Yeni YÖK başkanından beklentiler

Bilindiği üzere, 10 Aralık 2007 tarihinde yeni Yükseköğretim Kurulu (YÖK) başkanı atandı. Burada, yeni YÖK başkanını bekleyen sorunlar ve çözümler üzerine görüş ve önerilerimi dile getirmek istiyorum.

Yeni YÖK başkanından beklentiler

Türkiye'de üniversitelerin problemleri çetin bir sorunlar yumağıdır. Bunu şuradan çıkarıyorum: Çözüm için ilk teşebbüs, Tanzimat'tan 66 yıl önce 1773'te yapılmış, Cumhuriyet döneminde on yıllık bir hazırlık döneminin ardında 1933'te ilk reform yapılmıştır. Ancak 1933 reformunun ardından, 1946, 1960, 1973 ve 1981 (reform)'de yeniden düzenlemeler yapılmıştır. Bütün bunlara rağmen tatmin edici bir çözüm doğmamıştır. YÖK Yasası'nın yürürlüğe girdiği 6 Kasım 1981 tarihinden beri 26 yıl geçmiş bulunuyor. O zaman 27 olan üniversite sayısı günümüzde, 85 devlet üniversitesi ve 30 vakıf üniversitesi olmak üzere 115'e ulaşmış bulunuyor. Yükseköğretim'in yapısı büyümüş ve yapı karmaşıklaşmıştır. 26 yıllık süreçte YÖK çok eleştirilmiş, YÖK Yasası'nda çok sayıda değişiklikler yapılmıştır. Ancak pek çok sorun birikmiştir ve birikmeye devam etmektedir. Türkiye'nin yükseköğretim ile ilgili sorunlarını çözmek amacıyla kurulan YÖK'ün bizzat kendisi de toplumun önüne sorun olup çıkmıştır. Avrupa Birliği (AB) çevrelerinde, An Unholy Trinity: Three Forces for Change (Kutsal Olmayan Teslis/Üçlü: Değişimin Üç Kuvveti) şeklinde adlandırılan üç dinamik teknoloji, küreselleşme ve rekabet, bütün alanları olduğu gibi yükseköğretim alanını da etkilemiş bulunuyor. Bu değişim faktörleri dolayısıyla günümüzün önde giden ülkeleri için, bilgiyi kullanan bilgi toplumu (information society) aşamasından sonra, şimdi bilgi ve teknolojiyi üreten ve yöneten bilgi-tabanlı toplum (knowledge-based society) aşamasından ve ekonomileri için bilgi tabanlı ekonomi (knowledge-based economy) aşamasından söz edilmektedirler. 1990'lardan sonra dünya genelinde yükseköğretimde öğrenci sayısı, dolayısıyla okullaşma oranı, beklenmedik düzeyde yükselmiştir. Örneğin, dünya genelinde yükseköğretim gören öğrenci sayısı, 1985'te 20 milyon iken, günümüzde 100 milyonu aştığı tahmin edilmektedir. Birçok ülkede yükseköğretimde okullaşma oranı, sanayi toplumunun seçkinci (elitist) eğitim aşamasından (yükseköğretimde okullaşma oranı % 15'e kadar olan aşama) kitleselleşme aşamasına (% 15-% 50), kimilerinde ise % 50'yi aşarak kitleselleşme-sonrası aşamaya geçmiştir. Bu gelişme, yükseköğretimin finansmanı, nitelik sorununu ortaya çıkarmış, üniversiteler arasındaki rekabeti artırmıştır. Bütün bu değişim ve dönüşümler sonucunda üniversite, "21. yüzyıl üniversitesi" şeklinde kavramlaştırılan yeni bir kimlik kazanmıştır. İnsan odaklı bir strateji Yeni dönemin başlangıcında YÖK; sorunları, çözümleri, öncelikleri, ortaya konulacak vizyon çerçevesinde belirlenecek, Türkiye'nin nitelikli insan gücü ve araştırmacı ihtiyacına bağlı olarak, önümüzdeki dönem içinde ihtiyaç duyulacak öğretim üyelerinin yetiştirilmesi ve yeni üniversitelerin açılması konularında uygulamaya yönelik kurallar halinde derinlikli ve kapsamlı bir yol haritası ortaya koymalıdır. Bu konuda Şubat 2007 tarihinde yayımlanan "Türkiye'nin Yükseköğretim Stratejisi" (TYS) başlıklı rapor önemli bir kaynak olabilir. Bu doküman, YÖK'ün kurulduğu 1981'den beri 26 yıllık tarihi içinde yaptığı en önemli çalışmadır. Raporda, eleştirilecek birçok husus bulunmaktadır. "Sunuş" yazısında itiraf edildiği üzere, şimdiye kadar çoktan yapılmış olması gereken gecikmiş bir stratejik plan çalışmasıdır. Ne yazık ki, dokümanda "katsayı" adaletsizliği ve "türban" yasağı savunulmaktadır. Ayrıca yayımlandığı tarihlerde söz konusu olan, cumhurbaşkanının değişmesi ihtimaline karşı mevzilenme çabaları rapora yansımış bulunuyor. Örnek olarak; raporda, Yükseköğretim Genel Kurulu'nun 21 kişiden oluşması, 11 üyenin Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) tarafından, 5 üyenin Bakanlar Kurulu, 5 üyenin de cumhurbaşkanı tarafından belirlenmesi öneriliyor. Bu öneriye göre, cumhurbaşkanı ile Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen üyelerin toplamı (10 üye) Üniversitelerarası Kurul tarafından belirlenen sayıdan (11 üye) daha az olmaktadır. Bilindiği üzere, mevcut durumda, YÖK Genel Kurulu; Üniversitelerarası Kurul, cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen 7'şer üyeden oluşmaktadır. Mevcut siyasi irade, cumhurbaşkanı ve onun atadığı YÖK başkanının birlikte ortaya koyacakları çözüm iradesi, demokratik bir ortam içinde, 1981'den beri ilk defa doğmuş bulunuyor. Ayrıca, demografik olarak, 2000-2030 yılları Türkiye için altın çağ olarak değerlendirilmektedir. TYS raporunda belirtildiğine göre (sayfa 34-37), Türkiye, 2025 yılına kadar demografik sebeplerle, çalışma çağı yaş grubundaki (14-65 yaş grubu) oran ve sayısal artış dolayısıyla, "fırsat penceresi" denilen olguyu yakalamış olmaktadır. Bütün bu şartların ortaya koyduğu fırsatın çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye, 1980'ler den beri dünya genelinde gözlenen gelişmeye paralel olarak, ekonomisinin eğitilmiş insan gücü talebine cevap vermek üzere, yükseköğretim arz kapasitesini süratle artırmalıdır. Burada vurgulanması gereken önemli husus şudur: Niceliksel artışa paralel olarak nitelikten ödün vermeyen bir strateji izlenmelidir. Özetle, nicelik ve nitelik artışı birlikte yürütülmelidir. Niteliğin ölçüsü, uluslararası ve AB standartlarıdır. AB "Nitelikler Çerçevesi" üzerinde çalışılmalar tamamlanmalı ve kısa zaman içinde uygulamaya konulmalıdır. Niceliğin ölçüsü, toplumun insan gücü talebinin çeşitliliğine uygun olarak, belirlenecek bir projeksiyon içinde yükseköğretimde okullaşma oranını % 50'lerin üzerine çıkarmaktır. Üniversitenin üç işlevinden söz edilir: Eğitim, araştırma ve kamu hizmeti fonksiyonu. Burada özellikle araştırma (bilim üretme) işlevine dikkat çekmek gerekir. Üniversitenin ne olduğu, bilimin ne olduğu temeline dayanır. Bilimin ne olduğu ise felsefi bir temele dayanır. O halde, üniversitenin felsefi bir temeli olmalıdır. Bilindiği üzere felsefe, bilgelik sevgisi anlamındadır. Üniversite işlevlerini bilgelikle yürütmelidir. Heidegger şöyle der: Modern bilim Platon'dan beri felsefe diye adlandırılan Greklerin düşünmesinde temellenir. Türkiye üniversitelerinin yapısını belirleyenler, ona yön verenler bu kavramlarla değil, esas itibarıyla, ideolojik kaygılarla hareket ettiler. Cumhuriyet dönemi eğitim sisteminin arka planında bulunan pozitivist anlayışın sığlığını sergilediler. Üniversite sorununa ve çözüm arayışına da bilgelikle yaklaşmak gerekiyor. Üniversitenin yapısı ve yürütülmesi, bilimin ne olduğuna dair belirli bir felsefi zemin üzerine oturmalıdır. Araştırmanın yapıldığı ve sonunda keşfin zuhur ettiği atmosfer, özveri, coşku, sevgi dolu bir alandır. Türkiye'de üniversitenin yapısından, başarı kriterlerinden bahsedilirken, okullaşma oranı, yayın sayıları, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı gibi niceliksel parametreler dile getirilmektedir. Bu nicelikler sonuçtur. Asıl olan temelden üniversitenin kültüründen, tabiri caizse ruhundan söz edilmemektedir. Üniversitede