Ama araştırmacılar ve sosyal bilimciler 4 yılda 4 buçuk kat artan bu sosyal vak’ayı henüz tam olarak teşhis edebilmiş değil. Peki baş
örtü anketlerinin arkasında neler olabilir?
Bir
öğretim üyesi fakülte binasının girişinde sağa sola koşarak, “Nerede şu güvenlik görevlileri. Benim gördüğümü onlar görmüyorlar mı?” diye bağırmaya başlamadan önce her şey normal görünüyordu. Kısa süren panikten sonra koridorları inleten bu çığlığa bir
kanun kaçağının değil, hakkında
soruşturma başlatılan ve
savunma vermeye gelen örtülü bir öğrencinin sebep olduğu anlaşıldı. Alarm çağrısı yapan
öğretim üyesi, ‘dehşetengiz’ bir duruma şahit olmuştu… Yıllar önce yaşanan bu olayı,
Milliyet gazetesinde yayımlanmaya başlanan kamuoyu araştırması hatırlattı.
Hayat normal seyrinde akıp giderken bir anda
alarma basıldı. Gazetelerde, televizyonlarda öğretim üyesinin gözlerini büyüten olaydakine benzer bir telaşla Tarhan
Erdem imzalı araştırmanın sonuçları tartışılıyor.
Türkiye hızla dindarlaşıyor, başörtülü sayısı artıyor. Bu gidişi durdurmak için yapılacak bir şeyler olmalı, ama ne?
74 milyon nüfuslu Türkiye’de
18 yaş üstünde yaklaşık 17 milyon 400 bin kadın var. Çeşitli araştırma sonuçlarına göre bunların yüzde 64’ü başını ‘bir şekilde’ örtüyor. Yani 11 milyon kadın başörtülü. Örtü kullanmayanların sayısı ise 6 milyon 500 bin civarında. Oransal olarak örtünmeyen kadınların neredeyse iki misline tekabül ediyorlar; ancak bu realite
azınlık muamelesi görmelerine mâni olamıyor.
Tesettür,
Osmanlı ve
Cumhuriyet tarihi boyunca
Müslüman kadınların karakteristik özellikleri arasında yer alsa da her araştırmada, yeni bir
keşif gibi takdim ediliyor. Haklarında boş zamanlarında ne yaptıklarından ne düşündüklerine kadar hemen her şey biliniyor. Bu satırların yazarının da aralarında bulunduğu kitle, habire
sorgu suale tabi tutulmaktan yorgun düşse de araştırmaların ardı kesilecek gibi de görünmüyor.
Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Ferhat Kentel, bu durumu çılgınlık hâli olarak niteliyor. Düşüncesi şu: Modernleşme süreci içinde istenilen imajın yeteneklerine sahip, homojen insan kitlesi oluşturulamadı. Aralarında dindarların da olduğu alternatif modernlik taşıyıcılarının üniversitelere, devletin üst kademelerine hatta cumhurbaşkanlığına kadar çıkması ‘saflık’ arayışının imkânsızlığını ortaya koydu. Şimdi bir alarm hâli yaşanıyor.
Araştırmaların zamanlaması ve sıklığı bu tezi doğruluyor.
Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Ali Çarkoğlu, yeterince sık ve kaliteli araştırma olmadığı kanaatinde. Geçtiğimiz hafta hararetlenen tartışmalardan sonra Çarkoğlu’nun, “Bence siz ‘saymaktan vazgeçin’ demek yerine doğru sayılmayı isteyin.” önerisini anlamamak mümkün değil.
Başörtüsü araştırmalarının ortaya çıkış sebebi üniversitelerde uygulanan
yasak. 1999’da hazırlanan
TESEV raporunda yüzde 67’lik bir kesimin başörtüsü yasağına karşı olduğu sonucuna ulaşan Çarkoğlu, rakamı açıkladıklarında tepkiyle karşılandıklarını hatırlıyor. Daha sonra aynı durumu gözlemek için yapılan bütün araştırmalar başörtüsünün normal ve
doğal kabul edildiğini ortaya koysa da Çarkoğlu’na göre kanaatin değişmesi yönündeki beklenti hâlâ devam ediyor. Her yeni araştırmanın heyecanla karşılanması biraz da bu değişim beklentisinden kaynaklanıyor.
NEREDEN ÇIKTI BU KADAR TÜRBANLI(!)
Milliyet gazetesinde yayımlanan rapora göre son 4 yılda başörtülü kadın oranı yüzde 5 arttı ve 69,4 seviyesine çıktı. Üstelik başını örten kadınlar içindeki ‘
türbanlı’ oranı 2003 yılında yüzde 3 buçukken bugün 16,2’ye ulaşmış durumda. Bu rakamların verdiği en belirgin
mesaj, muhafazakâr nitelikli
AK Parti’nin 4 yıllık iktidarı döneminde Türkiye’nin olağanüstü bir dönüşüm trendine girdiği. İddia edildiği gibi AK Parti iktidarı
toplum yapısını bu derece etkilemiş olabilir mi?
