Üniversite problemi denilince tartışılan konuların başında
rektör seçim sistemi ve rektörlerin olağanüstü
yetkilerinden doğan suistimaller ve yanlış tasarruflar akla geliyor.
Böylece asıl problemler göz ardı olduğu kanaatindeyim. Örneğin diplomalı işsizliğin tehlikeli boyutu görülmüyor. Mezunlarını istihdam etmemesi ile üniversitelerin ürünlerinin çoğunu çürüğe çıkaran bir
fabrika gibi çalıştığı fark edilmiyor. Üniversiteye girişte adayların %80’ ini dışarıda bırakan ÖSS sisteminin çürüklüğü de gözden kaçıyor.
Bu yazımda, üniversite ile
halk arasında kalın duvarlar oluşturan ve halka
hizmeti adeta
yasaklayan YÖK sistemi yerine
ülke sanayi/ teknolojisine, kültürüne, ekonomisine hizmeti esas alan bir üniversite anlayış ve yönetimini ele alacağım.
Ana Problemler
Üniversite hocalarının hem halka hem de öğrenciye hizmetten ve gerçek araştırmaya yönelmekten alıkoyan (ama problem olarak pek de anlaşıl(a)mayan) iki mania var: Bunlardan birincisi
ders ücretli eğitim sistemidir. Ders ücreti cazibesi ile haftada 25 saat 30 saat derse giren hoca dersi aktarmaktan öte bir şey yapamaz hale gelmektedir. Uygulama ve çağın gereklerinden uzak eğitim ortamında öğrenci bilgiyi özümsemeden, mesleğini öğrenemeden
mezun olmaktadır. Gerçek araştırmanın, halka sunulacak hizmetlerin bir getirisi olmadığından,
öğretim üyesi vaktini derse girip çıkmakla geçirmektedir. İkincisi ise; üniversite hocalarının toplumsal fayda,
patent ve inovasyon yerine
terfi için
dosya yayınlarına yöneltilmesi sonucu, gerçek araştırmaya ve öğrenciye ve topluma hizmetin önü kesilmektedir. Daha da garibi bu dosya yayınlarının özellikle
yabancı dilde olması istenmektedir. Acaba yabancı dilde
makale yapınca
Türkiye’nin hangi problemi çözülüyor? Türkiye gelişiyor mu? Doğrudan toplumsal yarar yerine imkanların, proje fonlarının - örneğin DPT,
TÜBİTAK ve üniversite fonları- bu tür çalışmalara harcanması ile kaynaklar heba olmaktadır.
Tek Boyutlu Yasa Değişikliği Çözüm Değil
Çok boyutlu üniversite probleminin yeni bir YÖK yasasını değiştirmekle halledileceğini zannetmiyorum. Şimdiye kadarki teşebbüslerde de görüldü ki bu tür teşebbüsler pansuman tedbirlerden öte bir netice hasıl etmiyor. Yasa değişikliği sadece çözümün bir parçası olmaktadır. Üniversitedeki bilimsel gücün, toplumdan kopuk vaziyetteki sürdürülen doktora ve yüksek
lisans gibi tüm araştırma faaliyetlerinin toplumun gerçek
hedeflerine (sanayinin gerçek hedeflerine,
kalkınma önceliklerine) yöneltilmesidir asıl olan..
Niçin her alanda dışarıya bağımlı durumda kalıyoruz? Neden
ekonomik gücümüz fazla bir anlam taşımıyor? Niçin sanayicimiz başka ülkelerin girmeye tenezzül etmediği sahalara yatırım yapmak zorunda kalıyor? Tüm bunların cevabı verilmelidir. Evet, sanayicimiz bir tane dahi patent alamadan,
üretimini yabancı patentlere üstelik yüksek bir lisans ücreti ödeyerek
kopya yada
taklit teknolojilerle üretim yapmak zorunda kalıyorsa bunun önemli bir nedeni vardır:
Üniversiteler kalkınmanın motoru, gelişmenin öncüsü haline getirilememiştir. Ülkemizde bilimin hala aksesuar olarak kalmaya devam etmektedir.
