Enkaza dönmüş bir ev, cansız bedenler ve çocukların oyuncakları... Baba Ammar Zera'nın saldırıdan bir gün önce yazdığı şiir yürekleri dağlıyor: "Ah keşke dünya yeniden yaratılsaydı da ben de yeniden dünyaya gelseydim!"
Beşşar Esed'in kendi halkına yönelik saldırılarının ardı arkası kesilmiyor. Sadece
ülke ekonomisinin kalbi konumundaki
Halep değil,
Suriye'nin bütün şehirleri aynı kaderi yaşıyor. Dünya medyası artık saldırıları rutin gelişme olarak görüyor. Bombaların
hedefindeki siviller ise her gün yeni bir korku dalgası yaşıyor ve hedef gözetilmeksizin yapılan saldırılar sebebiyle ölü sayısı on binlerle ifade ediliyor.
Halep sokaklarında dolaşırken her an yürek parçalayıcı bir sahneyle karşılaşmak mümkün.
Merkez mahallelerden Şebabiye'de
uçak saldırısına uğrayan bir evden 4 kişilik ailenin cansız bedenlerinin çıkarılışına şahit oluyoruz. Baba Ammar Zera, anne Fatıma Derviş, 2 yaşındaki kızları Rızer ve 6 yaşındaki erkek çocukları
Muhammed...
Annenin yıkıntılar arasında kalan ayağı tüm uğraşlara rağmen çıkarılamıyor. Muhalif askerler önce ayağı kesmeyi düşünüyor. Ardından çabalar sonuç veriyor, buna gerek kalmadan annenin bedeni dışarı alınıyor.
Komşuları ailenin aylar önce İdlib'in Cebel Ez Zaviye ilçesindeki
bombardımandan kaçarak Halep'e sığındığını anlatıyor. Enkaza dönen evdeki eşyalar arasında 2 ve 6 yaşındaki çocukların fotoğrafsız nüfus cüzdanları gözümüze çarpıyor. Oyuncaklara bakarken yüreğimiz burkuluyor.
Nüfus cüzdanlarının bulunduğu dosyanın içinden
baba Ammar Zera'nın yazdığı bir
mektup çıkıyor. Zera, "Ah keşke dünya yeniden yaratılsaydı da ben de yeniden dünyaya gelseydim!" mısralarıyla başlayan şiirinde yaşadıkları acıya karşı tek çıkış yolu olarak
ölümü gördüğünü anlatıyor.
İki çocuğu ve eşiyle birlikte
enkaz altından çıkartılan Suriyeli çaresiz baba, belki de yaşadıkları tüm acıya karşı tek çıkış yolu olarak gördüğü ölüme duyduğu özlemi şu şiiriyle kağıda dökmüş: "Ah keşke dünya yeniden yaratılsaydı da ben de yeniden dünyaya gelseydim Dalgalı bir
deniz gibiydi yaşadığımız ızdırap dolu zamanlar Ansızın ve yokluktan dünyaya geliriz Gökyüzünde parlak bir yıldızın doğusu gibi Zengini, fakiri herkes kendi kaderine gider Yine ansızın bu dünyadan bir ölümle çıkıp gideriz Bütün yaratıklar dönüşü olmayan mukadder ölümlerine yol alır Belli bir süre karanlıkta yanan ateş gibi
Kelebek ateşe aşkından dolayı tutuşmakta
Hayat acı bir aldatmaca Bazı günlerde mutlu olsan da çoğu zaman nefsin şefkate muhtaç halde Her
akıl sahibi bir gün kendi hakikatini idrak eder Ayırıcı ve bölücü ölüm anı geldiğinde Sonra
kıyamet kopar ve adil bir
mahkeme kurulur Zalim de mazlum da hakkını bulur."
Dört kişilik ailenin cenazelerine katılacak hiçbir yakınları yok. Hayatlarında hiç tanımadıkları insanlar tarafından, doğup büyüdükleri memleketlerinden uzakta, Halep'te bir mezarlıkta bir
akşam vakti son yolculuklarına sessizce uğurlanıyorlar. Bütün hayalleri, özlemleri dünyanın gözü önünde sessizce son buluyor. Haberlerde sadece birer rakam olarak yer alıyorlar. Biraz cesareti olanlar ise bombardımanların durduğu anları fırsat bilerek saklandıkları evlerden çıkarak güvenli olacağını düşündükleri kırsal kesimlere ya da
Türkiye'ye ve Ürdün'e kaçmaya çalışıyor.
Savaş uçakları ve helikopter saldırıları altında yol boyunca taksiler, kamyonlar sınıra savaştan kaçan insanları taşıyor. Arabalardaki mermi izleri gözümüze çarpıyor. Türkiye sığınan Suriyeliler hakkında yapılan karalama kampanyalarını düşününce içimizi derin bir hüzün kaplıyor. "Acaba bu kampanyaları yürütenler sadece bir an Suriye şehirlerinde bu insanların neler yaşıyor olabileceğini düşünüp hissedebiliyor mu?" diye düşünmemek mümkün değil. Gece bir kez daha yakınlarımıza düşen top mermilerinin sesiyle irkiliyoruz. 50 metre ötemizde bir ev yıkılıyor. Gidince yine bir başka trajik tablo ile karşılaşıyoruz. Bir süre sonra haberciler için bütün yıkıntılar birbirine benzemeye başlıyor. Yıkıntıların altında kalanlar içinse her şeyin sonu oluyor. Suriye'de ateş düştüğü yeri yakıyor.