1990’ların başından büyümeye başlayan kamu açıklarını kapatmak için hükümetlerin başvurduğu yol iç borçlanma oldu. Bu sayede kamunun ihtiyaç duyduğu kaynağı
yabancıların isteklerine
boyun eğmeden karşılayacaklarına inanıyorlardı. Vatandaşlardan toplanan
mevduatları kamunun
finansmanında kullanan ve kasalarını
Hazine bonoları ile dolduran
bankacılar için 90’ların ilk yarısı gerçekten güzel günlerdi.
Kamunun borç talebi sürekli olarak büyüyor, bankacılar bu durumun ciddi risk oluşturduğunu söyleyerek daha yüksek
faizlerle borç veriyor ve bu saadet zincirinin
faturasını kimse düşünmüyordu.
Sanayici ve işadamlarının bile gözlerini kamaştıran bu süreçte herkes bir şekilde banka sahibi olup kolay yoldan zengin olmanın hesaplarını yapıyordu. Yeni bankaların piyasaya girmesiyle artan
rekabet bankaları mevduat dışındaki kaynaklara yöneltti. Büyük bankalar yurtdışı bağlantıları sayesinde uluslararası finans kuruluşlarından temin ettikleri düşük maliyetli
kredilerle borç verme yarışını sürdürmeye başladı.
Döviz olarak alınan bu paralar önce TL’ye çevriliyor ardından da yüksek faizl
e devlete satılıyordu. Hem kur hem de faiz riskini birlikte alan finans kurumlarının içinde bulunduğu tehlikeli durum ancak beş sene sonra anlaşılabildi.
1999’a gelindiğinde “
çürük elmaları ayıklama operasyonu” olarak tabir edilen yeni bir süreç başladı. Sepetten atılan ilk elmalar ise dönemin
cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e yakınlığıyla bilinen işadamlarına ait beş banka oldu. Yönetimi devlete geçen İnterbank, Egebank,
Sümerbank, Yurtbank ve Yaşarbank’ın ardından
Bank Kapital ve Etibank da fona devredildi. Bu operasyonun kapsamı dışında olmasına rağmen 2000 yılında devletçe el konulan son banka
Türkiye’nin 10’uncu büyük bankası olan Demirbank oldu. 22
Kasım’da başlayan ve tarihe “Kasım Krizi” olarak geçen mali
kriz sonucunda bünyesi bozulan bankaya sistemin selameti için el konulduğu açıklandı. Demirbank’a el konulması piyasaların tansiyonunu geçici olarak düşürdü; ancak dönemin IMF başkan yardımcısı Stanley Fischer’ın tabiri ile “köpekbalıkları bir kez kan kokusu almıştı, artık bundan sonra işleri rayına oturtmak pek de mümkün değildi.”
İşte böyle bir ortamda
Başbakan Bülent Ecevit 6
Aralık 2000 tarihinde bir
basın toplantısı düzenledi. Ecevit, IMF ile yapılan görüşmelerde
ekonomik programdan taviz verilmemesi karşılığında Fon’un 10 milyar dolarlık ek kaynak sağlamayı kabul ettiğini açıkladı. Açıklamasının kalan bölümünü elindeki kâğıttan okuyan Ecevit, banka mevduatı üzerindeki Hazine garantisinin sürdüğünü ve bu garantinin bankaların diğer yükümlülüklerini de kapsayacağını ilan etti. Toplantıyı takip eden gazetecilerin soru sormasına bile fırsat vermeden salondan ayrıldı. Bu tarihî açıklama ile
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bankaların yurtdışındaki tüm yükümlülükleri Hazine garantisi altına alındı. Yabancıların Türk bankalarından alacakları Türk iflas hukuku kurallarına tabi tutulmadan devletçe üstlenildi. Yani batan özel bankaların dış borçları da devletleştirilmiş oldu.