İşe Nereden Başla(n)malı
Üniversiteler topluma önder ve onların sorunların çözen kurumlar olması bir yana kendileri sorunların kaynağı, gelişmenin engeli haline gelmişse bunun bir temel nedeni vardır: üniversitelerin en önemli yetersizliği yetki ve sorumluluk kullanımında belirsizlik içinde kalmasıdır. Misyon belirlemede acziyet içinde bulunuyoruz. Tüm yetkileri en tepedeki yöneticiye yükleyen ve diğer tüm yöneticileri memur konumuna iten de bu anlayış aslında geniş
katılım ve istişareden mahrum bir yapının kaynağı olmaktadır.
Bu anlayıştır ki bir üniversitede en
küçük icraatları bile incelemek ve onaylamak durumunda olan ve zamanının büyük kısmını formalitelerle uğraşarak geçiren bir rektör
dekan hatta bölüm başkanı müdür anlayışı oluşturmuştur. Elbette böyle bir işleyişteki kurumda rektör ve dekanın sağlıklı bir vizyon geliştirmesi ve üniversiteyi dışarıda temsil etmesi ve imajını geliştirmesi toplumun/endüstrinin problemleri ile ilgilenmesi mümkün olmamaktadır. Mevcut idare anlayışı yöneticiyi en küçük icraatları bile imzalamak durumunda bırakmakta ve her şeyi tek kişinin sorumluluğuna yüklemektedir. Zora düşünce de “önüme getirdiler, ben de imzaladım” diyerek sorumluluktan kaçmaya çalışmaktadır. Sorumsuzluk bu şekilde sistemleşmektedir. Yapılması gereken açıktır. Yetki ve sorumluluklar ait olduğu birimlere dağıtılacaktır.
Yeni Anayasa ve Üniversite Misyonu
Yeni anayasa oluşturmanın eşiğinde üniversite
reformu daha anlamlı hale gelmiş bulunuyor. Yeni anayasa, öğretim elamanlarını öncelikle topluma hizmetle yükümlü kılmalıdır. ;Bu hizmet öğrenciye en yeni bilgileri en
modern metotlarla sunma yanında ana dilde bilgiyi yayma, danışmanlık hizmeti ve toplumsal projelerle halkınsanayi/kültürel/ekonomik problemlerini çözmektir. Yeni anayasa, üniversitelerin düşüncenin özgürce üretildiği, yapılandırıldığı özerk kurumlar halinde kalmasını da garanti etmelidir. Özetlersek, yeni anayasada rektör ve
YÖK başkanı vd yetkililerin nasıl seçileceği ve kurulların nasıl oluşturulacağı gibi şekilsel şeyler yerine üniversite misyonunu ortaya koymalıdır.
YÖK kanunu yerine yeniden oluşturulacak üniversiteler kanununda da aynı hassasiyet devam ettirilmelidir. Şekli ayrıntılardan uzak sade ve oldukça kısa (birkaç sayfadan ibaret) bir üniversiteler kanunu sadece misyonu öne çıkarmalı, görev tanımı yapmalıdır. Örneğin
yükseköğretim kurumlarında her bir kurumun, birim ve alt birimlerinin (fakülte ve bölümler gibi) de misyonlarını açıkça belirlenmelidir. Alt birimlerin de görev tanımları ve ders ve eğitimlerin hedef ve amaçları açıkça ortaya konmalı ve bir üst birimin misyonu ile bütünlük sağlanmalıdır. Nasıl ki bir cihazda en küçük parçanın bütünle ve diğer kısımlarla bağları söz konusu ise üniversitelerde de her birimin diğer birimlerle bağlantısı ve karşılıklı sorumlulukları vardır. Bir organın vazifesini bilmeden o organdaki bir hücreyi değerlendirmek ve ona görev tanımı yapmak mümkün olmadığı gibi üniversitede fakülte bölüm, enstitü, program birbiriyle bağlantılı ve görevleri açıkça ortaya konmalıdır.
