Ancak hep olumsuzluklarla anıldılar şimdiye kadar... Çoğumuz sadece adını biliyoruz bu şehirlerin. İsimlerin boş bırakıldığı haritada yerlerini bulmakta zorlanacağımız kesin.
Yatırım eksikliği, geri kalmışlık, işsizlik ve göç kaderleriydi sanki. Bunlar yetmezmiş gibi, güç tabiat şartlarına sahip bu coğrafyaların sırtına yeni yükler eklenmişti zamanla. Bazıları, 'birinci derece
terör bölgesi' hâline gelmişti birden. Bırakın hayat sürmeyi, gezip görmek bile sorundu neredeyse.
Sanayiciler defterlerinden silmişti adlarını. Mecburi
hizmete giden eğitimciler ilk fırsatta uzaklaşıyordu bölgeden.
Stajyer ve
vekil öğretmenlerle idare ediyordu çocuklar. Doktor yüzü gören şü
krediyordu. Yıllar geçtikçe katmerlenen kötü imaja ağır sorunlar eklenmişti. Her şeyden üzücüsü, bölge halkı artık umudunu da tüketmek üzereydi...
Doğu ve Güney
doğu şimdi demokratik
açılımı konuşuyor. Yıllar içinde kurşun gibi ağırlaşan sorunların çözümü yolunda umutlar tekrar yeşermeye başladı. Açılım sürecinin görünen ve provoke edilen yönleri kadar, fazla konuşulmayan ancak derinden derine ilerleyen boyutları da var. Bölge illerinde yeni kurulan üniversiteler gibi... Sürecin bir parçası olarak ele alınmasalar da aslında üniversiteler demokratik açılım sürecinin en önemli taşıyıcılarından. Son kurulan 23 üniversiteyle beraber
Türkiye'de üniversite sayısı 139'a yükseldi ve üniversitesi olmayan il kalmadı. Çoğunluğu Doğu ve
Güneydoğu'da bulunan 23 üniversite henüz bir yıldır faaliyette. Buna rağmen bu yapıların daha şimdiden bölgeye ciddi bir hareket ve heyecan getirdiğini söylemek mümkün. Bunda en büyük pay ise şüphesiz idealist
rektörlerin.
Yeni kurulan 23 üniversitenin rektörlerini Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül atadı. Cumhurbaşkanı, hükûmetin 'her ile üniversite' projesine ciddi
destek veriyor.
Üniversitelerin geri kalmış bölgelerde kalkınmanın lokomotifi olacağını düşünüyor. Rektörleri zaman zaman makamında kabul eden Gül, il gezilerinde üniversiteleri ziyaret etmeyi de
ihmal etmiyor. Gül, son olarak
Tunceli Üniversitesi'nin akademik yıl açılışına katıldı.
Bu ziyaret vesilesiyle
gündeme gelen Tunceli, yıllarca terörle anılmış ve sisteme
muhalif yapısıyla öne çıkan bir şehir. Türkiye'de
Alevi nüfusun da en yoğun olduğu illerden. Belediye yıllardır Demokratik Toplum Partisi'nin elinde. Emeğin Partisi'nin (
EMEP) Türkiye'de belediye başkanlığı kazandığı tek il de Tunceli.
Mazgirt, Pertek ve Darıkent belediyeleri EMEP'li. Bu da şehrin sol kimliğinin ne kadar
baskın olduğunu gösteriyor. Ayrıca
AK Parti'nin milletvekili çıkaramadığı tek ilin Tunceli olduğunu da hatırlatalım.
Elbette böyle bir şehirde hükûmet icraatlarına da şüpheyle bakılıyor. Nitekim
Tunceli Üniversitesi de bu yaklaşımdan nasibini almış. Rektör Prof. Dr. Durmuş Boztuğ, başlangıçta ciddi bir ilgisizlik, hatta dışlanmayla karşılaştığını anlatıyor: "Başta biraz bana ve üniversiteye karşı bir duyarsızlık oldu. Burası ülkemizin ana ekseni ve omurgası ile sorunlu ve muhalif bir şehir. O bakımdan başlangıçta hükûmetin kurduğu üniversite diye ilgilenmediler. Ben ısrarla buradaki
sivil kuruluşlar, iş adamları ve halkla çok yakın temas kurdum. Bu üniversiteyi beraber kuralım dedim. Bunları ancak el ele yapabileceğimizi söyledim. Tunceli'yi
Ankara'da anlatmamız gerektiğini izah ettim; kısa sürede bu çabam karşılık buldu ve üniversiteye kamuoyu desteği yüzde 99'a çıktı. Artık herkes çok memnun."
