başından beri hiç açık konuşmadık. Türkiye'ye dedik ki “üye ol”. Hangi şartlarda nasıl üye olacağını söylemedik. Ve bu konuda çok uzun yıllar boyunca
siyasetçiler arasında kafa karışıklığı yaşandı. Şimdi Avrupa'nın ve euro'nun durumunu görüyorsunuz. Türkiye'nin de durumunu görüyorsunuz. Bence imtiyazlı ortaklık ve Türkiye'yle ticari ilişkiler siyasi ilişkilere nazaran çok daha hızlı ilerliyor. Ben bizzat Türk
işadamı arkadaşlarımdan kurulan ticari ortaklıkları görüyorum. Ben her zaman şunu söyledim. Türkiye'nin
Kuzey Afrika'ya girmesi, tüm Arap ülkelerinde daha faal olması Avrupa açısından sadece önemli değil aynı zamanda gerekli.
S.G: Üyelik müzakareleri tıkanmış vaziyette. Son 3 dönem başkanlığı boyunca açılmış tek bir fasıl bulunmuyor. Hıristiyan Demokratların müzakere sürecini bloke etmekte başarılı olduğunu söylüyor insanlar. Siz bu
eleştirinin kendi siyasi grubunuz için haklı yoksa haksız bir eleştiri mi olduğunu düşünüyorsunuz?
‘'SÜRECİ BLOKE EDEN HRİSTİYAN DEMOKRATLAR DEĞİL''
J.D: Bakın Hıristiyan Demokratlar hiçbir şeyi bloke etmedi. Eğer ortaklığa bakacak olursanız, topu bir o tarafa, bir öteki tarafa atabilirsiniz. Pinpon maçı gibi.
Hayır,
müzakerelerde son iki yıldır hiçbir ilerleme katedilmedi. Sonuç olarak, hiçbir ilerleme olmazsa yeni fasıllar açamazsınız. Masadaki mevcut reformlarla yeni fasıllar açamazsınız. Tekrar ediyorum. Elbette, bu
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ilişkileri sağlamlaştırmak yönündeki gayretlerine mani olmadı. Bu gayret ne mutlu ki devam ediyor. Bunun ötesinde, çok hızlı ilerlemiyor eleştirileri olabilir. Fakat, bu süreci bloke eden Hıristiyan Demokratlar değil. Hayır. Çünkü, müzakereleri yürüten biz değiliz, Avrupa Komisyonu. Ve Komisyon masadaki kurallara göre müzakereleri yürütüyor. Bence sorun burada.
S.G:
Müzakereleri Komisyonun yürüttüğünü biliyoruz. Fakat öte yandan müzakerelerin iki ülke nedeniyle bloke edildiğini görüyoruz. Birincisi
Kıbrıs sorunu nedeniyle Kıbrıs
Rum Kesimi. Ve
küçük bir kısmı da Fransa Cumhurbaşkanı'ndan kaynaklanıyor. Fransız Cumhurbaşkanı iktidara gelir gelmez 5 faslı bloke etti. Kıbrıs konusunda, AB'nin bölünmüş bir adanın temsilcisi olarak
Kıbrıs Rum Kesimi'ni kabul ederek büyük bir hata yaptığı söylendi. Bugün bu çok büyük bir mesele çünkü Ada bölünmüş vaziyette. Siz Kıbrıs Rum Kesimi'nin üyeliğinin hata olduğunu düşünüyor musunuz?
‘'KIBRIS ÇÖZÜLMESİ GEREKEN MESELELERDEN BİRİSİ''
J.D: Bakın, bu konuda bölünmüş bir Kıbrıs'tan da bahsedebiliriz. Ya da işgal edilmiş bir Kıbrıs'tan. Bu sorunda mesafe kat edilmezse, müzakerelerde de ilerleyemeyiz. Fakat, son zamanlarda Ada'da müzakereler devam ediyor. Sonuçta, bu meseleyi
Kıbrıs sorununu halletmeden çözemeyiz. Herkes biliyor, herkes söyledi. Bu çözülmesi gereken sorunlardan birisi.
S.G: Peki, eğer Kıbrıs meselesi çözülürse Fransa'nın ve diğerlerinin karşı çıkmayacağını düşünüyor musunuz? Kıbrıs şimdi tek sorunmuş gibi görünmüyor.
J.D: Bu başka bir mesele. Bu başka bir nokta. Çünkü müzakereler devam edecek. Eğer müzakere kriterlerine uyulursa, sonra üye ülkelerin mutabakatı ehemmiyet kazanacak. Referandumla ya da referandumsuz. Bu büyük bir siyasi tartışma. Fakat, Kıbrıs sorunu çözülmese müzakereler ilerlemeyecek. Bu herkese “Kıbrıs yüzünden oldu” deme şansı verecek. Eğer Kıbrıs'ta çözüm olursa, müzakerelerin
teknik olarak ilerleyeceğini düşünüyorum. Eğer teknik müzakereler sona ererse, bugün Hırvatistan'da olduğu gibi ve diğer bütün üyelerde daha önce olduğu gibi bu karar üye ülkelere kalacak. Olumlu ya da olumsuz. Eğer Türkiye bütün kriterleri yerine getirirse bütün üye ülkeler sorumluluk almalı. Ancak, ne yazık ki bugün o noktada değiliz.
J.D: Çünkü, Kıbrıs'ı düşünüyorum. Bu sorunu çözmemiz bizim menfaatlerimiz açısından çok önemli. Bu problem Güney
doğu Avrupa'nın gelişimi ve güvenliği için çok önemli. Eğer bu sorunun çözümü için karşılıklı bir çaba göstermezsek, bu üyelik için hazır olmadığımız anlamına gelir. Bunlar benim samimi düşüncelerim. BM himayesindeki müzakereler çok hızlı ilerlemiyor. Samimiyetle söylüyorum. Fakat, geriye gidişte yok.
S.G: Kıbrıs konusunda, işgalden bahsettiniz. Ancak, Türklerin bu konuda farklı bir bakış açısı var. Türkler 1974'de Ada'daki Türklerin katledildiğini söylüyor. Ve Türkler AB'nin Kıbrıs konusunda hep
Rumların tarafını tuttuğunu ve tarafsızlığını kaybettiğine inanıyor.
J.D: Peki size şimdi yüreğimden konuşayım. O işgale ve o sınıra bakmıştım. Biliyorsunuz, ben Alsaz'lıyım. Bunu görmek güzel değil. Avrupa'da geçmişte gördüğümüz gibi dikenli teller veya
duvarlar görmek istemiyorum. Kaldırılması gereken ilk şey bu. Bu tür duvarlar 21. Yüzyılın Avrupa'sında mümkün olmamalı. Aslında mesele bu. Şehirlerin ikiye bölünmesi…bu kabul edilebilir bir şey değil. Kimin hatası olduğu önemli değil. Bu görüntünün kaldırılması lazım. 21. Yy'ın Avrupasında bu mümkün değil.
S.G: Türkiye şöyle düşünüyor. 2004'te BM, AB ve elbette ABD tarafından desteklenen bir
Annan planı vardı. Plana Rumlar “hayır” derken Türkler “
evet” oyu verdi. Sonuçta Rum kesimi bir hafta sonra tam üye oldu. Türkiye'deki ve Ada'daki Türkler her zaman bunun adaletsizlik olduğunu düşündü. Duvar konusunda Türk tarafının sizden farklı düşündüğünü sanmıyorum. 21. Yüzyıl Avrupası'nda bu kabul edilebilir değil. Ama Rumlar 2004'te
Annan Planı'na evet deselerdi bugün hiçbir duvarın olmayacağını düşünüyorlar.
J.D: Belki, Belki. Fakat yine de bu sorunun çözülmesi gerektiğini söylüyorum. Şimdi, bu soruyu farklı sorabiliriz. Avrupa'da 60 yıldır barış var. Kıbrıs'ta işgale rağmen yine barış var.
Huzur var demiyorum. O kadarını söyleyemem. Fakat her şeye rağmen bugün barış sözkonusu. Bu durum, müzakerelerin ilerlemesine de imkan sağlıyor. Biliyorsunuz bardağın yarısı boşsa yarısının da dolu olduğunu görmek gerekir.
S.G: Peki, yeni Türk dış
politikasına gelelim. Batı'da bazı çevrelerde iddialı ve aktif yeni
dış politika hakkında endişeler oluştu. Bazı Avrupalılar da Türkiye'nin Ortadoğu'da böyle bir aktif dış politika izlemesinin Avrupa için bir fırsat olduğunu söyledi. Hıristiyan Demokratların lideri olarak sizin tavrınız nedir? Hangi taraftasınız?
S.G: Peki, bir çok Arap entelektüeli ve siyasetçisi Türk
modelinin Arap baharı ülkeleri için bir model ya da bir ilham kaynağı olabileceğini söyledi. Bir Türk modeli var mı?