Mevcut Seçim Sisteminin Sakatlıkları
Mevcut seçim şeklinde üniversite idaresinde halkın temsilcilerinin yer almaması üniversiteyi halktan koparan unsurların başında gelmektedir. Rektörlerin olağanüstü yetkilerinden doğan suistimallerinden söz etmeyeceğim. Bunlar herkesce bilinmekte ve basına da yansıyan konuların başında gelmektedir. Rektör seçiminde hiçbir kalite ve liyakat kriteri aranmaması ve akademisyenler olarak bizim seçtiğimiz rektörlerin bizi nasıl denetleyeceği konusuna da girmeyeceğim. Sadece rektörlerin üniversite öğretim üyeleri tarafından seçilmesinin mahzurların bir kaçına dikkat çekmek istiyorum. Bir sonraki seçimde tekrar seçilmeyi düşünen rektörlerimiz menfaatlerde (örneğin akademik terfi ve kadro, idari görev vd) kendisine oy verenlere öncelik vermektedir. Seçim yaklaştıkça öğretim üyelerini kaygılandıran ve huzursuz eden bir husus ise bir tarafı destekledin mi öbür tarafın muhalifi sayılıyor olmanızdır.
Rektörü Mütevelli Heyeti Seçmeli
Üniversite problemi deyince ilk önce akla rektörler ve rektör seçimlerinin gelmesinin bir nedeni rektörlere verilen olağanüstü yetkiden kaynaklandığını düşünüyorum. Halbuki üniversitelerde asıl yetki verilmesi gereken yerler eğitimin de araştırmanın da yapıldığı yerler olan bölümlerdir. Yetkileri bölüm/program/anabilim dalı başkanlarına ve kurullara devrettiğimizde o zaman göreceğiz ki rektörlük makamı mevcut cazibesini kaybedecek, merkeziyetçi yapıdan kurtulacaktır.
Üniversitelerin asıl görevlerinin ne olduğunu tekrar hatırlayalım. En yeni bilgi ve tecrübeleri taraflarla paylaşarak üniversiteleri uzman düşünüşün, derin bilginin merkezi haline getirmek ve böylece üniversiteleri kalkınmanın ve gelişmenin motoru yapabilmektir. Bu asli görevlerin ifa edilmesi, halkın, halkın temsilcilerinin de söz sahibi olacağı mekanizma ve sistemleri kurmakla mümkün olabilir. Mevcut YÖK sistemi halkla üniversiteleri bağlayan değil bilakis koparan unsurları ihtiva ediyor. Örneğin danışmanlık yapacak olsanız başınız biraz daha belaya girebilir. Akademik terfilerde toplumsal projelerin ve hizmetlerin bir getirisi yok. Bu esasen bedenle beynin ayrı kalması anlamı ile eşdeğerdir.
Son zamanlarda üniversiteleri ülke sathına yayıyoruz. Her ile üniversite kuruyoruz ama o ilin ileri gelenlerini, halkın temsilcilerine kalkınmanın sanayinin
iş dünyasını üniversitede hemen hiçbir etkiye sahip değil.
Eğer rektörlerin seçimi mütevelli heyetlerinin eli ile olursa üniversite ile halkı birbirine bağlamada en önemli adımı atmış oluruz. Evet rektörü mütevelli heyeti seçmeli ve tabi rektörü göreve atayan makam (mütevelli heyeti) onu görevden alabilmelidir. Mütevelli heyetinden kimler olmalı? Halka karşı kalkınmayı gelişmeyi temsil edenler seçilmelidir. O
bölgenin/ilin sanayi ticaret odası başkanları, o bölgenin /ilin devlet temsilcileri (vali belediye başkanları gibi), o bölgenin
vergi rekortmeni iki üç iş adamı yer alabilir. Mütevelli heyetinde tabi ki üniversite hocaları da temsil edilmeli. Belki bu temsil oranı yüzde elli kadar olmalı. Ayrıca öğrenci temsilcilerinin de rektör seçiminde bir yeri olmalı ki rektör kendisini öğrencilere karşı sorumlu hissetsin.
Rektör İşletmeci olmalıdır
Düşünün milyonlar, milyarlarca ytl bütçesi olan aynı zamanda devasa
işletmeler niteliğindeki üniversitelerde, seçilen rektörün işletme bilgi ve tecrübesi yok. Bakkal bile işletmeye tecrübesi olmayan rektör seçilebiliyor. Ehliyete haiz olmayan bir kişinin ülkenin ve hazinenin malını en iyi şekilde çekip çevirmesi ve kâr getiren kurumlar haline getirmesi mümkün olabilir mi? Halkın problemleri ile iç içe olmamış, ticaretin sanayinin firmaların dert ve problemlerinden habersiz birisinin üniversitesine, bölgeye ne derece faydalı olabilir?