YASAL DAYANAĞI YOKTU
Bu açıklamadan kısa bir süre sonra IMF Başkanı Horst Köhler, Türk bankalarındaki mevduat sahipleriyle diğer alacaklıların (yani yabancı bankaların) korunması kararından büyük memnuniyet duyduklarını açıkladı. Kohler, IMF Yürütme Kurulu’na Türkiye’ye 10 milyar dolarlık yeni kredi açılmasını sağlayacağını söyledi.
Hükümet tarafından verilen bu garanti 18 Aralık 2000 tarihli Niyet Mektubuna da yazılarak resmileştirildi. Ekonomiden sorumlu devlet bakanı ve
Merkez Bankası başkanının
imzalarını taşıyan mektubun 50. paragrafında bu konuda şu dikkat
çekici ifadeye yer verildi: “Hükümet 6 Aralık’ta mevduat sahipleri ve diğer alacaklılar için geçici ve tam bir garanti ilan etmiştir…” Bu açıklamadan sadece bir gün sonra IMF Yönetim Kurulu Türkiye’ye yapılacak mali yardımı onayladı ve sorun bu şekilde çözülmüş oldu.
Kasım krizinin yaraları henüz sarılmamıştı ki Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik kriziyle sarsıldı. Sarsıntının meydana getirdiği etki o kadar büyüktü ki
ülke tarihinde ilk kez esnaflar polislerle çatıştı; binlerce insan işini, kalanlar da ümitlerini kaybetti. Bu dev anaforun da etkisiyle zaten sorunlu olan bankaların bir bölümü daha fona alındı. Ortaya çıkan finansal enkazın faturası gerçekten çok kabarıktı: 60 milyar dolar borç, binlerce işsiz bankacı.
Ekonomiden sorumlu devlet bakanı görevine getirilen Kemal Derviş’in
gündem maddeleri arasında da “yabancı bankaların alacakları” yer almaktaydı. IMF ve
Dünya Bankası’ndan alınan krediler bu bankaların vadesi gelen alacaklarının ödenmesinde kullanılmaktaydı, ancak uygulamanın hukuki dayanağı yoktu. Prof. Dr. Korkut Boratav yasal dayanağın nasıl oluşturulduğunu şu sözlerle anlatıyordu: “Gerekli ‘montaj’ı Bankalar Kanunu’na sıkıştırmak
akıl edilir. Kanun değişikliği 9
Mayıs 2001’de
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmektedir.
TMSF’ye alınan bankaların ‘her türlü borç ve yükümlülüklerinin Hazine tarafından garanti edilmesini’ sağlayan madde oylanıp kabul edildikten (yani iş işten geçtikten) sonra bazı milletvekilleri ‘Ne yaptık?’ diye uyanırlar. Hazine Müsteşarlığı’nın temsilcisine sorulur. Tutanaklarda adı verilmeyen bürokrat şunları söyler: ‘Biliyorsunuz, başbakanımız kriz sonrası, bütün bankacılık sisteminin borçlarına bir garanti verildiğini açıklamıştı; ancak bunun hukuki altyapısı yoktu. Burada bu hukuki altyapı kurulmaya çalışılıyor.’ Böylece, başbakanın demecinde ve niyet mektubunda sözü edilen garantilerin, uygulamaların, bu çerçevede TMSF’den yabancılara yapılan ödemelerin hukuk dışı olduğu (açıkçası, suç işlendiği)
itiraf edilir.”
Bankacılık uzmanı Dr. Öztin Akgüç yabancı bankaların alacaklarının ödenebilmesi için çaba gösterenlerin kamu yararını gözetmediklerini iddia ederken şu örneği veriyor: “Bir bankayı aktif ve pasifleriyle devraldığınız zaman bu banka artık bir kamu bankası haline geliyor. Dolayısıyla sorumluluklar da kamuya ait oluyor. Bu nedenle bankaların TMSF’ye alınmadan iflas
kanunu uyarınca
tasfiye edilmesini önerdik.” Akgüç’ün açıklamalarına göre
batık bankaların fona alınmadan tasfiye edilmesi halinde önce devletin alacakları tahsil edilecek, ardından özel kurum ve kişilerin alacakları ödenecekti. Dr. Akgüç, yabancı bankaların alacaklarının vadesinde ödenemeyeceği gerekçesiyle bu teklifin kabul görmediğini anlatıyor.
