Prof Dr. Ayhan
Aktar Taraf Gazetesindeki köşesinde İsbul
Üniversitesi için yeni bir çözüm planı öneriyor.
İşte Aktar'ın önerdiği planı
İstanbul Üniversitesi nasıl kurtulur?
İstanbul Üniversitesi’ndeki
rektörlük
seçimleri tartışılıyor. AKP’ye yakınlığı ile bilinen Prof. Yunus Söylet’in seçimde ikinci gelmesine rağmen, Cumhurbaşkanı Gül’ün tercihine sunulmak üzere YÖK’te yapılan sıralamada birinci sıraya yerleştirilmesi basında eleştiriliyor. Cumhurbaşkanı Gül, herhalde Prof. Yunus Söylet’i rektör atayacak.
Basınımızın “Amiral Gemisi” haberi şöyle vermiş: “YÖK, İstanbul Üniversitesi için
Köşk’e gidecek üç kişiyi belirledi.
YÖK Genel Kurulu dünkü toplantısında, üniversitedeki seçimlerde birinci olan Prof. Dr. Ali Akyüz’ü ikinci sıraya çekti. Akyüz’ün yerine
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın
aile doktoru ve ‘Türbana
özgürlük bildirisi’nin mimarlarından eski YÖK üyesi Prof. Dr. Yunus Söylet birinci sıraya getirildi... Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, bu üç kişiden birini rektör olarak atayacak” (
Hürriyet, 23 aralık).
Bu yorumlar artık ‘
kabak tadı’ verdi. Yasal, fakat antidemokratik mekanizmalar sonucunda, ‘bizim kafada’ biri rektör olursa ne âlâ! Cumhurbaşkanı Sezer döneminde
Gazi,
Fırat,
Erciyes,
Cumhuriyet ve
Trakya üniversitelerinde, seçim sonuçları hiç ciddiye alınmadan “çağdaş görünümlü birileri” rektör olarak atandı. Laikperest takımından çıt çıkmadı. Şimdi ise devran değişti,
Çankaya’da başkası var. Dolayısıyla, “yandım
Allah!” edebiyatı.
Şimdi gelelim, esas meseleye... İstanbul Üniversitesi’nde yapılan seçime yaklaşık 2500
öğretim üyesi katılmıştı. En fazla oyu alan adaylar ve bağlı oldukları fakülteler şöyle:
1. Prof. Ali AKYÜZ,
Çapa Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi (483 oy)
2. Prof. Yunus SÖYLET,
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,
Çocuk Hastalıkları (467 oy)
3. Prof.
Melih BOYDAK,
Orman Fakültesi (365 oy)
4. Prof. Ahat ANDİCAN, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi (328 oy)
5. Prof. Faruk ERZENGİN,
Çapa Tıp Fakültesi,
Kalp Hastalıkları (250 oy)
6. Prof. Erhun EYÜPOĞLU, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi (181 oy)
Yukarıdaki tabloda ilk göze çarpan şey, altı adaydan beşinin “Tıp kökenli” olmasıdır. Bu durum, bünyesinde Tıp Fakültesi barındıran üniversitelerin tümünde aynen tekrarlanmaktadır. Daha önce yayınlanmış yazımda bu durumun tuhaflığını anlatmış ve bir zamanlar kendi üniversitesinde Tıp Fakültesi açılmasına
itiraz eden Yeditepe Üniversitesi Rektörü, Prof. Ahmet Serpil’in tespitlerine yer vermiştim. Prof. Serpil’in tespitlerini tekrar hatırlatalım:
“Bir üniversiteye tıp fakültesi açtığın andan itibaren, tıp fakültesi o üniversitenin bütün kaynaklarını tüketir. Malzeme, cihaz ve gereç ihtiyacı hiç bitmez bunların. Kütüphaneye kitap ısmarlayacak para kalmaz bütçede. Başka fakültelere hiç yatırım yapamazsın. Zamanında
Hacettepe’yi kurmuş olan Prof.