Ahmet Taşgetiren bu soruya başka bir soruyla karşılık veriyor: “Peki AK Parti’nin oylarını kim artırdı?” Taşgetiren’e göre siyasi iktidarın toplum yapısını dönüştürdüğü iddiası, AK Parti’yi kurulduktan üç yıl sonra yüzde 34’le iktidara taşıyan toplum gerçeğini görmezden gelmekten başka anlam taşımıyor.
‘Gündelik Yaşamda Din, Laiklik ve Türban’ başlıklı araştırmada sunulan verilerin neden
gündem oluşturduğu başka araştırmalarla mukayese edildiğinde ortaya çıkıyor.
Radikal gazetesinin 3 ay önce yayımladığı verilere göre başını örtenlerin oranı dört yılda 2,9 azalmış ve yüzde 61,4 olmuştu.
Binnaz Toprak ve Ali Çarkoğlu’nun 2006 yılında TESEV için yaptığı araştırma, 1999- 2006 yılları arasında başını kapatanların yüzde 9 azaldığına işaret ediyordu.
Tarhan Erdem’in ulaştığı sonuçlarsa bu verilerin tam zıddı.
Araştırmalar, Türk toplumunun bir süredir muhafazakârlaştığını ortaya koyuyor. Ama bu değişimin yalnızca ifade açısından geçerli olduğunun da altı çiziliyor. Uygulamaya yönelik verilerde düzenli bir gerileme mevcut. Tutumların davranışlara kıyasla daha hızlı değiştiğine işaret eden Çarkoğlu, çoğu zaman düşünceler değişse de davranışlarda bu yönde bir fark görülmediğini belirtiyor. Ulaştıkları sonuçlar da bu tezi doğrular nitelikte. Ancak
laiklik / dindarlık eksenli gerilimden bir türlü kurtulamayan Türkiye’de raporlanan her değişiklik yeni bir gerilime zemin hazırlayabiliyor. Çarkoğlu’na göre ‘türbanlı’ bir kadınla başörtüsü takanların tutum, davranış, eğitim ve
ekonomik seviyeleri birbirinden son derce farklı.
Tehdit unsuru kabul edilen insanların kapalı, toleranssız,
baskı eğilimi taşıyan bir dünyası olması bekleniyor. Oysa eğitimli ve yüksek gelirli ‘türbanlı’ kadınlar bu tezi çürütüyor. Asıl
kavga da buradan doğuyor.
‘Türban’ ifadesinin bütün çabalara rağmen başörtülü kadınların literatürüne girmediği ilgilenenlerin malumu. Hâl böyle iken ve daha 3 ay önce yapılan ‘sayımda’ yüzde 6 olarak kayda geçirilen ‘türbanlıların’ bir anda yüzde 16’ya çıkması anlaşılır gibi değil. Kendisi de çeşitli kamuoyu araştırmaları yapan sosyolog Ferhat Kentel, soruların sonuç üzerinde ciddi bir etkisi olduğu hatırlatıyor. Soruların nasıl sorulduğununu bilmeden sonuçlar üzerine konuşmak mümkün değil ona göre: “Buna verilebilecek en iyi örnek türban / başörtüsü kullanımı. Bir kadın eskiden yaşadığı kırsal çevrede geleneksel başörtüsü kullanırken şehre geldiğinde daha ‘şık’ ve trendlere uygun bir
forma geçiyor. O başörtülü olduğunu söylemeye devam etse de laik çevreler bu yeni formu türban diye algılıyor. Oysa sadece form değişikliğinden ötürü böyle bir ayırım yapılamaz.” Bu cevapların hangi sorularla elde edildiğini kamuoyu gibi araştırmacılar da bilmiyor tabii. O yüzden ancak tahmin üzerine yorum yapılıyor.
KONDA’NIN ARAŞTIRMASI HATALI MI?
Tarhan Erdem metot tartışmak istemediğini söyleyerek kendisine çeşitli vesilelerle sorulan soruları cevapsız bırakıyor. Ancak araştırmacılara göre kamuoyu yoklamasının en tartışmaya değer tarafını metot yani soru ve örneklem oluşturuyor. Şehirler, haneler ve insanlar nasıl belirlendi? Bir görüşmeciye ulaşılamadığında yerine nasıl bir
seçim yapıldı? Sorular nasıl soruldu? Şimdilik bunların hepsi cevapsız. Ali Çarkoğlu kendi yaptıkları araştırmada; katılımcılara başörtüsü, türban ve çarşaftan ne kastettiklerini anlattıktan sonra bir tercihte bulunmalarını istediklerini belirtiyor. “Açıklama yapmadan, ‘bu evde kapalı var mı, ya da siz veya eşiniz başınızı örtüyor musunuz?’ diye sormak insanlara kendi kafalarına göre yorum fırsatı verir, bu da sonucu etkiler.” diyor Çarkoğlu.
15 yıl boyunca Tarhan Erdem’le birlikte çalıştıktan sonra ekipten ayrılan
Adil Gür, hem Tarhan Erdem’in baz aldığı 2003 yılı araştırmasını hem de eylül ayında Radikal’de yayımlanan araştırmayı yürüten kişi. Elde ettikleri sonuç, ‘Türkiye
Malezyalaşıyor mu?’ sorusunun tartışıldığı günlerde ‘Örtülü
Kadın Azaldı, Malezya Olmuyoruz’ ‘müjdeli’ başlığıyla duyurulmuştu. Gür’e göre eylül ayında, kendilerinden birkaç gün önce sahaya çıkan Konda Araştırma ve Danışmanlık şirketinin örnekleminde ciddi bir hata var. Tahmini, görüşülen kişiler arasında dindarların oranının iki katından fazla olduğu. Kanaatini güçlendirecek verileri de var tabii. “Bizim araştırmalarımız ibadetini düzenli yapan insanların giderek azaldığını ortaya koyuyor. Burada ise yüzde 82 buçuk oruç tutuyor. 43,9 düzenli namaz kılıyor. İnsanların yüzde 24’ü ise
vakit namazlarında düzenli olarak camiye gidiyor. Bu rakamları görünce
Diyanet İşleri Başkanlığı’nı aradım ve Türkiye’de 78 bin 608 cami olduğunu öğrendim. Kabaca bir hesapla 5 milyon 280 bin kişinin 5 vakit namazı camide kıldığını kabul etmek gerekiyor.
Cami başına 65 kişi ediyor.
Sultanahmet’te bile vakit namazlarına o kadar insan gitmiyor.”
Tarhan Erdem’in araştırması 7-8
Eylül 2007 tarihli. Milliyet gazetesinin diğer araştırmaların aksine ‘Türkiye dindarlaşıyor’ tezini destekleyen yazı dizisini tamamlandıktan 3 ay sonra hem de durup dururken yayımlaması bazı soruların sorulmasını kaçınılmaz kılıyor. Bu tercihte kasıt arayanların sayısı hiç de az değil.
Fehmi Koru, Tarhan Erdem’in birkaç ay önce sarf ettiği “Türban serbest bırakılırsa bütün öğrenciler kapanır.” tezini ispat etmeye çalıştığını savunuyor. Ve bunu ‘rakamlara yalan söyleterek’ yapıyor Koru’ya göre.
Sabah gazetesi yazarı
Emre Aköz ise zamanlamanın mesaj kaygısı taşıdığını düşünenlerden. Şüphelerini muhtelif kaynaklardan doğrulattığını anlatıyor 5
Aralık tarihli yazısında: “Prof. Dr.
Mehmet Altan’ı gördüm: ‘Ne yapmak istiyorlar?’ diye sordum. ‘Yeni bir furya başlatacaklar’ dedi özetle. Furyadan kasıt şuydu: 22 Temmuz seçimlerinde
CHP ile MHP koalisyonuna oynayanlar hüsrana uğramıştı. Ardından
Abdullah Gül’ün
cumhurbaşkanı seçilmesini engellemeye çalışmış... Karalama,
küçük düşürme derken, işi ‘çocuk kandırmaya’ vardırmış, şövalyelik yapıp çekilmesini istemişlerdi. Ama başaramadılar. Bunun üzerine algıya yönelik bir
kampanya başlattılar.” Bu tezi akla yakın bulan Aköz, başka birtakım gerekçeler de sıraladıktan sonra, hükümetin ve AK Parti’nin, yeni anayasa ile üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakma isteğine karşı takınılmış bir tavır olarak değerlendiriyor başörtüsü teyakkuzunu. Son günlerde yapılan yayınları ‘din üzerinden’ vurma’ diye tanımlayan Aköz’e göre Şerif
Mardin ve Richard Holbrooke’tan sonra sıra Tarhan Erdem’e geldi, bu kez o kullanılıyor…
POLİTİZE OLMAMALARI MÜMKÜN DEĞİL
Adil Gür, “Tarhan Erdem’in sonuçlara müdahale etmeyeceğime kefilim” dese de araştırmacıların politize olduklarını inkar etmiyor. “Sosyal bilimler alanlarında çalışanların pılitize olmamaları mümkün değil Alınan eğitimden mi kaynaklanıyor, başka bir sebebi mi var bilmiyorum; ama hep benzer kanaatte insanlar yetişiyor. Öyle sanıyorum ki aranız bu araştırmaları yapanların hep karşı görüşte olduğunu görüsünüz.”
Hasıl-ı kelam, görünen o ki bunca laf kalabalığı, uçuşan açık ve örtülü mesaj yeni bir gerilime sebebiyet vermenin ötesine geçmiyor. Bize de olan biteni bir kez daha tarihe ve vicdanlara
havale etmek düşüyor.
AKSİYON