Bankalara el koyulduğu dönemde TMSF Başkanlığı yapan Dr. Tevfik Altınok ise eleştirilerin haksız olduğunu düşünüyor. Düzenlemenin Türkiye’nin saygınlığı ve kalan bankaların selameti düşünülerek yapıldığını anlatarak, “Kasım krizi bitmeden Şubat’ta bir
darbe daha almışsınız ve bundan en büyük zararı bankalarınız görmüş. Burada yabancılara ‘paranız güvende merak etmeyin’ demek zorundasınız. Aksi halde diğer bankalardaki alacaklarını da çekmek isteyecekler ve bankalarınız bu büyük para çekilişiyle ters yüz olacak. Sistemi korumak ve kalanların selameti için bu karar alındı ve uygulandı.” diyor.
Dönemi ve gelişmeleri yakından takip edenlerin iyi bildiği bu hadiseyle ilgili çok şey söylendi, ancak batık bankaların yurtdışındaki borçlarının miktarı asla öğrenilemedi. İşte herkesin peşinde koştuğu bu bilgiye uzun araştırmalar sonunda
Aksiyon ulaştı.
Aksiyon’un elde ettiği bilgilere göre batıkların uluslararası bankalardan alıp hazineye ödettiği yurtdışı kredilerinin toplamı 5,4 milyar dolar. Bu borcun alacaklıları ise
Amerikan,
İsviçre,
İngiliz ve
Fransız bankaları.
Citibank, UBS, CSFB, ABN,
HSBC, Deutsche,
Bank of America gibi küresel oyuncuların yanı sıra Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların da bulunduğu bu alacaklılar topluluğundan alınan krediler Hazine tarafından son kuruşuna kadar ödendi. Bu meblağ fona devredilen 20 bankanın toplam borcu olarak gözükse de tablo dikkatle incelendiği zaman borcun büyük bölümünün Demirbank’a ait olduğu ortaya çıkıyor.
Yurtdışındaki bankalardan 4,2 milyar dolar kredi alan Demirbank’ın bu kadar büyük oranda borçlanmasının öyküsü ise son derece ilginç.
1999 yılında uygulamaya konulan IMF Programı’nda
döviz kuru öngörülebilir oranlarda yükseliyor ve bu da bankaların faizlerin çok düşük olduğu uluslararası piyasalardan rahatça borçlanmalarına imkân sağlıyordu. Yurtdışından aldıkları
ucuz dövizi bozduran Türk bankacılar bu parayla yüksek getiri sağlayan Türk Hazine kâğıtlarını satın alıyor ve bu sayede inanılmaz kazançlar elde ediyordu. Kasaları Hazine kâğıdı ile dolu olan bankaların başında Cıngıllıoğlu ailesinin Demirbank’ı geliyordu. Demirbank bu stratejiyle 1995-2000 yılları arasında ciddi bir büyümeye imza atmış ve ülkenin sayılı bankalarından biri haline gelmişti. Bankanın aynı zamanda sonunu hazırlayan bu olayı
Merkez Bankası Başkanı
Süreyya Serdengeçti “Demirbank gibi varlık ve yükümlülükleri arasında vade tutarsızlığı bulunan bankalar, Kasım 2000 ve sonrası dönemde faiz oranlarında meydana gelen aşırı dalgalanmalardan önemli zararlar görmüşlerdir.” sözleriyle özetliyordu. Uluslararası bankalardan 6 farklı para birimi cinsinden borçlanan Demirbank’ın en büyük alacaklılarından birisinin de İngiliz HSBC olması oldukça şaşırtıcı. Ulaşabildiğimiz banka kayıtlarına göre Demirbank’a 55 milyon dolar kredi açan HSBC önce Hazine’den alacaklarını tahsil etti ardından bankayı son derece makul bir fiyata satın alarak tabelasını değiştirdi.
