“Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için o ciheti bırakıp en mühim en lüzumlu, en selâmetli olan İMAN’a hizmet cihetini tercih ettim. Kendi nefsime kazandığım imânî hakikatları ve nefsimde tecrübe ettiğim mânevî ilaçları, diğer insanların eline geçmek için o kapıyı açık bırakıyorum. Belki Cenab-ı Hak bu hizmeti kabul eder ve eski günahıma keffaret yapar. Bu hizmete karşı şeytan-ı racîm (taşa tutulmuş, lânetlenmiş ve kovulmuş şeytan) den başka hiç kimsenin –mümin olsun, kâfir olsun, zındık olsun – karşı gelmeye hakkı yoktur. Çünkü imansızlık başka şeylere benzemiyor. Zulümde, fıskta (günahkârlık ve ahlaksızlıkta), büyük günahları işlemekte birer uğursuz şeytanî lezzet bulunabilir. Fakat imansızlıkta hiçbir lezzet ciheti yoktur. Elem içinde elemdir, zulmet içinde zulmettir… azap içinde azaptır.” (On Altıncı Mektup, İkinci Nokta)
Hakikaten öyle imiş. Öyle imiş diyorum, çünkü, eskiden Deniz Gezmiş’in bir arkadaşı vardı… Materyalizmi, Leninizmi iyice bellemiş. Mahallelerine gelen iamamları konuşamaz hâle getirmiş, sorularıyla… Ama yeni bir imam gelmiş. Onu da sorularıyla bunaltmak ve kaçırmak istiyormuş. O, hep gülümsüyormuş: “Bunların hepsinin cevabı vardır” diyormuş. Sonra Mehmet Özyurt Hocaya götürmüş. O da sorularına gülümsemeyle karşılık veriyormuş. Sonra da üniversite talebelerinin kaldıkları evlere götürüyormuş. Sonra da kitaplıktan kırmızı kaplı bir kitap alıp oradan bazı konuları okuyormuş. Hep de sorularına cevap yerleri çıkıyormuş. Sonra kendisi de o kitapları okumaya başlayınca şöyle bir ifadeye rastlanmış “İmanî meseleleri münakaşa suretinde ele almak doğru değildir.” Çünkü, enaniyetler devreye girer, hakikatı, nefis kabul etmek istemez. Ama normal olarak ortaya okunanlardan herkes hissesini alır. Öyle de olmuş.
Neticede imanı, elde etmiş: “Siz inançsızlığı yaşamadığınız için nasıl bir acı, nasıl bir karanlık, nasıl bir azap olduğunu tahmin edemezsiniz. Sabahlar, olur, akşamlar nasıl gelecek, zaman nasıl geçecek sıkıntılar içinde kıvranırsınız. Akşamlar olur bu sefer sabahlar nasıl olacak hiç bilemezsiniz” demiş. Aynen Mektubatta, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi…