Fethullah Gülen Hocaefendi Erzurum'daki çocukluk günlerinde ilkokula 1946 yılı sonbaharında ablası Nurhayat ve kendisinden iki yaş büyük amcası Seyfullah ile beraber başladı.
Fethullah Gülen Hocaefendi bu ilk yılların hatıralarını şöyle aktarıyor:
Köyümüzde İlkokul Yoktu
Okula başlayacağım sıralarda köyümüzde ilkokul yoktu. Okul daha sonra açıldı. Şu anda da mevcut olan caminin bitişiğindeki medreseyi,
sınıf olarak kullandılar. Gündüzleri çocuklara, geceleri de
yaşlı erkek ve kadınlara orada
okuma-yazma öğretiyorlardı. O yaşlı başlı insanların durumunu pencereden seyreder gülerdim. Bana halleri çok tuhaf gelirdi. Yaşım tutmadığı için ilk sene beni okula almadılar. Okula gittiğimde yaşım yine tutmuyordu; fakat devam ettim. İki veya üç sene okula gittim.
Benim namazım çok erkendir. Bir kısmını yanlış kılmışımdır diye sonra
kaza ettim. Ama zannediyorum, namaza dört yaşında başladım ve bir daha hiç aksatmadım. Teneffüslerde bir sıranın üstüne çıkar ve namazlarımı kılardım. Bu yüzden adımı molla koymuşlardı.
Okulda bir de Belma
Öğretmen vardı. Bana çok iltifat ederdi. Bazen sınıfta, bana bakarak "
Birgün Galata Köprüsünde
genç bir
teğmen dolaşacak ve ben onu şimdiden seyrediyorum" derdi. Kendisi
İstanbulluydu. Onunla ilgili unutamadığım bir hatıram vardır. Birgün her nasılsa sınıfta
gürültü edenler arasına ben de karışmıştım. Diğerlerini dövdü. Sıra bana gelince kulağımdan tuttu ve sadece "Sen de mi?" dedi. Bu bir çift söz bana yetmişti.
Alvar Köyüne Göçünce Okul Yarıda Kaldı
Fethullah
Gülen Hocaefendi'nin
babası Râmiz Efendi imam olup Alvar köyüne vazifeye gitmesiyle
aile oraya taşındı. Bundan dolayı Hocaefendi'nin ilkokul öğrenimi dördüncü sınıfta sona erdi. Bu ayrılışa çok üzülen öğretmeni ona gitmemesini söylediyse de okula döndürememiş.
Râmiz Hoca'nın Alvar köyüne gitmesi 1950 yılının bahar ayları
Mart veya
Nisan ayında gerçekleşiyor. Zaten Hocaefendi de "ilkokulda iki buçuk sene kadar okudum, daha sonra Erzurum'da dışarıdan imtihanla bitirdim" diyor.
Fethullah Gülen Hocaefendi dokuz yıl sonra Erzurum
Aziziye İlkokulu'nda 29 Nisan 1958'de dışarıdan imtihana girerek başarılı oldu ve 6
Mayıs 1958'de ilkokul diplomasını aldı. Bu döneme ait hatıralarını kendi ifadelerinden aktaralım.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 1958 yılında aldığı diplomasından bir kesit
İlkokulda iki buçuk sene kadar okuduktan sonra okuldan ayrıldım. Babam, imam olarak Alvar'a gittiği için biz de ailece oraya taşındık. Alvar'a gittiğimizde ben 9 veya 10 yaşındaydım. O zaman ilkokul dörtteydim. Ondan sonra bir daha da okula gitmedim. Bir ara Korucuk'a gelmiştim. Bu kadın öğretmen beni görmüş ve "Ben seni beşinci sınıfa geçirdim, gel diplomanı al" demişti. Fakat onun bu jesti de fayda etmedi. Okula gitmedim. İlkokulu daha sonra Erzurum'da dışarıdan[1] imtihanla bitirdim.
Babam bana yeniden Kur'an takviye ettirdi. İneklerimizi,
koyunlarımızı gütme bana düşüyordu. Sıbgatullah benden üç yaş
küçüktür. Demek ben dokuz yaşımda isem, o altı yaşlarında falandı. Onun için evin bütün ayak işleri de bana kalıyordu.
Boş vakitlerimi kitap okuyarak geçiriyordum. Nasıl öğrendim bilmiyorum; ama kendimi bildim bileli
Osmanlıcayı iyi okurdum. Babama ait ne kadar kitap varsa bu arada okudum. Babamdaki
sahabe hayranlığı bana da geçmişti. Onlara ait hayat hikayelerini işte o yaşlarda adeta ezberlemiştim.
İlk
Arapça hocam, babam oldu. Bana Emsile ve Binâdan bir miktar okuttu. Fakat daha sonra bazıları babama, benim hafızlık yapmamı söylediler. Babam biraz tereddüt geçirdi; fakat iki-üç çocukla beraber beni de hafızlığa başlattı.
Belma Özbatur Anlatıyor
44 yıl
öğretmenlik yapan ve şimdilerde İstanbul Bostancı'da
emeklilik günlerini geçirmekte olan Belma öğretmen Erzurum'un Korucuk köyünde başlayan öğretmenlik hatıralarını anlatıyor.
-Yılların tecrübeli bir öğretmeni olarak kısaca kendinizden ve ailenizden bahseder misiniz?
1928 yılında İstanbul Fatih'te Belma Sönmez olarak dünyaya geldim.
Annemin adı Mâizer Sönmez, babamın adı
İhsan Sönmez'dir. İkisi de İstanbulludur. Hatta annem ve babam benim okuduğum
Hırka-i Şerif İlkokulu'nun evveliyetinde (19.ilk mektep) okumuşlar. Okul daha önce başka bir binadaymış. Biz ailece, kardeşlerim, çocuklarım hep Hırka-i Şerif İlkokulu'nda okuduk. Babam emniyette polislik görevindeydi. En büyükleri ben olmak üzere üç kardeşiz. Ortancamız erkek olmuş, en küçüğümüz de kız.
Erkek kardeşim Turhan, benden bir yaş küçük, kız kardeşim
Selma da on yaş küçük. Evlendikten sonra da
soyadı "Karacebe" oldu.
Dedem Osmanlı ordusunda
subaymış. Annem okulda okurken son sınıfa geçince
Birinci Dünya Savaşı ve
Kurtuluş Savaşı sıralarında dedem Yunanlılara
esir düşmüş, hatta şehit olduğu haberi gelmiş. Anneannem bu yüzden çok hırpalanmış hatta küçük bir çocuğu varmış, onu kaybetmiş. Kendisi hastalanmış, zayıf düşmüş ve neticede
vefat etmiş. Annem de bir abla olarak mecburen kardeşlerine bakmak için okulu bırakmak zorunda kalıyor. Böylece annem, kardeşlerine hem ablalık hem annelik yapıyor. Annemler dört kardeşler. İki erkek iki kız. İki dayım da
general emeklisi. Biri askeri veteriner, diğeri askeri doktordu. İkisi de rahmetli oldular.
Cemalettin Cankat ve Nizamettin Cankat idi isimleri.
—Öğretmenliği kendi isteğinizle mi seçtiniz?
Hırka-i Şerif İlkokulu'ndan sonra Fatih Ortaokulu'nu bitirdim. 1945 yılında çok sevdiğim için öğretmenliği seçtim ve iki sene
Çapa Öğretmen Okulu'nda okudum. Okulumuz lağvedilince bizi
Edirne'ye gönderdiler. Üçüncü sınıfı da Edirne'de okudum. Ailem pek göndermek istemedi. Israr edince babam Edirne'ye götürmek durumunda kaldı. 1948 yılında Edirne Öğretmen Okulundan
mezun oldum. Fatih Ortaokulu'nda okurken matematik hocamız Hasan Bey'di. Kim öğretmen olmak istiyor deyince parmağımı kaldırırdım. O hemen
itiraz ederdi: Sen ya doktor olacaksın ya da kimyager. Annemin de mesleği seçmemde etkisi büyük oldu. Annem genç kızken Çapa Öğretmen Okuluna gitmiş ama yarıda bırakmış.