Durmuş Boztuğ, aslen Aksaraylı ancak Adana'da doğmuş ve son 20 yılını
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi'nde geçirmiş bir akademisyen. Uzmanlık alanı yer bilimleri. Onu ilginç kılan yönlerinden biri, anne tarafının
Sünni,
baba tarafının ise Alevi olması. Yıllarca Alevi amcalara ve Sünni dayılara sahip olduğundan, Türkiye'deki Alevi-Sünni meselesine de oldukça hâkim. Mevzuya her iki taraftan da bakabilme gibi bir ayrıcalığa sahip. YÖK, yeni kurulan üniversiteler için rektörlük ilanı verdiğinde, kendisi Tunceli'yi özellikle
tercih etmiş. Bu tercihin gerekçesini kendisinden dinleyelim: "Ülkemizde değişik
inanç grupları var. Farklılıklar var. Bunlar bazı kesimlerce
ayrılık ve
kavga sebebi olarak görülüyor. Bense bu farklılıkların bir zenginlik olması gerektiği fikrini savunuyorum. Baba tarafından Alevi, anne tarafından Sünni meşrepliyim.
Hayatım boyunca bu konularla iç içe yaşadım. Hayatım boyunca barışı, uzlaşmayı, birliği ve beraberliği savundum. Tunceli de bu yönleriyle öne çıkıyor. Gidip Tunceli'de
ODTÜ gibi bir üniversite kurayım, hem eğitim açısından bölgeye ciddi katkıları olsun hem de barışı, kardeşliği ve birlikte yaşamayı savunan, bu anlamda
model bir yapı ortaya çıksın istedim."
Durmuş Hoca, rektör olarak atanmadan önce Tunceli'ye hiç gelmemiş. Geldiğinde ise buradaki geri kalmışlık ve altyapı eksiklikleri onu çok üzmüş. Buna rağmen insanların eğitim ve bilime yatkınlığından, açık ve özgür düşüncenin varlığından memnun olduğunu söylüyor. Şimdi
hedefini, Alevi-Sünni, sağcı-solcu, Türk-
Kürt, Çerkez-Zaza, türbanlı-açık herkesi kucaklayacak bir üniversite modeli olarak açıklıyor. Bu çabanın daha şimdiden karşılık bulduğunu da belirtiyor. Kısa süre önce Tunceli'de çok farklı kesimlerden bir grup oluşturarak Millî Eğitim Bakanı ve Cumhurbaşkanı'nı ziyaret etmişler ve şehrin sorunlarını anlatmışlar. Prof. Dr. Boztuğ, bu gelişmenin bile, şehrin yapısına bakıldığında oldukça önemli bir aşama olduğunu vurguluyor.
BU ÜLKEYE BORCUMU ÖDEMELİYİM
Yeni üniversitelerin rektörlerinde en dikkat
çekici özelliklerin başında, idealist bakış açıları geliyor. Onları, ülkenin saygın ve köklü üniversitelerindeki rahat konumlarından ayıran ve bu zorlu coğrafyalara çeken de bu idealist yönleri.
Hakkâri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Belenli de bu şehri özellikle tercih eden bir isim. Daha önce hiç gelmediği ve görmediği Hakkâri'ye faydalı olabileceğini düşünmüş ve rektörlük için
aday olmuş. Burası için sadece 3 adayın çıkması bile Hakkâri'nin ne kadar sıkıntılı bir yer olduğunu anlatmaya yetiyor. İbrahim Belenli, İTÜ Uçak Mühendisliği bölümü mezunu ve doktorasını İngiltere'de
Oxford Üniversitesi'nde yapmış. Uzun yıllar
Bolu İzzet Baysal Üniversitesi'nde çalışan ve burada bir araştırma grubunun başkanlığını yapan Prof. Dr. Belenli, ekibiyle süper iletken tel yapımı,
trafo yapımı ve enerji nakil hatları üzerine çalışmış; hâlen de bu alandaki çalışmalarını sürdürüyor. Dışarıdan da olsa ekibine destek veriyor.
Bilimden uzak kalarak üniversitede bulunmanın doğru olmadığını düşünüyor.