farklılık önemli bir değer olmalı. Dolayısıyla, üniversite sistemi farklılaşmaya ve rekabete izin veren bir nitelikte olmalı. Dolayısıyla üniversiteler kendi gelişme stratejisini kendisi hazırlayabilmelidir. Rekabet gelişmenin önemli bir dinamiğidir. Tek tip yapı dinamizmi değil statükoyu getirir. AB ülkeleri arasında öğrenci, mezun ve öğretim elemanlarının serbest dolaşımı ve ortak programlar uygulaması söz konusudur. Bu uygulamalarla, ortak anlayışların geliştirilmesinin yanı sıra, farklılıkların verimliliği artıran etkisinden de yararlanılmaktadır. Türkiye ne yazık ki kendi üniversiteleri arasında bu uygulamayı yapmamaktadır. YÖK ortak lisansüstü programlar düzenleme konusunda 1999'da, 'yükseköğretim kurumları arasında ortaklaşa lisansüstü programlar açılabilir' şeklinde ek bir yönetmelik maddesi yayımlamasına rağmen bugüne kadar uygulaması olmamıştır. İfade özgürlüğü teminat altına alınmalı Üniversitenin akademik ve idari yapısı sorun çözmeye elverişli bir sistem olarak tasarlanmalıdır. Yükseköğretim kurumları tek kalıba girmeye zorlanmamalı, her birinin kurumsal ve yöresel özel koşulları ile gelişmişlik düzeylerine göre en uygun gelişmeyi sağlayacak yapı ve işleyişe sahip olabilmelidir. Yükseköğretimin genel yasal statüsü, üniversite mensuplarının ve yöneticilerinin akademik ve entelektüel kapasitelerini devreye sokmalarına imkan veren esnek, çeşitliliğe ve yarışmaya açık bir düzenleme olmalıdır. Bütün sistemlerin amaçlanmamış sonuçlar üretmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla yeni sistem, sistemin amacı olmayan ancak ortaya çıkması kaçınılmaz olan sorunları çözebilecek, sorun çözmeye elverişli esnek bir yapıda olmalıdır. Üniversitenin sorunlarından söz edildiğinde en çok gündeme getirilen "türban" ve "katsayı" sorunu çözülmelidir. Türban sorunu olarak nitelenen sorun, yasakçı zihniyetin ürettiği utanç verici bir sorundur. Anayasa'mızda, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde eğitim bir insan hakkıdır. Ayrıca bütün hukuki mevzuatta, inanç ve fikir özgürlüğü teminat altına alınmıştır. Bütün bunlara rağmen ve üstelik bu yasağı savunanların, özgürlük söylemlerine rağmen ve bu ülkenin bir değeri olan türbanı/başörtüsünü, yasaklamayı savunmaları ne yaman bir çelişkidir. Türkiye'yi uluslararası alanda da tahfif etmekte ve kendi çocuklarını başka ülkelerde yükseköğretim imkanı aramaya itmektedir. Katsayı sorunu da benzer bir uygulamadır. Bin dereden su getirerek bu haksızlığı savunmak isteyenlerin asıl sorunu bu toplumun inancıdır. İmam hatip liselerine gidişi engellemek için düşünülmüştür. Eğer ayağımızı ayakkabı vuruyorsa ayağımız en önemli organımız oluverir. Önce sorunlar çözülmelidir. Türban konusunda yasal bir engel değil, fiilî bir durum söz konudur. Olmayan yasağın uygulamasından vazgeçildiğinde sorun bitmiş olur. Katsayı meselesine gelince, dünya genelindeki anlayış şudur: Herkese, her yaşta bütün eğitim yolları açık olmalıdır. Durum bu iken meslek lisesi mezunlarına katsayı engeli çıkartılması, imam hatip lisesi mezunlarının üniversiteye girişini engellemek amacıyla yapılan düzenlemelerden kaynaklanmaktadır. Bu düzenleme imam hatip lisesi mezunlarının üniversiteye girişini engellemenin yanı sıra Türkiye'de mesleki eğitimi ve çökertme noktasına getirmiştir. Bunu sonucu olarak, Türk ekonomisi ve endüstrisi vasıflı insan gücü sıkıntısı çekmektedir. Bu engellemeleri iyi niyetle açıklamak da zor görünüyor. Bu tür yasaklar üzerinde, mütereddit ve kekeme tutumlardan vazgeçilmeli daha fazla zaman kaybedilmeden ortadan kaldırılmalıdır. Bu yasakları savunanlar, pozitivist zihniyetin yasakçılığı ile maluldürler. Onlar pozitivizmin dayandığı, yasacı (nomotetik) ve yasakçı, metafizik önermeleri yasaklayan, açıklamacı bilim anlayışları dolayısıyla, insanı ve toplumu anlamaktan uzak görünüyorlar. Üniversite, ilk ve ortaöğretimde tamamlanmış olması gereken talim ve terbiye çerçevesinde yurttaşlık ve ideoloji eğitimi yeri değildir. Üniversitede akademik değerler hâkim olmalıdır. Üniversite bilgi için var olan bir kurumdur. Bilgi ekseni etrafında şekillenmelidir. Üniversite sisteminin yapısı, ilişkiler, değer yargıları bilgiye göre şekillenmiş olmalıdır. Üniversite özekliği (university autonomy) ve akademik özgürlük (academic freedom) sözde kalmamalıdır. Öğretim üyeleri, fikirlerini, araştırmalarının sonuçlarını açıklamakta 'başıma ne gelir?' endişesi taşımamalıdırlar. Ancak söylediklerinin ve yaptıklarının doğru ve etik olup olamadığı kaygısı ile hareket etmelidirler. Uzun süren bir baskı dönemi sonucunda üniversite mensupları otoriteyi içselleştirmiş görünüyorlar. Kendi kendilerine otosansür uygulamaktadırlar. Öğretim mensupları üniversitede olup biten haksızlıkları, adaletsizlikleri dile getirmekten bile kaçınmaktadırlar. Üniversiteler çalışmalarıyla gündeme gelmeli Üniversite sorunundan söz açıldığında özellikle mevcut sisteme taraftar olanlar parasal kaynak sorunu ve torba bütçe talebini dile getirirler. Evet bütün alanlarda olduğu gibi yükseköğretimin de kaynak sorunu en önemli sorunlarından biridir. Bu sorunun çözümüyle üniversitenin tüm sorunları çözülmüş olmaz. Ancak, kaynak sorununu aşmak için var olan tüm imkanlar en verimli şekilde değerlendirilmelidir. Örneğin kütüphaneler bütün üniversitelerde, günde en az 16 saat (örneğin 7.00-23.00 arasında) açık olmalıdır. YÖK başkanının öncelikle ele alması gereken konulardan biri kaynak sorundur. Üniversiteye bütçenin torba bütçe şeklinde verilmesi ve tahsis edilen kaynağın artırılması konusunda çalışmalar yapılmalıdır. Bu kapsamda, 1980'den beri öğretim mensuplarının ekonomik durumlarının kamudaki benzer durumda olanlara göre, göreceli olarak kötüleştiği, akademisyenliğin cazibesini kaybettiği sıklıkla dile getirilmektedir. Araştırma görevlileri ve yardımcı doçentler başta olmak üzere öğretim mensuplarının mali durumunun yakın gelecekte iyileştirilmesi konusunda çalışma yapılmalı ve ilgili merciler nezdinde gerekli girişimler bulunulmalıdır. YÖK meselesinde, en önemli ve öncelikli sorun yönetici sorunudur. Geçmişte dört YÖK başkanı döneminde üniversiteler ve paydaşları yöneticilere göre farklılıklar yaşadılar. Elbette yönetim biricik sorun değildir. Ancak bütün sorunların çözümün yönetilmesinde ve mevcut sistem içinde YÖK başkanına ve üniversite yöneticilerine tanınan geniş yetkiler dolayısıyla yönetici konusunun önemi artmaktadır. Toplumu ve insanı anlamayı esas alan, Türkiye'nin beklentilerini karşılayan, esenlik içinde bilim yapılan, ideolojik tartışmalarla değil, ortaya koyduğu bilimsel başarılarla, büyük projelerle gündemde olan, ilişkilerin sevgi ve saygı içinde yürütüldüğü, coşku ve heyecan dolu onurlu ve özgür bir üniversite. Yeni YÖK Başkanı Sayın Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'a, zorluklar ve birikmiş sorunlarla dolu aynı zamanda 21. yüzyıl üniversitesini kurmanın imkanlarının da bulunduğu bu onurlu ve zorlu görevinde başarılar dilerim. PROF. DR. DURMUŞ GÜNAY - ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
<< Önceki Haber Yeni YÖK başkanından beklentiler Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER