Kış aylarının kâbusudur
hormon. Sebze ve
meyvelerin mevsimi dışında, özel şartlarda
üretimi için gerekli olan ancak onları daha gösterişli hale getirmek için de son yıllarda aşırı dozlarda kullanılan kimyasal katkılar, tarım
sektörünün önemli
gündem maddelerinden. Eski
hakem, aynı zamanda eski kabzımal
Erman Toroğlu’nun ‘hormon’ çıkışı, bu konudaki
tartışmaları daha da alevlendirmişti. Artık birçok insan, yaz
sebzelerini kış aylarında yememeye özen gösteriyor. Özellikle iri ve gösterişli meyveler, ‘hormonlu’ suçlamasına muhatap oluyor. Gıda güvenliği noktasında aslında çok da dikkatli olmayan ve bunu sorgulamayan Türk
halkının hormon hassasiyetinde, medyatik çıkışların izlerini görmek mümkün pekâla. Çünkü Toroğlu’nun açıklamaları manşetlere taşınırken, ona
cevap veren üreticilerin ve uzmanların görüşleri, ‘kısa haberler’ olarak geçiştirildi. İşin kötü yanı,
gıda güvenliği gibi hayati bir konunun, ‘hormonlu gündeme’
kurban gitmesi oldu. Doğru bir tartışma eksik, yanlış, hatta çarpıtılmış bilgilerle yapıldı o dönemde.
Ali
Barut, geçimini domates ve
salatalık üretiminden sağlayan
Antalyalı bir
çiftçi. Üretimini
sera şartlarında yaptığı için, onun bu işten para kazandığı asıl dönem kış ayları. Dolayısıyla, domates ve salatalık üzerinde yoğunlaşan hormon tartışmalarının bir numaralı muhataplarından biri de Ali Bey. Son zamanlarda gittikçe yaygınlaşan, “toplandıktan sonra buzdolabında büyüyen hıyarlar” ve benzeri iddialara da tepkili. Gerekçesiyse son derece açık. Hıyar ya da yaygın kullanımıyla salatalık, özelliği gereği kışın bile üretilse hormona ihtiyaç duymuyor. Aynen çilek, kavun ve biber gibi… Özellikle ‘hormonlu çilekler’ üzerine yapılan yoğun tartışmalardan olsa gerek, semt
pazarlarındaki satıcılar çoğu zaman
ürünlerinin üstüne “hormonsuz-
tarla çileği” uyarısını yazma ihtiyacı hisseder. Oysa çilek, yaratılış özellikleri gereği kış aylarında dahi hormonsuz üretilebiliyor. Bütün bunlar bilinmediği için her daim “hormonsuz tarla çilekleri” aranır semt pazarlarında!
Türkiye’nin sebze ve meyve deposu konumundaki Antalya’da, çiftçilerin son dönemdeki en önemli gündem maddesi, bombus arıları. Başta domates olmak üzere artık birçok sebze ve meyvede kullanılan arıların özelliği, gerçekleştirdikleri
doğal dölleme ile kimyasal hormon kullanımını engellemeleri. Arı üretim ve kullanımının artık bir sektör haline geldiği Antalya ve çevresinde, kış aylarında üretilen domateslerin yarıya yakınında bu yöntem kullanılıyor. Topraksız domates üretimi yapan Ahmet Gedik de, ‘arı istihdam eden’ üreticilerden. 6 buçuk dönümlük serada 5 kovan bombus arısı var. Bu yönteme geçtiğinden beri kimyasal hormon kullanmadığını belirten Gedik, “Aslında arılar domates çiçeklerini döllemek amacıyla uçmuyor. Onların derdi, geçimlerini sağlamak için polen toplamak. Bunu yaparken domatesleri de doğal yollarla döllemiş oluyorlar ve kış aylarında da doğal üretim sürüyor” diyor. Aslında domates çiçeği, bombus arılarının polen toplamak için ilk
tercihi değil. Diğer sebzeleri daha cazip bulduklarından, açık havada domatesi tercih etmiyorlar. Ancak serada başka alternatifleri olmadığında domatese yönelmeleri kaçınılmaz. Serada sebze ve meyve üretimi, 7-8 ay boyunca devam ediyor. Kış aylarında üretimin sürebilmesi için sıcaklığın belirli seviyede tutulması şart. Bu sebeple seraların ısıtma sistemleri var. Çünkü sıcaklık 15 derecenin altına düştüğünde, polen miktarı da azalacağından, arılar kullanılsa da üretimi devam ettirmek çok zor. Kısacası kışın domates yemek için iki şart var: Sıcaklığın belirli seviyede olması ve döllenmenin sağlanabilmesi. Isıtma sistemiyle sıcaklığı sağlayan üretici, üretimin ikinci safhasında işi arılara bırakıyor. Arıların mesaisi sabah saatlerinde başlıyor. Çalışmalar daha çok gün ışığına endeksli. Bombus arıları 32 dereceyi aşan sıcaklıklarda çalışamadığı için yaz aylarında onlardan faydalanmak mümkün değil. Çünkü haziran-eylül arasında Antalya’da sera içi sıcaklık 60 dereceye kadar çıkıyor.