Hakkâri'yi özellikle tercih etmesinin sebebini ise tek cümleyle anlatıyor: "Ülkeme borcumu ödemek." Kendi eğitimini
vergi veren insanların üstlendiğini, hep devlet okullarında burslu okuduğunu belirten Prof. Belenli, "Bu
topluma bir borcum vardı ve bunu ödemek için buraya geldim. Burası birçok açıdan zor bir coğrafya; ama sonuçta ülkede bir barış ortamı kurulacaksa bunun bir parçası olmak büyük bir onur. Milletin parasıyla okuduk ve bu borcu biz daha yoğun hissediyoruz. Çocuklarım Ankara'da. Büyük kızım Dokuz Eylül'de okuyor. Gidip geliyoruz, zor olmuyor." diyor. Aynen Tunceli gibi Hakkâri'de de üniversitenin toplumsal kaynaşmaya zemin olacağını düşünüyor Belenli Hoca. Özellikle üniversite sayesinde diğer şehirlerle başlayacak temasın, karşılıklı ön yargıların kırılmasında önemli fonksiyon üstleneceğine inanıyor.
Yeni kurulan üniversiteler arasında en dikkat çekenlerden biri de
Mardin Artuklu Üniversitesi. Kurucu Rektör Prof. Dr.
Serdar Bedii Omay,
Karadeniz Teknik Üniversitesi
Tıp Fakültesi'ndeki görevini bırakarak yeni görevine başlamış. Onun için Mardin'e atanmanın en ilginç yönü, bu vesileyle yıllar sonra memleketine dönüş yapmış olması. Aslen Mardinli olan Prof. Dr. Omay da kendini yetiştiren
topraklara borcunu ödemek istiyor. Bunun için kendi mesleğinden bile vazgeçmeyi göze almış. Hematolog olan Prof. Dr. Omay, yakın zamanda Mardin'de tıp fakültesi kurma planı olmadığı için mesleğini yapma imkânı bulamayacak. Elbette bunun burukluğunu yaşıyor ama Mardin'deki üniversiteye kazandırdığı vizyon ve bunun getirdiği heyecan, onu teselli ediyor.
Iğdır Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Hakkı Yılmaz, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ndeki 22 yıllık kariyerini bırakarak bu şehre taşınmış. O da diğerleri gibi rektör olana kadar Iğdır'ı hiç görmemiş. Türkiye'nin en doğu ucunda insanlara ve topluma bir şeyler katabilme heyecanı, Iğdır'ı tercih etmesinin gerekçesi.
Türkiye'ye güneş ilk önce Iğdır'da doğuyor. Şehir hem Küçük
Ağrı hem de Büyük Ağrı Dağı manzaralı. O bakımdan üniversitenin logosunda Ağrı Dağları ile gün doğumu birlikte yer alıyor. Iğdır'ın en önemli özelliği ikili etnik yapısı. Bir yanda Azeri kökenli milliyetçi bir kesim, diğer yanda ise
Kürtler var. Bu özellik o kadar belirgin ki 2004'te MHP'nin kazandığı belediyeyi, 2009'da DTP alabiliyor. Şehre geldiğinde bu iki etnik yapı arasında ciddi gerginlik gözlemlediğini belirten Prof. Dr. Yılmaz, işe birlikte yaşama ve barış mesajları vererek başlamış. Her icraatını, mutlaka her iki kesimin de gönlünü ve onayını alarak gerçekleştirmiş ve hâlen de bu hassasiyetini sürdürüyor. Üniversitenin burada barış ve birlikte yaşama ortamının oluşmasında ciddi katkılar yapacağına inanıyor. Rektör adayı olduğunda yakın çevresi ona 'Korkmuyor musun oraya gitmeye?' demiş. O ise bütün meselenin ön yargılar olduğunu söylüyor: "Burayı görenlerin fikri değişiyor. Akademik
personel çok ön yargılı geliyor ama burayı görünce hemen o ön yargılar kırılıyor."
Iğdır gerçekten de ilk görenleri şaşırtan bir şehir. Öncelikle Doğu'ya özgü
soğuk yok burada. Bir ovanın içine kurulmuş ve Iğdır Ovası'nda narenciye hariç bütün
Akdeniz bitkileri yetişiyor. Kayısı da var,
pamuk da... Üç ülkeye komşu olması diğer bir ayrıcalık.
Ermenistan ile henüz ilişki kurulamasa da Nahçivan ve
İran'ın kapı komşusu bir coğrafya burası.
Yeni kurulan
Siirt ve
Batman üniversitelerinin rektörleri ise bölgeyi iyi tanıyan isimler. Siirt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Recep Ziyadanoğulları aslen
Diyarbakırlı.