J.D: Ben bir Türk modeli olduğunu düşünüyorum. Alsaz'daki Türk toplumuna bakacak olursak, Türk modelinin iyi olduğunu, iyi entegre olduğunu görüyoruz. Eğer Türkiye'deki modelin
Akdeniz havzası için bir model olması söz konusuysa, bunun çok iyi bir model olduğunu söyleyebilirim. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Avantajlarıyla ve küçük defolarıyla. Bunları Hıristiyan Demokratların başkanı olarak söylüyorum. Aynı zamanda, bölgemi temsil eden birisi olarak söylüyorum. Bölgemdeki Türk toplumuyla uyumumuz çok güzel. Almanya'ya ve Alsaz'a baktığınızda, Türklerin diğer gruplara göre suç işleme oranı açısından iyi bir yerde olduklarını görüyorsunuz. Yani suç işleyen fazla Türk görmüyorsunuz.
Bu durumu iyi yönetiyorlar çünkü bu konuda çok katı bir tutumları var.
S.G:
Suriye için nasıl bir öngörünüz var? Devam eden bir
katliam var. Avrupa bu katliamı durdurmak için gerekeni yaptı mı?
AVRUPA, ŞAM İÇİN NE DİYOR?
‘'HER YERE MÜDAHALE EDEMEYİZ''
J.D: Ben, daha önce de bir çok kez açıkladım. Suriye yönetiminin göstericilere karşı uyguladığı şiddeti kınıyorum. Peki ne yapmak gerekir? Suriye'yle savaşmamız mı gerekir? Her yerde savaşmamız mümkün değil. Fakat, idarecilerin akl-ı selimle hareket etmesi ve ülkenin barış ve
demokrasi içinde yaşaması için
baskı yapmaya devam etmemiz gerektiği düşünüyorum. Fakat, ne yapmamız gerekir? Az önce söylediğim gibi, her yere müdahele edemeyiz. Açıkçası, bu görüntüler güzel değil. Suriye'de bunlar yaşanırken, insanlara demokrasi dersi veremeyiz.
AB SURİYE İÇİN NE DÜŞÜNÜYOR?
‘'BÖLGEDE BARIŞIN BİR AN ÖNCE SAĞLANMASI LAZIM''
S.G: Peki, Türkiye'nin pozisyonu hakkında ne düşünüyorsunuz? Başbakan Erdoğan, Esad'ın görevden ayrılması gerektiğini söyledi.
J.D: Evet ama bir çok Avrupalı
Dışişleri Bakanı aynı şeyi söyledi. Aynı uslubü kullandılar.
J.D: Bakın, istihbarat servisinde çalışmıyorum. Yani işlerin nasıl yürüdüğünü bilmiyorum. Suriye'ye geri dönecek olursak orada barışın sağlanması lazım. Bunun için çalışmak gerekiyor. Daha önce de söyledim. Sayın Erdoğan bunun için çalışıyor. Avrupalı dışişleri bakanları aynı yönde çalışmalar yürütüyor. Avrupa Parlamentosu da aynı yönde çalışmalar yürütüyor. Bu durumu, bu çatışmayı iyi yönetmemiz gerekiyor. Çünkü Suriye'de çok acı çeken bir
halk söz konusu.
S.G: Teşekkürler, kısa bir ara vereceğiz ve tekrar geri döneceğiz.
S.G: Türkiye'nin Suriye'yle ilgili tavrından bahsediyorduk. Türkiye'nin Orta doğu ve Arap baharı çerçevesindeki dış politikasını doğru bulduğunuzu söylediniz. Ortadoğu'da genel olarak neler olacağını düşünüyorsunuz? Mısır'da, Fransa'nın da çok yakın ilişki içinde olduğu Tunus'ta,
Cezayir'de, Fas'ta…En nihayetinde demokrasinin kazanacağını düşünüyor musunuz?
‘'İNSAN HAKLARINA SAYGILI BİR DEMOKRASİ TESİS ETMEK GEREKİYOR''
J.D: Bakın, Ben Cezayirli, Tunuslu ve Mısırlı
yöneticilerle görüşmelerimde her zaman şunu söyledim. Demokrasi hayata geçirilmeli. Ayrıca, sadece demokratik anlayışımız dayatmaya da hakkımız yok. Fakat, demokrasi ve
insan hakları çok önemli. Bunları gözetmemiz gerekiyor. Bölgeyle benden daha yakından ilgilenen başkan yardımcılarıma bunu söyledim. Ayrıca, ilkbaharda bölgeyi ziyaret ettiğimde de bunu söyleyeceğim. Demokrasiye saygı duyulmalı. İnsan haklarına saygılı bir demokrasiyi temin etmek gerekiyor. Cezayir de dahil olmak üzere bu bölgenin tamamının demokrasi yolunda ilerlemesi kendi menfaatleri açısından çok önemli. Biliyorsunuz, demokratik bir rejimin yerleştirilmesi zor bir süreç. Bunu Birliğe yeni üye olan ülkelerde de gördük. Demokrasinin 2 günde, 8 günde ya da 10 günde oturması mümkün değil. Bunu Türkiye'de de gördük. Bunun için çalışmamız gerekiyor. Başbakan Erdoğan bu anlamda çok güzel çalışmalar yürütüyor ve bu bölgenin istikrara kavuşması için birlikte bu alanda çalışmaya devam etmemiz gerekiyor. Şu anda özellikle
gıda alanında ticari ilişkilerin arttığını görüyorum. Türkiye'den Akdeniz havzasındaki ülkelere doğru bir ticaret var. Bu bence çok önemli ve sıradışı. Çünkü, insanları doyurmak en öncelikli konu.
S.G. Başbakan Erdoğan Kuzey Afrika'yı ziyaret ettiğinde, Mısır'dayken ve
Müslüman Kardeşler'e hitap ederken laikliğin çok önemli olduğunu, laik ve demokratik bir
sistemi uygulamaları gerektiğini söyledi. Aynı Erdoğan 2002'de iktidara geldiğinde İslamcı olmakla itham ediliyordu. Mısır'ın laik demokratik bir rejime ihtiyaç duyduğunu söylediğinde şaşırdınız mı?
‘'SİZ MÜSLÜMANSINIZ BEN KATOLİK… BUNUN İÇİN SAVAŞMAMIZ GEREKMİYOR''
JD: Hayır. Ben Erdoğan'ın haklı olduğunu düşünüyorum. Sistem aynı şekilde kalmalı. Bu aynı bazı Türkiyeli siyasi grupların bizi sadece Hıristiyan bir demokrasi olmakla itham etmesi gibi. Fakat, biz laikiz. Biz laik bir demokrasiye sahibiz. Hıristiyanız evet fakat aynı zamanda laikiz. Bu nedenle ben de dini savunuyorum. Fakat bunun tutucu olmaması, nefreti ve savaşı tetiklememesi gerekiyor. Bu açıklamasıyla Erdoğan bunu desteklediğini gösterdi. Ben de Müslüman Kardeşler'le görüştüğümde aynı şeyi söyledim. Siz Müslümansınız, ben Katoliğim. Bunun için savaşmamız gerekmiyor. Fakat, demokrasi ve insan hakları temel ilkeler olarak kabul edilmeli.
S.G: Tunus'ta seçimleri kazanan Ennahda özelinde son bir soru. Rachid Gannuşi ve Ennahda Tunus'ta seçimleri kazandı. Bu 90'lı yılların başında Cezayir'de gerçekleştiğinde, Fransız,
Amerikan ve Avrupalıların ve belki Türkiye'nin tepkisini hatırlıyorsunuz. Cezayir'e o yıllarda çok büyük bir tepki gösterildi. Bugün aynısı Tunus'ta gerçekleşiyor. Şimdi insanlar bu gelişmeyi memnuniyetle karşılıyor. İslami partiler demokratik yollarla Meclis'e geliyor ve dünyanın sonu da olmuyor. 90'lı yıllarda Cezayir'e yönelik tepkinin bir özeleştirisini yapıyor musunuz?
‘'TUTUCULUĞUN DÜNYA'DA TUTUNAMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM''
J.D: Ben şahsen günümüzdeki
iletişim imkanlarıyla tutucu bir siyaset yapılabileceğine inanmıyorum. Bu görülüyor. Ayrıca,
isyan edenler başka bir halk değil. Tunus'ta ve Mısır'da isyan edenler halkın kendisi. Şimdi onlar demokrasinin çok daha hızlı bir şekilde hayata geçirilmesini istiyor. Evet, anlıyorum. Fakat, bir demokrasiyi yönetmek zor. Bunu söylemeliyim. Özellikle demokrasiye hiç sahip olmamışlar için. Fakat ben tutuculuğun dünyada tutunamayacağını düşünüyorum.
S.G: Hıristiyan Demokratların Türkiye'de dini hürriyetler konusundaki tavrı hakkında sürekli eleştirdiğim bir konu var.
J.D: Ne hürriyeti dediniz?
S.G Dini hürriyetler. Hıristiyan Demokratlar Türkiye'deki
azınlıkların dini hürriyetleri üzerinde yoğunlaşıyor. Haklı olarak. Bununla hiçbir sorunum yok. Fakat, çoğunluğun sorunlarına yoğunlaşmıyorsunuz. Türkiye'de
başörtüsü yasağı onlarca yıl sorun oldu. Fakat Hıristiyan Demokrat siyasetçilerin bu konuyu AB raporlarına koyduğunu görmedik. Mesela Hristyan Demokrat gruptan Türkiye rapörtörü Rija
Oomen-Ruijten hiçbir raporuna herhangi bir atıf bile koymadı. Bu eleştiriyi haklı buluyor musunuz?