ARILARDAN KİMYASAL SANSÜR!
Arı kullanımı, seralardaki ilaçlamayı da doğrudan etkiliyor. Onlara zarar vermeyecek,
zehir oranı daha düşük ilaçların kullanılması gerekiyor. Aslında bu bile, arıların doğal üretime ne kadar katkı yaptıklarının göstergesi. Hem doğal döllenme sağlayarak hormon kullanımını engelliyorlar, hem de kimyasal ilaçların daha dikkatli ve daha az kullanılmasına vesile oluyorlar. Arı kullanılarak üretilen domatesler ise hormonlulardan oldukça farklı. Kışın da üretilse lezzeti ve aroması var; daha ağır, içi daha dolgun, raf ömrü de daha uzun.
Arı yönteminin yaygınlaşmasında
sözleşmeli üretim yaptıran özel şirketlerin rolü de büyük. Halen marketlerinde sattığı bütün sebze ve meyveyi sözleşmeli üretim yöntemiyle Antalya yöresinde gerçekleştiren
Metro firması, arı kullanmayan seralardan alım yapmıyor. Sözleşmeli üretim yaptıran diğer büyük marketlerin de arı kullanımını şart koşmaya başlaması, işin diğer boyutu. Yöntem tamamen yaygınlaştığında bu durumdan en fazla
tüketici kârlı çıkacak. Çünkü kışın bile domatesi lezzetli ve doğal tüketmek mümkün olacak.
Bombus arıları, aslında halk arasında ‘yoz arı’ olarak bilinen, bal yapma özelliği olmayan ve bu iş için özel olarak üretilmiş özel bir canlı. Doğada 60-70 türü bulunuyor. Sadece Türkiye’de 40’a yakın bombus arısı türü yaşıyor. Çiftçilerin bugünlerdeki en büyük yardımcısı ise ‘terrestirist’ adı verilen bir tür. Antalya ve çevresinde, bu arılara yönelik talebin artması “arı üretim ve
satış sektörü” oluşturmuş. Eskiden
ithal edilen arılar artık
yerli firmalar tarafından üretilip pazarlanıyor.
Antalya organize sanayi bölgesinde
modern arı üretim tesisleri kuran
Ziraat Mühendisi Atilla Yurtkulu, yörede bu işi en iyi bilen isim olarak tanınıyor. 2000 yılında Koppert adlı firmasında ilk üretimi gerçekleştiren başarılı
girişimci, yeni tesislerini de
Hollandalı ortağıyla birlikte kurdu. Tesisin yıllık üretim kapasitesi 45 bin koloni. Pazar büyüdükçe bu rakamı 100 bine kadar çıkarma imkânı bulunuyor. Hatta şimdiden Hollanda’ya arı kovanı
ihraç etmeye bile başlamışlar. Antalya ve çevresinde halen bombus arılarının yüzde 95’i domates üretiminde kullanılıyor.
Patlıcan, çilek, kavun ve
karpuz da, arı kullanılabilecek diğer ürünler.
Çilek, yüzlerce dişi organdan oluşan (pistilin) yalancı bir meyveye sahip. Bu sebeple, döllenme sorunu yaşamadığı için kış şartlarında bile hormona ihtiyaç duymuyor. Bu tip meyvelere bilimsel literatürde, partonokarpik meyve (dişi organın gelişmesiyle oluşan meyve türü) adı veriliyor.