—Mezun olduktan sonra öğretmenliğe nerede başladınız?
1948 yılında Edirne Öğretmen Okulu'ndan mezun olduktan sonra
tayinim Konya'nın bir köyüne çıktı. Orada tanıdığımız bildiğimiz kimse olmadığı için ailem tereddüt etti. Yanımda benimle beraber gidecek kimsem yoktu. O yüzden beni göndermek istemediler. Babam çalışıyordu, annem zaten gelemez, kardeşlerime bakıyordu. Biz seni kendi başına gönderemeyiz dediler.
Ben de öğretmenlik yapmak için boyuna ağlıyorum. "Ben çocuk okutmak, insan yetiştirmek için okudum" diyerek onlara direttim. O sıralarda Erzurum Fevzi Çakmak Askeri Hastanesi'nin başhekimi Yarbay Cemalettin Cankat adındaki dayımdı. Teyzemin kocası da şark görevi dolayısıyla Erzurum'da bulunuyordu. Erzurum
Valisi Cemal Bey, dayımın sınıf arkadaşıymış İstanbul Lisesi'nden. Dayım, benim üzüldüğümü duyunca babamlara haber gönderiyor. "Eğer tayinini Ankara'dan buraya yaptırabilirseniz burada iki aileyiz, Belma yanımızda kalır öğretmenliğini de rahat rahat yapar" demiş. O böyle deyince hoşuma gitti ve bunu ben de istedim. Diğer dayım Nizamettin Cankat o sıralarda Ankara'da bulunuyordu. Onun vasıtasıyla tayinim Erzurum'a çıkarıldı. Böylece Erzurum'a tayin yaptırmamız zor olmadı. Yani sevincimden uçacak gibiydim. Neredeyse hoplaya zıplaya gittim.
-Erzurum'da hangi okulda göreve başladınız?
1948 yılının
Kasım ayıydı. Erzurum'a kar yağıyordu, karlı bir günde indim Erzurum'a. Orada beni dayım, teyzem ve kocası hep beraber karşıladılar. Ancak o yıl çıkarılan bir genelgeyle stajyerlerin köylere gönderilmesi mecburiyeti oldu. Bizim düşüncemiz başka türlüydü. Dayımların yanında kalacak, Erzurum içindeki bir okulda da görev alacaktım. Vali Cemal Bey dayımın arkadaşıydı. "İstersen tekrar İstanbul'a yaptıralım tayini" dediler. "Yoo, ben burada çalışacağım" dedim. Bunun üzerine Korucuk köyüne tayin edildim. Erzurum içinde kalamayışımın sebebi budur.
-Nasıl buldunuz Korucuk köyünü veya köy hayatını?
Korucuk normal zamanlarda yarım saatlik bir yoldur. Ancak karlı günlerde sabah binersiniz, gece indiğiniz olur Erzurum'a. Özellikle bir Deveboynu geçidi vardı ki, kışın tamamen kar altında kalır. O dönemin külüstür otobüsleri oradan çıkamaz kalırdı. Karlı bir günde vardık köye.
Elbette Korucuk'taki anılarımın apayrı bir yeri var. O zamana kadar hiç köy görmedim desem yeridir. Kar lapa lapa yağarken "işte burası senin okulun" dediler. Okuldan birisi çıktı o sıra. Elinde ibrik koşarak gidiyor bir tarafa doğru. Herhalde dedim bu okulun hademesi olsa gerek. Fakat öyle garip geldi ki; gözümün şurasında iki tane yaş belirdi. Evler hiç belli olmuyor, damdan pencereli. Dayım ve teyzem köyün halini görünce dediler ki sana bu köyde görev yaptırmayız. Ben dedim ki; yok katiyen olmaz. "Ben kalacağım" dedim. Bir yandan da ağlıyorum. Ben buraya geldim, çalışacağım dedim. Bu konuşmalardan sonra okula girdik. Öğrendik ki elinde ibrikle çıkan kişi okulun müdürüymüş. Beni muhtarın evine yerleştirdiler. Teyzem bir hafta kadar yanımda kalarak beni köye alıştırdı. Köylü çok iyi olduğu için alışmakta zorluk çekmedim.
-Alışmanız zor olmadı mı?
Benim hayalimin çok dışındaki manzaralardı gördüklerim. Ama çok kısa sürede alıştım oraya. Halk çok saygı ve sevgi doluydu bana karşı. Erzurumluların çok iyiliklerini gördüm. Ben de 3 sene boyunca seve seve çalıştım. Uzaktan benim geçtiğimi gören 80'lik dedeler ayağa kalkarak
selam verirlerdi. Hatta bir gün bir düğünde gelin almaya gidilirken ben de köydeki kadınlar gibi ehrama büründüm ama bir baktım ehramlı olduğum halde herkes beni tanıyor, ben geçerken ayağa kalkıyorlardı. Onlar bana sık sık "öğretmenim sen bize emanetsin, sana gelecek hata bizim iki gözümüze gelsin[2]" diyorlardı.
Erzurum'da Korucuk köyünde güzel günlerim geçti. Hiç bir gün neden gittim, niye geldim diye düşünmedim. İyi ki gitmişim,
köylüyü tanıdım. O kadar sevecen kişilerdi ki bana çok sıcak ve yakın davrandılar.
-İstanbullu genç bir öğretmen olarak yokluk içindeki çocukları görünce neler yaptınız?
Sınıfa gittim. Hiç talebe yok. Birinci sınıfı müdür bey okutuyor. 3 ve 4'ü ben okutuyorum.
Çocukların ekseriyeti bendeydi. Ekseriyet dediysem 30 kişi yok. Nerede çocuklar dedim. Dediler ki çocuklar dini okulda. Benden talebe isteniyor, yoklama yapıyoruz. Ben de kalktım
ders yaptıkları yere gittim. Baraka gibi bir yerde dini ders yapıyorlar. Hocaefendi'ye "Ben bu okula öğretmen olarak geldim, bu çocukların öğretmeniyim ama sınıf boş. Lütfen bu çocukları okul saatlerinde bize gönderin diğer saatlerde siz devam edin" dedim. Hocaefendi büyük anlayış gösterdi. "Hay hay öğretmenim" dedi ve o gün bütün çocuklar okula başladı. Mezun olana kadar gayet muntazam okula devam ettiler. Fakat önlük denen şey yok, yaka yok, kurdele yok. Biz o zamana kadar alışmışız düzenli bir sınıfa.
Şartların zor olmasına rağmen oraya gittiğime pişman olmadım. O zaman köyde çocukların saçları uzundu, berbere verecek paraları yoktu. Maaşımı alınca çocukların hepsine beşer
kuruş verirdim. "Haydi gidin tıraş olun" derdim.
Diyorum ya bir romandır benim anlattıklarım[3]. Köy fakir, insanların doğru dürüst bir geliri yok. Hafta sonları Erzurum'a teyzemin, dayımın yanına gidip geliyordum. Hiçbir öğrencinin önlüğü yoktu, alın desem alacak durumda değillerdi, üstelik onları incitmiş olacaktım. Bu yüzden entarilerinizi getirin önlük yapalım dedim. Dedim ki çokça
siyah boya alayım, bir de kazan getirteyim. Erzurum'dan bolca siyah boya aldım. Okulun bahçesine büyük kazanlar kurduk. Beyaz bezleri kestik biçtik, entarileri de boyayarak önlük haline getirdik. Patiskayla da yaka ve kurdele yaptık. Kız çocuklara kurdeleler yaptık. Sınıflar biraz olsun düzene girdi böylece.
Korucuk köyünde üç sene öğretmenlik yaptıktan sonra 1951 yılında köyden ayrıldım. Evlendikten 16-17 sene sonra çocuklarımla Korucuk köyüne ziyarete gittim. Beni bir gelin gibi davul zurnayla karşıladılar.
Fethullah Gülen'in sınıf arkadaşlarından Neşet vardı. Evlenmiş
torun sahibi olmuş. Çocuklarıyla birlikte bilmem kaç sene sonra İstanbul'a beni ziyarete gelmişti. Nasıl unutabilirim o insanları.
-Geri kalan öğretmenlik yıllarınız nerelerde geçti?
1951 yılında Erzurum'dan Çorlu'ya tayin oldum. Çorlu'dayken eşim Turan Bey'le evlendik. Bir buçuk sene orada çalıştım. Bir ara bebek beklediğimiz için eşim çalıştırmadı. Sinop'un Ayancık kazasının Türkeli nahiyesine eşim hükümet tabibi olarak tayin oldu. Ben çalışmıyorum. Ama her gün de ağlıyorum.
Çalışmak istiyorum, çalışmak istiyorum diye. Sonra tekrar vazifeye başladım. Sinop'ta beş sene kaldık. 1958 yılında tayinimiz İstanbul'a çıktı.
Eyüp Sultan İlkokulu'nda göreve başladım. İki sene sonra 1960 yılında kendi çocukluğumda okuduğum okula tayinim çıktı. Fatih Hırka-i Şerif İlkokulu'nda 33 yıl görev yaptıktan sonra da 1993 yılında emekli oldum. 1948-49 döneminde başladığım öğretmenlik mesleğime yaş haddinden dolayı 19 Haziran 1993'te nokta koydum. Emekli oluncaya kadar toplam 44 yıl
hizmet ettim.
—Günümüz öğretmenlerine ve öğretmen adaylarına diyeceğiniz bir şey var mı?
Annemin özlemi olduğu için mi bilmiyorum ben hep öğretmen olmak istemiştim. Öğretmenliğe severek başladım, yaşım dolana kadar severek çalıştım. Öğretmenlik mesleği ruhumuza işledi. Gece gündüz demeden çocuklara bir şeyler öğretmek için hep çırpındım. Bu yüzden vicdanım rahat. Bir öğretmenin tek arzusu vatana, millete hayırlı insanlar yetiştirmektir.
Genç meslektaşlarımız çocuklarımızı iyi yetiştirsinler, onlardan sevgilerini eksik etmesinler. Öğrencilerden iyi yetişmelerini bekliyorlarsa mutlaka onlara yakın olsunlar. Gerekirse aile sorunlarıyla da ilgilensinler. Çocuk eğer öğretmenini gerçekten severse o sınıf pürüzsüz gider.
Fethullah'a Diploma Vermeyi Çok İsterdim
-Fethullah Gülen Hocaefendi "Küçük Dünyam" adlı eserinde sizin Korucuk Köyündeki öğretmenliğinizden bahsediyor. Siz de biraz ondan bahseder misiniz? Şimdiki Fethullah Gülen Hocaefendi o günlerde nasıl biriydi?
Fethullah diğer öğrencilerden çok farklıydı; ağırbaşlı, mağrur, beyefendi, çalışkan, her şeye uzaktan
bakan öyle bir çocuktu. Ben onunla gurur duyardım. Hatta bazen kendisine derdim ki, Fethullah bak oğlum! İnşallah seni bir gün İstanbul'da Galata Köprüsünde
aslan gibi bir subay olarak göreceğim. Bunu da zaten hayatını anlattığı kitapta "Belma öğretmen böyle söylerdi" diye yazdı. Subaylık bizim için milli duyguları kuvvetli, kardeşlik duyguları ön planda olan bir meslek. Fethullah'ın da bu duyguları kuvvetli olduğu için onun subay olmasını isterdim. O köy Rus savaşı görmüş. Nineleri dedeleri bir odaya kapatmışlar hepsini diri diri yakmışlar. Bana hep bunları anlattılar. Yani bunun için onlar çok meraklıydı. Düşkündü, saygı duyarlardı askerlere. Köyden subay çıkmak bir hayli güç meseledir. Ben onda bu sevgiyi görmüşüm ki subay olmasını istemiştim.