Dicle Üniversitesi'ndeki kariyerinden sonra oldukça iddialı bir üniversite projesiyle Siirt'in yolunu tutmuş. Batman Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam ise
Konya Selçuk Üniversitesi'nden gelmiş. Memleketi de Konya. Onun özelliği, son 6 yıldır
Hasankeyf ilçesinde kazı heyeti başkanlığı yapması. Dünya kültür mirası Hasankeyf'in bugünkü kimliğine kavuşmasında ciddi katkıları olan bir isim. Bölgeyle bu kadar hemhal olduktan sonra Hasankeyf'in bağlı olduğu Batman iline rektör olarak atanması önemli bir ayrıntı. Şimdi Batman halkı, onun bölgeyle ilgili birikimini şehrin üniversitesine yansıtmasını bekliyor.
'YENİ ÜNİVERSİTELER BÜYÜK SORUN YARATIR!'
Doğu ve Güneydoğu illerinin aslında uzun yıllardır üniversite kavramıyla tanışıklığı var. Bunun sebebi, Diyarbakır Dicle, Van Yüzüncü Yıl,
Erzurum Atatürk,
Kars Kafkas ve
Elazığ Fırat gibi bölgenin köklü ve büyük üniversitelerine bağlı meslek
yüksekokullarına ev sahipliği yapmaları. Bu okullar şimdi bu illerdeki üniversitelerin temelini oluşturuyor. AK Parti hükûmetinin her ile üniversite açma projesi aslında daha eski bir çalışma olmasına rağmen, bir önceki Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer ve yine bir önceki YÖK Başkanı Prof. Dr.
Erdoğan Teziç engeline takılmıştı. Erdoğan Teziç o dönem hükûmetin 15 yeni üniversite projesine şu sözlerle karşı çıkmıştı: "
Üniversitelerin durumu iç açıcı değil. Ödenek yetersizliğinden yarım kalmış binalar var,
araç-gereç eksik, öğrencilerin koşulları ilkel. Bunlar varken yenilerinin kurulması daha büyük sorunlar yaratır. Bu maceraya girmeye kimsenin hakkı yok."
Teziç'in karşı çıkışına rağmen sözü edilen 15 üniversite projesi hayata geçirildi ve ilk rektörleri de onun başında bulunduğu YÖK atadı. Bu olayın üzerinden bir süre geçtikten sonra bu kez de 23 yeni üniversite projesi gündeme geldi ve ülkemizde üniversitesi olmayan il kalmadı.
Teziç'in eleştirileri, aynı çevrelerin farklı sözcüleri tarafından sürekli dillendiriliyor. Zaten mahrumiyet bölgesi olan bu illere
öğretim üyesi ve öğrenci gitmeyeceği, fiziksel altyapının yetersiz kalacağı ve bu kurumların
tabela üniversitesinden öte anlam taşımayacağı söyleniyor. Oysa sadece bir yıllık sürede yaşananlar ve alınan mesafe bu görüşleri boşa çıkaracak kadar etkileyici!
İki yıllık bir yüksekokulu, doktorasız 12
öğretim görevlisi ve toplam 400 öğrenciyle devralarak bir yıl önce eğitime başlayan Tunceli Üniversitesi'nde bugün 50'si doktoralı olmak üzere 180
akademik personel ve 1150 öğrenci bulunuyor. Akademik ve idari personelde 10 kat, öğrenci sayısında 3 kat büyüyen üniversite, Gıda Mühendisliği, Kimya,
Elektrik ve Elektronik gibi 4 yıllık fakülte ve bölümlere de öğrenci almış. 500 kişilik
yurt imkânı bulunan şehirde şimdi en büyük sıkıntı öğrencilerin konaklamasında yaşanıyor. Bu alanda da üniversiteye destek Kredi Yurtlar Kurumu'ndan gelmiş. 550 kişilik yurdun temeli atılmış. Üniversitenin 600 dönümlük araziye kurulacak
kampüs inşaatını da
TOKİ üstlenmiş. Rektör Durmuş Boztuğ, bunun üniversite-TOKİ iş birliğinde bir ilk olduğunu belirtiyor.
Bu üniversitelere 'tabela üniversitesi' olur diyenlere en güzel cevabı Siirt Üniversitesi veriyor.
Mayıs 2007'de kurulan üniversite bünyesinde 3 fakülte, bir
sağlık hizmetleri, bir de sağlık meslek yüksekokulu ile
Eruh ve
Kurtalan ilçelerinde iki meslek yüksekokulu bulunuyor.
