ALİ DEMİREL- SAMANYOLUHABER.COM
Soru: “Peygamber Efendimiz’in hayatında dokuz Ramazan yaşadığını biliyoruz. Allah Resulü’nün yaşamış olduğu Ramazan aylarında mutlaka acı-tatlı pek çok hadise yaşanmıştır. Bu hadiselerden bahsedebilir misiniz?” (Murat B.)
Murat Bey’in sorusu üzerine Allah Resulü’nün (s.a.s.) Ramazan hatıralarını anlatmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bedir esirlerinin durumu ve bedir ganimetlerinin taksimi (Hicrî 2, 22 Ramazan)
Bedir savaşı bitmiş, savaşta esir alınanlar Medine’ye getirilmişti. Savaş ilk olduğu gibi esirler konusu da bir ilkti ve ne yapılacağı konusunda önlerinde misal teşkil edebilecek herhangi bir uygulama yoktu. Henüz ilâhî bir emir de gelmemişti. Hüküm yok diye esirleri geri de gönderemezlerdi.
Çünkü bu, geri döner dönmez yeniden savaş hazırlıklarına başlayacakları açıktan belli olan müşrik cepheyi güçlendirmek anlamına gelirdi. Onun için Efendimiz, önce ashâbını topladı ve esirler konusunda ne yapmaları gerektiğini istişare etmeye başladı.
İstişare neticesinde genel kanaat belli olmuştu. Zira bugüne kadar gelen âyetler, insanları affederek hikmet ve mev’ize-i hasene ile davet üzerinde duruyordu. Kur’an’la bütünleşmiş bir ruh olarak herkesi affetmek, O’nun karakteri hâline gelmişti ve O da, genelin kanaatine uyarak esirlerin, fidye karşılığında serbest bırakılmaları gerektiğini söylüyordu.
Fidye miktarı olarak o gün, dört bin ûkiyye tespit edilmişti. Yine de esnek bir uygulama ortaya konuluyor ve bu miktarı bulamayanlara da müsamaha ile bakılarak bu rakam, daha aşağılara kadar çekilebiliyordu.
Bir de hiçbir şeyleri olmayan fakir insanlar vardı; gönül, bunların da hürriyetlerini kazanmalarını istiyordu ve çok geçmeden buna da bir çare bulundu. Tespit edilen fidye bedelini ödeyecek gücü olmayanlar, Müslümanlardan on delikanlıya okuma yazma öğretecek ve buna karşılık hürriyetlerini elde edeceklerdi.
Buna rağmen hem malı olmayan hem de okuma yazma öğretme imkânı bulunmayanlar da zorda bırakılmayacak ve onlar da bundan sonra Müslümanlığın aleyhinde konuşmamak ve aleyhte olanlara da yardım etmemek şartıyla serbest bırakılacaktı.
Uzza putunun yıkılışı (Hicri 8, 24 Ramazan)
Kureyş müşrikleri, Kâbe`nin çevresine üç yüz altmış put dikmişlerdi. Bu putlar, kurşunla yerlerine perçinlenmiş bulunuyordu. Tebliğ ettiği tevhid inancı ile akıl, ruh ve kalplerdeki putları yıkıp binlerce insanı getirdiği nurun etrafında pervane gibi döndüren Allah Resûlü, şimdi de tevhid inancının merkezi olan Kâbe`yi asliyetine kavuşturmak için putlardan temizlemeye başlıyordu.
Peygamber Efendimiz, Kâbe ve Mekke`nin içini putlardan temizlediği gibi şehrin etrafındaki putları da yok etmek istiyordu. Bu maksatla Hz. Hâlid bin Velid`i otuz kişilik bir birlikle, Batn-ı Nahle mevkiinde bulunan Uzzâ putunu yıkmaya gönderdi. Kureyş’in büyük kabul ettiği tanrılarından sayılan Uzzâ`yı Hz. Hâlid emir gereği gidip yıktı.
Daha sonra da Efendimiz (s.a.s.), ashâbından bazılarını göndererek yeryüzünde tevhidin merkezi olan Mekke ve çevresini asli hüviyetine kavuşturuyordu. Bunun için Sa’d İbn Zeyd Menât’ı kırmakla görevlendirilirken, Hâlid İbn Sa’d, Urane ve Hişâm İbn Âs da benzeri bir görev için Yelemlem tarafına gönderilmişti.
Tebûk Seferi’nden dönen İslam ordusunun Medine’ye girişi (Hicrî 9, 1 Ramazan)
Bizans’ın Medine’e üzerine saldırı hazırlığı haberini alan Allah Resulü, bir ordu kurup ashabı ile beraber Tebûk’e sefere çıkmıştı. Peygamberimiz yaklaşık iki ay süren bu seferden Medine’ye döndüğünde Ramazan ayının ilk günüydü.
Sefer dönüşü, iki aydır aralarında göremedikleri Allah Resûlü’nün yeniden şehirlerine gelişini gören kadınlarla çocuklar yine yollara dökülmüş, Vedâ tepesinden üzerlerine doğan bu dolunay aydınlığı karşısında şiir ve şarkılar eşliğinde sevinç gösterisinde bulunmuş ve bir bayram havası içinde O’nun gelişini karşılamışlardı.
Medine’ye ayak basar basmaz Mescid-i Nebevî’ye giden Efendimiz, şükür adına burada iki rekât namaz kılmış, “Bizi bu seferimizde mükâfat ve iyilikle rızıklandıran Allah’a hamd olsun” diye dua etmişti.
Efendimiz aleyhissalatü vesselam, Tebuk seferi dönüşünde kızı Fâtıma’nın kapısını çalmış, Hazreti Fâtıma, babasının görür görmez boynuna sarılıp mübarek yüzlerini öpmüştü.
Vuslat güzeldi ama baştan aşağıya süzdüğü babası Resûlullah’ın yüzünün rengi solmuş, saçı-sakalı dağılmış ve üzerindeki elbisesi de lime lime olmuştu. Şefkatte de babasına çok benzeyen annemiz, sevinçle hüznü aynı anda yaşamaya başlamıştı ve duygularına daha fazla hâkim olamayarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.
Kızının bu kadar üzülmesine O da üzülmüş, teselli de yine O’na kalmış ve onun şahsında bütün ümmete şu müjdeyi vermişti:
“Ağlama kızım! Allah (c.c.) senin babanı öyle bir iş ile gönderdi ki gün gelecek o, yeryüzünde taş ve topraktan yapılmış, kerpiç ve tuğladan örülmüş her eve; deve tüyünden, koyun yününden, keçi kılından dokunmuş her bir çadıra, gece ve gündüzün ulaştığı gibi izzet veya zillet olarak ulaşacaktır.”