O, her şeye uzaktan bakar, uzaktan güler, az da olsa neşeli olduğu zaman kahkaha da atardı. Bunu böyle hep ona söylerdim. Diğer öğrenciler gibi aşırılığa kaçan bir yaramazlığı yoktu. Arkada cama yakın oturur, iri yapılı, beyaz tenli, hep gözümün içine bakardı.
Sonra dördüncü sınıf bitmeden ayrılmak zorunda kaldı. Babası ve sülalesi dini alanda okuyan, kendini yetiştiren kişilerdi. Babası köyün hocasıydı. Tayini çıkınca Alvar köyüne göç ettiler. Çok üzüldüm. Ne yapsam da beşinci sınıftan mezun etseydim, diploma verseydim diye çok uğraştım. Olmadı, ailesiyle gitmek zorunda kaldı.
Bir gün okulun yanına beni veya arkadaşlarını görmeye gelmiş. Pencereden bakarken okulun bahçesinde görürdüm onu. Belki okulun özlemini duydu da geldi. Bana "Öğretmenim" derdi. Ona "Fethullah niçin gelmiyorsun yavrum, gel oku, bak mezun olacaksın çok iyi bir çocuksun, bu sene de devam et, ne olur okulunu bitir" dedim. Aslında biliyordum onların oraya ailesiyle birlikte gittiğini ama yine de gelip benim sınıfımda okumasını istiyordum. Belki onun kalbi de istiyordu ama ailesi göç edince artık ne yaptı bilmiyorum sonrasında. Zannedersem özel olarak okumasına devam etti. Fethullah'ı 3 ve 4. sınıftayken okuttum. Diplomasını sonradan imtihana girerek almış. Ona diploma vermeyi çok isterdim.[4]
Derslerine çalışan çok düzenli bir öğrencimdi kendisi. Spora ve jimnastiğe iştirak ederdi.
Tarım çalışmaları da bir nevi spordu. Okul faaliyetlerinde yaptığı işleri daima
kontrol ederdi, eşyalarını ve çevresine karşı koruyucuydu. Şimdiki gibi gözümün önündedir.
Her şeye uzaktan bakar, kendisini öne çıkarmazdı. Çok kararlı biriydi. Olayların içine girmez, öylece seyrederdi. Fakat herhangi bir şeyin kararını verince de gider onu yapardı.
Sende mi Fethullah?
-Sınıfın öğrencilerine yaramazlıktan ötürü ceza verme esnasında "sen de mi Fethullah" demişsiniz. Neydi mesele?
Ağır başlı bir çocuktu. Öyle herkese katılmazdı, uzakları seyrederdi, düşünceli ve derin bir hali vardı. Çok uslu bir çocuktu, bir defasında her nasılsa yaramazlık yapan çocuklara o da katılmış. Diğer çocukları cezalandırırken sıra ona geldi. Fethullah'tan öyle bir hareket beklemediğim için onun eline vuramadım, hafifçe kulağını çekerek 'Sen de mi Fethullah?' dedim. Bu ona çok dokunmuş olacak ki, bir daha asla yaramazlık yapmadı. Hakikaten de "O söz bana bir küpe olmuştu, bir daha yaramazlık yapmadım" diyor hayatını anlattığı Küçük Dünyam adlı kitapta.
Bulunduğum evden sadece
gökyüzü görünüyordu. Evin tek penceresi damdaydı. Geceleri bazen kurtlar bile geliyordu damdaki pencereye. Köylüler beni koruyorlar ama yine de akşamları içimde korku oluyordu. O ilk günlerde bir
rüya gördüm. Yalnız bir kaç kişiye anlatmışımdır bunu. Bir gece yine okudum üfledim yattım. Rüyamda kapım açılıyor. Tüylerim diken diken. Hazreti Peygamber (s.a.v) kapımdan içeriye giriyor, hiç konuşmadan seccadeyi seriyor, namazını kılıyor ve gidiyor. Dedim ki bu, bana
Allah'tan bir şey. Korkma, bak koruyanın var. Ve ben bu rüyaya o kadar inanmışımdır ki, hâlâ gözümün önündedir. Demek ki o sınıftan Fethullah gibi bir din adamı çıkacakmış, bu onun işaretiydi sanki. Manevi değerlere bağlılıkla cesaretle oturdum orada.
Okullar Açmaya Devam Etsin
1948 yılında Erzurum'un Pasinler ilçesi Korucuk Köyü'nde öğretmenliğe başlayan 78 yaşındaki Belma Özbatur Hanımefendi, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin dünyada yüzlerce Türk okulunun açılmasını
tavsiye etmesi ve Türk kültürünün tanıtılmasına katkıda bulunduğundan dolayı "Türk bayrağını her yerde dalgalandırdığı için onunla gurur duyuyorum" diyerek Hocaefendi'nin eğitim hizmetlerine verdiği desteği dile getirdi.
-Korucuk'tan çıkmış talebeniz küçük Fethullah'ın şimdilerde dünya geneline yayılmış okul ve eğitim hizmetlerini nasıl karşılıyorsunuz?
Onunla bir eğitimci olarak gurur duyuyorum. Eğitim alanında yaptığı çalışmalarla hem Türkiye'de hem de dünyanın dört bir tarafında Türkiye'mizi ve Bayrağımızı dünyaya tanıtıyor. Bu yaptıkları onunla gurur duymam için kâfidir.
Onun sürekli
şeker hastası ve
kalp rahatsızlıkları olduğunu duydum. Onun hastalığı, oğlumun hastalığı kadar içimi yakar. Sağlığına çok dikkat etsin ve okullar açmaya devam etsin. Onun yurtdışında açtığı okullarla gurur duyuyorum. Oralara Türk bayrağını ve Türk sevgisini taşıyan öğrencimle ne kadar iftihar etsem azdır.
-Kendisiyle görüşme imkanınız oldu mu?
Onunla hiç yüzyüze görüşemedik ama
telefon etti. Onun bende bir de mektubu vardır. Telefonda "İnşallah ilk fırsatta ziyaretinize geleceğim" demişti ama herhalde fırsat bulamadı. Beni çok severdi. 1990 ve 1991 yıllarında
Süleymaniye Camii'ndeki vaazlarına çıktığı zamanlar onunla görüşmem için götürmek istediler. Fakat o an imkânım olmadı. Telefon açtı, konuşurken sesi titriyordu, çok heyecanlıydı. Ona "sana ne diyeceğimi bilemiyorum ama "oğlum" diye hitap edeceğim" dedim. Telefonla görüşmemizde ona geçmiş olsun dedim.
Bir öğretmeni olarak ona söyleyeceklerim kendisine iyi baksın. Onun okul açması beni çok mutlu ediyor. Kararlılığı mutlu ediyor. Allah ona sağlık afiyet versin diyorum. Kendisini
tebrik ediyorum. Ona hakikaten bravo diyorum. Korucuk gibi bir köyden böyle birinin yetişmesi tebrike şayandır. Kendi kendini yetiştiren bir insandır.
Cesur, akıllı, terbiyeli, tertipli, düzenli, kıyafetine çok dikkat eden, mert ve beyefendi bir çocuktu. Bu özelliklerinden dolayı onun subay olmasını istemiştim. Seni İstanbul Galata köprüsünde aslan gibi bir subay olarak görmek istiyorum derdim. Yüzlerce çocuk yetiştirdim, çok mutluyum. Fethullah Gülen Hocaefendi'ye Türkiye'ye yaptığı hayırlar için teşekkür ediyorum.