4 bin 100 öğrenciye sahip Siirt Üniversitesi'nde 6
profesör, 2 doçent ve 21 yardımcı doçent görev yapıyor. Profesörlerden ikisi üniversite kurulduktan sonra Rektör Recep Ziyadanoğulları'nın davetiyle
Hacettepe ve
Gazi üniversitelerinden gelmiş. Bu kadar yeni bir yapı olmasına rağmen rektör, üniversitenin bilimsel yayın sayısında Türkiye genelinde 24. sırada olduğu bilgisini veriyor.
Bundan sadece 1 yıl önce bir yüksekokul ve orada görev yapan 15 öğretim görevlisini devralarak faaliyete geçen Iğdır Üniversitesi'ndeyse hâlen 78 akademisyen görev yapıyor ve 1150 öğrenci eğitim görüyor.
İlahiyat Fakültesi'nde bütün akademik kadro daha şimdiden tamamlanmış. Rektör Prof. Dr. İbrahim Hakkı Yılmaz,
Ziraat ve Fen
Edebiyat fakültelerine büyük talep olduğunu belirterek "Planladığımız fakülteler açıldığında önümüzdeki birkaç yıl içinde öğrenci sayımızın 5 bini bulacağını tahmin ediyorum." diyor. Yılmaz, 'bu maceraya girmeye kimsenin hakkı yok' diyenlere, kendi yaşadığı bir örnekle
cevap veriyor: "Ben, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin kuruluşunda bulundum. Iğdır'ın başlangıç noktası Yüzüncü Yıl'ınkinden çok daha ileride. Ben kuruluşunun 5. yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ne geldiğimde, orada sadece bir bina ve 30 kadar akademik personel vardı. Toplamda 3 fakültesi vardı. Biz birinci yılımızda bunu geçtik."
2007 Mayıs ayında kurulan ancak yeni rektör atanmadığı için geçen 1,5 yıllık sürede atıl kalan Batman Üniversitesi, henüz 1 yıldır aktif durumda ve öğrenci sayısı 3500.
Mardin Artuklu Üniversitesi'nin ise hâlen 1356 öğrencisi bulunuyor.
SIRADAN DEĞİL, MARKA ÜNİVERSİTE
Yeni kurulan üniversitelerin belirgin özelliklerinden biri de hemen hepsinin sıradan değil, belirli alanlarda
marka olmayı hedeflemeleri. Bunda elbette rektörlerin ortaya koyduğu vizyonun önemli rolü var. İşin bir boyutu da ortaya konulan 'marka üniversite' modelinin uluslararası bir bakış açısıyla ele alınması. Meseleyi biraz daha somutlaştıracak olursak... Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay'ın çerçevesini çizdiği üniversite profili tam da bu modeli ortaya koyuyor. Serdar Hoca, Türkiye'nin önde gelen hematologlarından ancak Artuklu için ortaya koyduğu hedef, bir
sosyal bilimler, medeniyetler ve diller üniversitesi olmak. Bu hedefi Mardin ve çevresinin kültürel tarihiyle uyumlu buluyor. Tarihî perspektiften bakıldığında da Artuklu'yu aslında 2 yıllık değil, 2 bin yıllık bir üniversite olarak tanımlıyor. Yani bölgedeki binlerce yıllık medrese geleneğinin son halkası...
Dünyanın ilk üniversitelerinden biri kabul edilen
Nusaybin Akademisi, Mardin'de kurulmuş.
Süryani medreseleri asırlar boyu bu bölgede ilim üretmiş. Her şeyden önemlisi bölgenin bir tercüme geleneği var.
Selçuklu ve Artuklu dönemlerinde kurulan 13 medreseyi de unutmamak lazım. Bunların en ünlüleri, hâlen kalıntıları Mardin'de bulunan Kasımiye ve Zinciriye... Artuklu Üniversitesi şimdi bu iki yapıyı devralıp gerekli tadilatları yaptıktan sonra, üniversite bünyesinde kullanmaya hazırlanıyor. Rektör Omay, Deyrulzeferan gibi kadim ilim geleneğinin devam ettiği manastırları da üniversitenin bir parçası olarak değerlendiriyor.
Artuklu Üniversitesi kısa süre önce YÖK'e yaptığı Kürt Dili ve Edebiyatı bölümü kurma talebiyle gündeme oturmuştu.