İhsan Doğramacı, kendi üniversitesi olan
Bilkent’e tıp fakültesi açamaz mıydı? İstese, en iyisini açardı. Ama Doğramacı, tıp fakültesinin Bilkent’i geberteceğini bilecek kadar akıllı adamdır. Tıp fakültesi olan bir üniversitenin iki yakası biraraya gelmez. Mesela, İstanbul Üniversitesi çoktan ruhunu teslim etmiştir. Çünkü orada bir değil, iki tıp fakültesi (Cerrahpaşa ve Çapa) var. Bu iki fakülte birleşip sürekli tıp kökenli rektör seçerek tüm üniversitenin kaynaklarını kendi fakülteleri lehine sömürürler. Kısacası, içinde tıp fakültesi olan üniversite yavaş yavaş ölür” (Taraf, 17 ağustos).
Yukarıdaki tespitler doğrultusunda seçim sonuçlarını değerlendirirsek, İstanbul Üniversitesi’nin başına yine “Tıp kökenli” birinin atanması, tıp camiası dışındakiler bakımından “ruh teslimi” durumunun devamı anlamına gelecektir.
Unutmayalım ki İstanbul Üniversitesi’nin Çapa ve Cerrahpaşa Tıp Fakülteleri dışında 15 fakültesi vardır. Toplam öğrenci sayısı ise 55.000 civarındadır. Üniversitelerin bütçeleri
Maliye Bakanlığı tarafından belirlenirken, öğrenci sayısı esas alınır. Maliye, öğrenci başına yakın zamana kadar 10.000 YTL ödüyordu. Yâni, 12.000 öğrencisi olan bir üniversitenin bütçesi yaklaşık 120 milyon YTL civarındadır. Tıpçı rektörlerin yaptığı şudur: Başında bulundukları üniversitelerin hukuk ve iktisat fakültelerine öğrenci doldurup Maliye’den aldıkları bütçeyi yükseltmek! Devletten alınan paraları da tıp fakültelerine harcayıp milyon dolarlık MR,
tomografi cihazları satın almak. Ama
Hukuk Fakültesi kütüphanesine alınacak bir
dergi için “bütçede para yok” denir!
“Tek Adam” anlayışı yolsuzluğa da açıktır. Örneğin,
Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Süleyman Okudan (kendisi göz doktorudur!) geçenlerde meşhur oldu! “İhaleye fesat karıştırmak, rüşvet almak ve çıkar amaçlı
suç örgütü yönetmek” suçlarından gözaltına alınan Prof. Okudan’ın konutunda yapılan aramada bulunan 1 milyon YTL’ye el konuldu” (
Milliyet, 18 kasım).
Selçuk Üniversitesi gibi 60.000 öğrencinin bulunduğu koca kurumu tek kişinin eline verirseniz, olacağı budur! Dolayısıyla, hantal üniversiteleri acilen bölmek lazımdır. Aynı şekilde, İstanbul Üniversitesi’ni ciddi bir eğitim kurumu haline getirmek isterseniz, en azından dörde bölünüz. Benim önerim, şöyle:
1. Çapa Üniversitesi (Tıp,
Eczacılık ve
Su Ürünleri Fakülteleri)
2. Cerrahpaşa Üniversitesi (Tıp, Dişçilik, Orman,
Veteriner Fakülteleri)
3.
Avcılar Üniversitesi (İşletme, Mühendislik Fakülteleri)
4.
Beyazıt Üniversitesi (Hukuk,
Edebiyat, Fen, İktisat, Siyasal Bilgiler, İletişim, İlâhiyat ve Eğitim Fakülteleri)
1971 yılında
Fransa’da Edgar Faure’nin önayak olduğu eğitim
reformu ile koskoca
Paris Üniversitesi 13’e bölündü. Dünyanın da sonu olmadı! İstanbul Üniversitesi de dörde bölünür ise, bilim ve eğitim açısından çağdaş bir kurum olma şansı vardır. Yoksa, şimdiki gibi nal toplar. Maruzatım budur, efendim!