Demirbank’ın ardından borçlanma rekoru kıran diğer bankalar sırasıyla Bayındırbank, İnterbank ve İktisat Bankası’ydı. Bu dört bankanın yurtdışından temin ettikleri krediler 5,4 milyar dolarlık borcun yaklaşık yüzde 90’ını oluşturuyor. Listeye göre Sitebank, Yurtbank ve Tarişbank ise yurtdışından hiç kredi kullanmadı. Özel
sektör finansal kuruluşları yaraların yeniden sarılmasının ardından yeniden dış borç yarışına girdi. Bankalar ve finansal kuruluşların 2001 yılı sonunda 12,78 milyar dolar olan dış borçları, bu yıl Haziran ayı sonunda 26,58 milyar dolara çıktı. Beş yılda 13,8 milyar dolar artan dış borcun teminatı şu an için bankaların bizzat kendisi. Lakin muhtemel bir krizde yükün Hazine’nin omuzlarına binecek olması borç alanı da vereni de memnun ediyor. Faturayı ödemek ise bu durumdan haberi dahi olmayan halka kalıyor…
FON TARAFINDAN ÜSTLENİLEN YURTDIŞI KREDİLER
Demirbank yurtdışı bankalarından 3,9 milyar dolar, 1,3 milyar İngiliz Sterlini, 1.81 milyar İtalyan Lireti, 234,6 milyon Avro, 89,7 milyon
Alman Markı ve 4,6 milyon
İsviçre Frangı kredi kullandı. 153,3 milyon Avro, 59,5 milyon dolar ve 19,8 milyon
Alman Markı kredi kullanan
Erol Aksoy’un İktisat Bankası en çok kredi kullanan ikinci banka oldu. Bayındırbank 203,4 milyon dolar, 2,4 milyon Alman Markı ve 31 bin Avro kredi kullanarak en çok kredi kullanan üçüncü banka olurken, 192,3 milyon dolar, 147 milyon
İspanyol pezatası, 8,7 milyon mark kredi kullanan Çağlar’ın bankası İnterbank dördüncülüğe yükseliyordu. Mehmet
Emin Karamehmet’in fona alınan Pamukbank’ı 176,6 milyon dolar, 2,8 milyon Avro ve 658 bin İsviçre Frangı borcunu kamuya ödetiyordu. Mustafa Süzer’in bankası Kentbank’ın Hazine’ye yüklediği borçlar ise 68,4 milyon dolar, 45,64 Avro, 500 milyon
Japon yeni ve 342 bin 300 marklık bir bilânço içeriyor. Korkmaz Yiğit’in sahibi olduğu Bankeskpres’in 71,9 milyon dolar, 6,3 milyon mark, 109,7 milyon
Japon Yeni, 487 bin İsviçre Frangı, 288 bin 285 İngiliz Sterlini borcu bulunuyordu. Yurtdışına borcu bulunan bir diğer banka da kötü
yönetim ve
özelleştirme kurbanı Türk
Ticaret Bankası. Bankanın sadece 40 milyon dolarlık borcu bulunuyordu. Hayyam Garipoğlu’nun Sümerbank’ı borçlu bankalar sıralamasında son sıralarda yer alıyor. 26,8 milyon dolar, 4 milyon mark ve 3 milyon Avro borcu bulunan banka batık bankalar içinde kötünün iyisi kategorisinde yer alıyor. Cıngıllıoğlu ailesinin bir diğer bankası olan Ulusalbank 17,04 milyon dolar,43,834 milyon Yen, 3 milyon Mark, 165 bin sterlin borcuyla fona devredilir. Halis Ağa’nın Toprakbank’ı 11,8 milyon dolar, Bank Kapital 7,4 milyon dolar, Yaşarbank 4,7 milyon dolar,
Etibank 2,7 milyon dolar, Esbank 900 bin dolarlık borcunu kamuya ödeten bankalar olur. Egebank 700 bin dolar bir diğer Ege Bankası EGSBank ise 3 bin dolar borç yükler.
AKSİYON