YÖK Genel Kurulu bunun yerine Yaşayan Diller Enstitüsü kurulmasını kararlaştırdı. Rektör Omay bu kararı eleştirerek "Bölgemizde Kürt dili ve edebiyatının en güzel örnekleri Mardin'de ve Artuklular devrinde verilmiş. Bu işin merkezi ve laboratuvarı Mardin'dir." diyor. Üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı, Felsefe ve Filolojiye de büyük önem veriliyor. Midyat'ta Uluslararası Teoloji Fakültesi, Nusaybin'de de Mardin Tercüme Okulu kurmayı hedeflediklerini belirten Rektör Omay, "
Türkçe,
Kürtçe,
Arapça,
Farsça, Süryanice bu coğrafyanın ortak dilleridir. Bu diller arasında tercüme faaliyetleri çok gerekli. Mardin Tercüme Okulu bunları yapacak. Sadece günümüzün eserlerini değil, eski eserleri de tercüme edecek. Teoloji Fakültesi ise dinler tarihine ağırlık veren, dinlerin mukayeseli çalışmalarının yapılabildiği, ilahiyat kadar Süryani din adamı da yetiştiren bir ilk çalışma olacak." diye anlatıyor planlarını.
Peki, rektörü ünlü bir tıpçı olan üniversite neden sadece sosyal bilimler ve dile odaklanıyor? Omay'ın bu konudaki yaklaşımı net: "Tematik ve butik olmadığı takdirde fotokopi mantığı ile yeni üniversiteler bir yere varamaz. Gelişme,
büyüme ve ihtiyaçlara cevap vermesi ancak böyle olabilir."
Omay, üniversitenin Mardin gibi bir medeniyetler merkezinde gayrimüslimlerle birlikte yaşama kült
ürünün gelişmesinde ciddi katkıları olacağına inanıyor. Meselenin uluslararası boyutunu da ihmal etmeyen rektör, Şam Üniversitesi'nin Arap Dili ve Edebiyatı bölümü ile anlaştıklarını ve Artuklu'nun Arap Dili okuyan
hazırlık öğrencilerinin orada eğitim alacağını söylüyor. Bunun dışında bölgenin iki önemli eğitim kurumu
Kerkük ve Dohuk üniversiteleriyle de ikili anlaşmalar yapılmış. Dohuk Üniversitesi'nin içine bir
Türkoloji Bölümü kurma çalışmaları da devam ediyor. Bunun dışında İran,
Rusya ve İngiltere'deki bazı okullarla görüşmeler sürüyor. Mardin Artuklu, daha şimdiden uluslararası bir üniversite olma yolunda ciddi adımlar atmış.
IĞDIR'DA TARIM, SİİRT'TE KİMYA, BATMAN'DA PETROL
Iğdır Üniversitesi'nin marka olmak istediği alanların başında tarım geliyor. Çünkü ilde çok ciddi bir tarım potansiyeli var. Rektör Prof. Dr. İbrahim Hakkı Yılmaz'ın ziraat mühendisliği kökenli olması da Iğdır için büyük avantaj. Üniversite, bölgede geleneksel yöntemlerle yapılan tarımsal faaliyetleri geliştirmek için çalışmalara başlamış bile. Iğdır, Doğu'nun
sebze ve
meyve bahçesi olma özelliğine sahip. Hatta ilginçtir, Malatya'dan sonra en fazla
kayısı bu şehirde üretiliyor. Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hüseyin Zengin, bölgedeki bilinçsiz sulama, ilaç ve
gübre kullanımının toprak yapısına zarar verdiği tespitini yaparak fakültenin planlarını anlatıyor: "Ziraat Fakültesi sadece öğrencilere teorik ve pratik eğitim vermeyecek. Aynı zamanda bölgede
modern tarım
uygulamalarının gelişmesi ve ürün çeşidinin arttırılmasına da ciddi katkı yapacak. Ürünlerin pazarlanmasında sıkıntılar var, o konuda da üreticiye destek vereceğiz. Özellikle topraktaki yüksek tuzluluk oranıyla ilgili faaliyetler için
TÜBİTAK ve AB'ye projelerimizi sunduk. Fakülte olarak burada tarımın lokomotifi olmak istiyoruz. Köylere kadar gidip yerinde uygulamalarla üreticiyi bilinçlendirmeyi planlıyoruz."
Rektör Yılmaz ise sadece ildeki faaliyetlerle yetinmiyor. Kısa süre önce Nahçivan Üniversitesi'ne giderek karşılıklı
işbirliği fırsatlarını araştıran Yılmaz, iki üniversitenin birbirine
öğretim üyesi desteği vereceğini ve öğrenci değişimi yapacağını belirtiyor. Rektörün bir hedefi de
Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesine paralel üniversitede bir de Ermeni Dili ve Edebiyatı bölümü açmak.
Siirt Üniversitesi Rektörü Prof. Recep Ziyadanoğulları'nı bu üniversiteye getiren gerekçelerin başında da
kimyacı olması ve ilin yapısının da buna uygun olması geliyor. Kimya alanında Dicle Üniversitesi'nde önemli araştırmalara
imza atan rektör, benzer çalışmaları zengin maden yataklarına sahip Siirt'te de sürdürmeyi planlıyor. Bu sebeple kimya alanındaki akademisyen sayısını artırdığını belirtiyor. Rektör Ziyadanoğulları, marka üniversite anlayışını, "Her alanda yükselmek isterseniz yarı yolda kalırsınız. Biz kimya alanında mesafe almak ve öne çıkmak istiyoruz. Bu anlamda altyapımızı büyük ölçüde tamamladık. Siirt Üniversitesi kimya araştırmalarında bir marka hâline gelecektir." sözleriyle anlatıyor.
Batman Üniversitesi'nin özel önem verdiği alan ise petrol. Bir petrol kenti konumundaki Batman'da bu alandaki çalışmalar büyük önem kazanıyor. Aslında Batman bugün Diyarbakır'dan sonra Güneydoğu'nun en gelişmiş şehri. Bölgedeki diğer illerin aksine çok canlı bir sosyal yaşama sahip bir yer. Oysa Batman, 1945'te 11 haneli bir köydü. Bölgede petrol bulunması bu köyü bugün 300 bin nüfuslu bir şehir hâline getirdi. Rektör Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam, ODTÜ ve İTÜ'den sonra Türkiye'deki üçüncü
Petrol Mühendisliği bölümünü burada açacaklarını ve diğerlerinden farklı olarak uygulamalı eğitimlerin olacağını vurguluyor. Petrol sadece Batman için değil, bölge ülkeleri açısından da çok önemli. Rektör Uluçam'ın hedefi, Petrol Mühendisliği bölümünün
Irak ve İran gibi ülkelere de açık olması. Özellikle Irak'a bu alanda insan kaynağı desteği verebileceklerini düşünüyor. Kısacası onun hedefi, bölgenin ihtiyaçları ve sosyal yapısına göre şekillenen bir üniversite modeli.
HAKKÂRİ ÜNİVERSİTESİ YETİŞKİNLERİ DE EĞİTECEK
Yeni kurulan 23 üniversite içerisinde durumu en sıkıntılı olanı kuşkusuz Hakkâri Üniversitesi. Hakkâri'nin ne Tunceli, ne Iğdır, ne de başka bir ille kıyaslanamayacak kadar zorlu bir coğrafyası var. Burada bir şeyler yapabilmek her bölgeden daha zor. İşte bu şartların bilinciyle Hakkâri'yi tercih eden Prof. İbrahim Belenli, ilk geldiğinde en kötüye hazır olduğunu ancak beklediğinden daha iyi durumda bir şehirle karşılaştığını anlatıyor. Şehirde üniversite kurulmadan önce sadece Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ne bağlı bir meslek yüksekokulu vardır. Belenli, henüz binalar ve altyapı olmadığından, üniversitenin 4 yıllık fakültelerini farklı üniversitelerle iş birliği yaparak başlatmayı planlıyor. Nitekim ilk adımı da
Çukurova Üniversitesi ile anlaşarak atmış. Bu yıl öğrenci alan Hakkâri
Eğitim Fakültesi, hâlen Çukurova bünyesinde eğitime devam ediyor. Hakkâri için bütün çevresi ve birikimini ortaya koyan Rektör Belenli, şimdi de Mühendislik Fakültesi'ni İTÜ'de gelecek yıl başlatmak için görüşmelerini sürdürüyor. İktisat Fakültesi'ni ise
İstanbul Üniversitesi bünyesinde başlatmayı planlıyor. Bu alanlarda geleneği olan üniversitelerin bünyesinde başlayacak eğitimin Hakkâri Üniversitesi'ne ciddi katkıları olacağını düşünüyor. Bu fakülteler, kampüs inşaatı bittikten sonra
Hakkari'ye taşınacak.
Rektör Belenli'nin en fazla önemsediği konu ise Hakkâri'de üniversiteye bağlı bir sürekli eğitim merkezi kurmak ve ilde okuyamamış
gençlerle, yetişkinlere de mesleki eğitim vermek. Ankara Büyükşehir Belediyesi ve
Gazi Üniversitesi ile ortaklaşa gerçekleştirilecek bu çalışmada meslek edindirme kursları ve
yabancı dil eğitimi öngörülüyor. Bu çalışmayı neden önemsediğini de şöyle açıklıyor: "Burada büyük bir genç kitle var ve bunlar zaman geçtikçe kaybediliyor. Sadece dağa çıkmaktan bahsetmiyorum. Bir gencin vasıfsız yetişmesi de bir kayıptır. En büyük
sermaye insan. Bunlara belli
formasyon kazandıramazsak bu genç nüfus problem olacak. Bunu önlemek ve herkesi üretimin bir ucundan tutacak şekilde kazanmak lazım. Hakkâri'de 19 yaş altı nüfus oranı yüzde 50'nin üstünde. Bu çok büyük bir rakam. Hemen bunlar için harekete geçilmesi gerekiyor."
Rektörün bir hedefi de ilk ve orta eğitime katkı yapmak. İlde görev yapan öğretmenlerin becerilerinin artırılmasına ciddi ihtiyaç olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Belenli, "Burada hep ilk tayinle gelen tecrübesiz öğretmenler var ve bizim bu genç öğretmenleri yetiştirmemiz gerekiyor. Bunu en iyi yapabileceğimiz yer burası. Öğretmenler de bu sürekli eğitim merkezinin hedef kitlesi. Bu konuyu da çok önemsiyoruz." diyor. Aslında Rektör bu projesiyle, Güneydoğu'nun kanayan yaralarından birine
parmak basıyor. Yıllardır stajyer öğretmenden fazlasını göremeyen bölgedeki okullar için öğretmenlerin yetişmesi hayati önem taşıyor.
Üniversiteler, fazla konuşulmasa da demokratik
açılımın en önemli taşıyıcısı demiştik. Demokratik açılım sürecinde üniversitelerin fonksiyonu elbette çok önemli ama bu sürecin başarıya ulaşması da üniversitelerin gelişmesi adına çok önemli. Sıkıntıları bizzat yaşayan rektörler açılım sürecinin değerini biliyor. Tunceli Üniversitesi Senatosu, geçtiğimiz günlerde yayımladığı bir
bildiri ile demokratik açılıma destek verdi. Bu desteğin gerekçesini Rektör Boztuğ'dan dinleyelim: "Burada sıkıntıyı biz yaşıyoruz. Üniversiteme mal ve hizmet almak istiyorum, bana yüzde yüz zamlı
fiyat öneriyorlar. Neden diyorum, ' Orası birinci derece terör bölgesi, göndereceğimiz makineleri sigortalatacağız' diyorlar. Kaliteli doktora öğrencisini ayarlıyorum, gelecek ama bir olay duyuyor ve vazgeçiyor. Böyle olursa ben üniversitemi geliştiremem. Bu olaylar artık bitmeli. İnşallah sorun artık çözülür."
Tunceli Üniversitesi, demokratik açılımın sadece
Kürt sorunu ve terör boyutuyla ilgilenmiyor elbette. Alevi meselesi de onların gündeminde. Alevi vatandaşların çoğunlukta olduğu Tunceli, bu konudaki çalışmalar için âdeta bir laboratuvar özelliğine sahip. Rektör Boztuğ, kendi kişisel özellikleri ve birikimini bu konuda da kullanmaya özen gösteriyor.
Alevilik Uygulama ve
Araştırma Merkezi kuran Boztuğ, "Burada amaç, Alevilerin dinî motiflerinin yazılı hâle getirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması.
Kerbela Mersiyeleri diye ilk kitabımızı bastık ve bunu önemli yerlere dağıtacağız. Alevi çalıştayına ve bu alandaki açılımlara bilimsel destek vermeyi hedefliyoruz." diyor.
Tunceli'de ODTÜ benzeri bir üniversite modeli oluşturmak için yola çıkan Durmuş Hoca, daha şimdiden şehri uluslararası arenaya da çıkarmaya başlamış. Jeoloji alanında düzenlediği sempozyuma
Amerika,
Kanada,
Avustralya ve Rusya gibi ülkelerden bilim adamları katılmış. Gelenlerin Tunceli'yi görünce hayret ettiklerini belirterek "Ayrılırken de ülkemiz hakkında çok olumlu imajlarla ayrıldılar. Burada beni üzen şu oldu: İnsanlar Avustralya'dan buraya gelirken, kendi hocalarımız, terör var diye gelmedi." diyor.
Yeni üniversiteler düzenledikleri sempozyumlarla da Doğu ve Güneydoğu
Anadolu illerini dışa açıyor. Bu durum da bölgenin Türkiye'nin geneliyle entegrasyonuna ciddi katkı yapıyor. Karşılıklı tanıma, birbirini anlama ve birlikte yaşama anlayışını besliyor.
AKSİYON