Yıllar Sonra Haberdar Oldular
Fethullah Gülen Hocaefendi 1995 yılında anjiyo olduğu günlerde ilkokul öğretmeni Belma Özbatur hanımefendi, Hocaefendi ile ilgili çıkan haberlerden onun anjiyo[5] olduğunu öğrendi. Bunun üzerine öğrencisine "
Sevgili Fethullah Gülen Hoca, oğlum… " diye başlayan bir geçmiş olsun mektubu gönderdi. Kendisini çok sevindiren bu mektuba karşılık Fethullah Gülen Hocaefendi de
Öğretmenler günü dolayısıyla "Kendisinin talebesi olmakla müftehir olduğum Belma Hanım efendi'ye …" diye başlayan bir mektubuyla şiir kitabını gönderdi. İlkokul öğretmeni Belma Özbatur Hanımefendi bu cevabi mesajla ilgili olarak şöyle diyor:
"Gazetelerden kalp anjiyosu olduğunu öğrendim, çok üzüldüm. Kısa bir geçmiş olsun mektubu yazdım. Onun cevabını yazmış, çok mutlu oldum. Öğretmenleri o kadar yüceltmiş ki: '
Hayata ilk uyandığım bir dönemde kendimi bulmam ve özümle bütünleşmem mevzuunda önemli katkıları olduğuna inandığım öğretmenim" diyor.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Mektubu
Kendisinin talebesi olmakla müstemir olduğum Belma Hanımefendiye!
Muallimlik mesleğinin şerefli müntesibi zat-ı âliyeniz ve sizinle aynı duygu ve düşünceyi paylaşan muallimler, doğumdan ölüme kadar bütün bir hayat boyu hayatı şekillendiren kudsi üstadlardır.
Milletine kader programında
rehberlik yapıp ahlak ve karakterini yücelten ve ona ebediyet şuurunu aşılayan, yerde melek soluklarının mihraplaştığı üstün varlığa denk ikinci bir varlık gösterilemez.
Muallimin fert üzerinde tesiri anne-baba ve cemiyetin tesirinden kat kat üstündür. Aslında anneyi de babayı da hatta cemiyeti de yoğuran muallimdir.
Muallimin elinde madenler saflaşır som altına ve pırıl pırıl gümüşe dönüşür, inkîlab eder. O esrarlı elde en ham ve en değersiz şeyler bihemta paha biçilmez elmaslar haline gelir.
Mültefit sözlerinizle yazdığınız hissiyatınızı kıymetli mektubunuzda okuyunca çok mütehassıs oldum. Mektubu okurken mazi gözümün önünde tüllendi. Bir anne şefkatiyle bütün öğrencilerinizle tek tek ilgilenmenizi ve teşviklerinizi içimde bir kere daha hissettim. Rahatsızlığımla ilgili yakın ilgi ve alakanıza geçmiş olsun dileklerinize candan teşekkürlerimi arz ederim. Haddimi aşan takdirkâr ifadelerinizden dolayı Rabbim sizi de beni de utandırmasın.
Zatı âliyelerinize ve değerli eşiniz Turan Özbatur Beyefendiye sonsuz hürmet ve selamlarımı arz ederim Efendim.
* * *
[1] Erzurum
Milli Eğitim Müdürü Müdürü Kemal Tuncoku'nun imzaladığı ve Fethullah Gülen Hocaefendi'nin dışarıdan imtihana girerek aldığı diplomada şöyle yazmaktadır: "Erzurum Maarif Müdürlüğü'nün 29/04/1958 tarih ve 532/3273 numaralı emri üzerine beş sınıflı Aziziye İlkokulu'nda ilköğrenimi bitirme imtihanına giren Fethullah Gülen, yapılan imtihanda muvaffak olduğundan bu ilk öğrenimi bitirme diplomasını almağa hak kazanmıştır" Diploma tarihi: 06/05/1958.
[2] Zaman,
Ebru Nida Bilici, "Işığı İlk Yakan El" başlıklı haberden bir bölüm, 30 Kasım 1996
[3]
Hamit Gündüz,
Aksiyon Dergisi, "Bir Romandı Öğretmenliğimiz" başlıklı haber, sayı 50, 18 Kasım 1995
[4] Zaman, Habibe Demircan, 24.11.2005
[5] Fethullah Gülen Hocaefendi kendisini rahatsız eden kalp sıkıntılarının nedenini öğrenmek için 14
Eylül 1995
Perşembe günü
Amerikan Hastanesi'nde anjiyo yaptırdı.
© fgulen.com