‘'HRİSTİYAN DEMOKRATLAR OLARAK DİN ALANINDA DA ÇABA SARFEDİYORUZ''
J.D: Bakın, Hıristiyan Demokratlar olarak azınlıklar konusunda olağanüstü bir çaba sarf ediyoruz. Doğru. Fakat aynı zamanda din alanında da çaba sarfediyoruz. Ben başkan olmadan önce ve daha çok vaktimin olduğu dönemde dinler arası
diyalog alanında faaliyet yürütüyordum. Çok faaliyet yaptım ve hepsinde sistematik olarak İslam'ın yer almasını için çabaladım. Açıkçası, İslam'ın bu diyaloga katılması gerektiğini düşünüyorum. Şimdi size karşı tamamen dürüst olacağım. Sevelim ya da sevmeyelim. Gerek Katolik kilisesinden, gerek Protestan kilisesinden ya da Ortodoks kilisesinden olsun. Her zaman tek bir yönetici bulduk. Fakat İslam'ı temsilen birini aradığımızda, çok ama çok sayıda dini yapılanma var. Kimin Müslümanları temsil ettiğini ya da etmediğini anlamak zor. Kuran'ın temel olduğunu biliyorum. Fakat İslami sorumluların yorumları çok farklı. Ben siyasete girmeden önce
Paris Büyük Camii rektörü Dalel Boubaker'le yakından çalışma imkanı buldum. Kendisi olağanüstü bir din adamıdır.
S.G: Fransa'da burka yasaklandı. Bu konudaki tavrınız nedir? Bunun dini hürriyetler bir bağlantısı olduğunu düşünüyor musunuz?
‘'FRANSA'DA BURKA'YI LAİKLİK İLKESİ NEDENİYLE YASAKLADIK''
J.D: Bakın, özel statüsü sebebiyle Alsaz hariç bütün Fransa'da okulda haç işaretini yasakladık. Yabancı bir simge olan burka da
laiklik ilkesi nedeniyle yasaklandı. Bizim açımızdan baktığımızda, insanlar bunun bir provokasyon olduğunu düşünüyor. Eğer laik bir devlet olmak istiyorsanız, bazı dini sembolleri kaldırıyorsanız diğerlerini de kaldırmanız gerekir. Alsaz'da ayrı bir
kanun olduğunu ve din konusunda çok başarılı olduğumuzu da söyleyebilirim. Fakat bu başka bir konu.
S.G: Peki, son sorum Avrupa'da yükselen İslamofobiye dair. Norveç'te ve diğer Avrupa Birliği ülkelerinde yaşananlardan Avrupa'daki Müslümanlar endişeli. Hıristiyan Demokratlar olarak Avrupa'daki İslamofobinin yükselişinden endişeli misiniz?
‘'HİÇBİR DİN NEFRETİ KÖRÜKLEYEN BİR MAKİNE OLARAK KULLANILMAMALI''
J.D: Ben sadece islamofobiye değinmeyeceğim. Bugün Mısır'da Kıptilerin, Irak'ta Hıristiyanların yaşadıklarına da bakalım. Müslümanlara, Kıptilere, Hıristiyanlara ve Yahudilere karşı olan bir sistem. Bu çok kötü. Bu çok ciddi bir mesele. Ben hiçbir dinin savaşa destek olan ve nefreti körükleyen bir
makine olarak kullanılmaması gerektiğini düşünüyorum.
S.G: Evet. Anlıyorum. Fakat, Avrupa'daki islamofobinin yükselişinden endişeli değil misiniz?
‘'İSLAMOFOBİ'Yİ KONTROL İÇİN HEPİMİZİN ÇALIŞMASI GEREKİYOR''
J.D: Avrupa'daki İslamofobiye dönecek olursak, bütün delileri tutuklayamayız. Kusura bakmayın. Fakat, İslamofobiyi
kontrol etmek için hepimizin çalışması gerekiyor. Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler hepimiz bunun yok edilmesi için birlikte çalışmalıyız. Fakat ne yazık ki, Utoya'da bir deli silahla masumlara saldırdı.Dünyanın her yerindeki her çeşit terörizme karşı mücadele ediyoruz. Bu bizim değerlerimizden birisi.
S.G: Peki, Sayın Daul, programımıza katıldığınız için çok teşekkür ediyoruz.