Öyle gariplikler oluyor ki örneğin sanayi kurumlarının yoğun bulunduğu bölgeye inşa edilmesi gereken bir meslek yüksek okulu binası dağ başı gibi bir ıssız bir yere kuruluyor. 500 öğrenci kapasiteli binada 100 öğrenci öğrenim görüyor. Hele şu işe bakın ki o ilde açılması gereken, kritik öneme haiz yüksek okul veya yüksek okul bölümü açılamıyor.. Üniversitelerin bölge halkından, bölge ileri gelenlerinden kopukluğun boyutuna dikkat edelim. Belediye başkanı, vali yahut ticaret sanayi odası meslek erbapları yada işverenler o bölge ve il/ilçe için önemli ve öncelikli hizmet içi kurslarını açtıramıyorlar. Bu tür taleplerine merci dahi bulamıyorlar. Daha bunun gibi sayılamayacak derecede gariplikler üniversitelerin halktan ne derece kopuk olduğunu gösteriyor.
Halkının Hizmetin Bir Üniversite
Sonuç olarak üniversitelerin yerelleşmesini sağlamanın yollarına bakacağız. Üniversite bulunduğu yörenin kültürü, edebiyatı, sanat ve iktisadı ile iç içe olacak. Üniversite halka karşı ördüğü duvarları yıkacak. Halkla kucaklaşacak; öncelikle yerel sorunlarla uğraşacak. Tabi uluslar arası bilime de katkısı olacak. Ancak, daha en temel bilgilerin bile halka mal olmadığı; değil ileri teknolojinin, yaygın teknoloji için bile (örneğin basit bir makinenin geliştirilmesi için) sanayicinin üniversiteden
yardım alamadığı şu ortamda yabancı dilde yayın yapmayı esas haline getirmek hangi mantığın ürünü olduğunu anlamak mümkün değil.
Dikkat edelim ki ülkenin iktisaden kalkınması, halkın refahı ve özgüvenini kazanması ve batının şuursuz
pazar yeri olmaktan kurtulması üniversitelerin bilim üretir seviyeye gelmesine ve üniversitelerin toplumla dinamik bağlar oluşturmasına bağlı görünüyor.
Gerçek kalkınma yani bilim ve tekniğe dayanan ulusal sanayi, ulaştırma, tarım siyasetimizi belirlediğimiz takdirde arkasından genel iktisadi gelişme
savunma dahil ülkenin gerçek bağımsızlığı takip edecektir. Günümüz dünyası artık ikiye ayrılmış görünüyor. Birincisi,
icat ve yenilik yoluyla üretenler. Bunlar aynı zamanda bu şuura varamamış toplumların kaderlerine hükmetmekte ve onların sırtından geçinmektedir. İkincisi buluşların estirdiği rüzgarlara kapılıp oradan oraya sürüklenen, tüketen ve kopyalayan ülkeler. Bunlar aynı zamanda günümüz dünyasının “yeni kölelerini” oluşturmaktadır
Başkasından, batıdan medet uman teslimiyetçi zihniyet yerine düşünen sorgulayan çözüm üreten araştırmacı ruhta gençler yetişmeye başlayınca, araştırmacı elemanları sanayinin değişik kesimlerinde istihdam etmeye başlayacağız. Kendimiz üretmeye başlayacağımızdan artık işsizlik sorunu da çözüm yoluna girecektir.
Sözün özeti, öğrenci, okulunu bitirince onuru ile mesleğini yapacağı günlerin özlemi içinde. Halkımız üniversite ile halk arasındaki kalın duvarların kalkacağı, kendi vergisi ile kurulan bu kurumların kendisine döneceği, kendisine hizmet edeceği günleri bekliyor. Üniversite hocası, mesleki beceri yerine sınav odaklı eğitim yüzünden, gündüzü ile gecesi ile kendisini dersliklere tıkayan ders ücretli eğitim sisteminden kurtulmanın bekleyişi içinde. YÖK sistemi yüzünden yayıncılık oyununa dönüşen sözde bilimsel çalışmalardan kurtularak ve araştırmanın sahicisine kavuşacağı, halkına hizmet edeceği günleri bekliyor.
Prof. Dr. Osman Çakmak/Gaziosmanpaşa Üniversitesi
SAMANYOLUHABER.COM