Arının çilekte kullanım gerekçesi ise şekil bozukluklarını önlemek. Sera ortamında yeterli tozlaşma olmadığı için, dişi organların döllenemeyen kısımlarında şekil bozuklukları ortaya çıkabiliyor. Meyve büyürken, döllenemeyen kısım yarılabiliyor, orada bir boşluk oluşuyor. İri taneli çileklerde sık rastlanan bir durum bu. Yani pazardan aldığımız iri taneli bazı çileklerdeki tuhaflıkların hormonla ilgisi yok, sorun döllenme süreciyle ilgili. Bombus arıları döllenmenin daha dengeli olmasını sağlıyor, dolayısıyla da düzgün şekilli ve lezzetli çilek üretimine yardımcı oluyor.
Peki, niçin hormonlu suçlamasının muhatabı hep çilekler olur? Bu sorunun cevabı da açık aslında… Yurtdışından gelen çilek çeşitleri arasında, çok iri taneli türlerin bulunması bu tartışmaları tetikliyor. Kısa süre öncesine kadar, Türkiye coğrafyasına has
Osmanlı çileği denilen,
küçük taneli ve daha lezzetli çilekleri bilen tüketicinin,
California ‘Chantler’ cinsi, iri taneli ithal çileklerle ilk karşılaştığında bunları ‘hormonlu’ diye algılaması söz konusu. Ülkemizde şu anda yine bir California çeşidi olan ‘camarosa’ yetiştiriliyor. Ayrıca bir
İsrail çeşidi olan ‘Dorit 216’ da Türkiye’de yetiştirilen türler arasında. Bu iki çeşit de iri meyveli çilek türleri. Üretimin büyük çoğunluğu bu iki türe yöneldiği için pazarlarda küçük taneli çilek bulmak artık çok zor.
Arının, doğal üretim dışında aslında çiftçi için mühim yan getirileri de var. Bunların en önemlisi işçilik
maliyetlerini düşürmesi. Hormon verilebilmesi için işçilerin tek tek kökleri dolaşması ve her gün
uygulama yapması gerekiyor. Bu ciddi bir maliyet. Diğer yöntemde ise bunu arılar hallediyor. Ayrıca hormon insan sağlığına da zararlı bir ürün. Bu uygulamayı sürekli yapan kişilerde başta
astım olmak üzere çeşitli rahatsızlıklar ortaya çıkıyor. Arı kullanımı ayrıca bitkilerdeki mantar ve küf gibi hastalıkları da önlüyor.
İhracata uygun, raf ömrü uzun ürün sağlıyor. Türkiye’nin son yıllarda tarım ihracatındaki en büyük sorunu olan, ‘rezüdü’ yani ilaç kalıntısını da, bu yöntemle önemli ölçüde önlemek mümkün. Çünkü arıların zarar görmemesi için zehirli ilaç kullanımı en aza iniyor.
ETİK VE VİCDANİ ÜRETİM ŞART
Atilla Yurtkulu, sera bitkilerinde kullanılan bombus arılarının son yıllarda, döllenme problemi yaşayan ve verimleri düşen
kiraz,
kayısı, ahududu ve erik gibi meyvelerde de kullanılmaya başlandığını söylüyor. Uçuş mesafeleri 500 metre olan arıların,
Konya-
Akşehir ve
Isparta gibi bölgelerdeki kullanımından alınan ilk sonuçlar son derece umut verici. Arı kullanarak yapılan üretimin en önemli özelliklerinden biri de mevsimi dışında dahi olsa meyve sebzelerin kendi aromasını koruması. Bu konu önemli; çünkü Türk tüketicisi, doğallık kadar meyve ve sebzede
koku ve lezzete de büyük önem veriyor. Geçen ay Antalya’da yapılan ‘ihracata uygun domates’ yarışmasında birinci gelen çiftçilerin arıyla üretim yapanlar olması bu açıdan tesadüf değil. Özellikle aroma ve doğallık söz konusu olduğunda, arıların çalıştığı seralar diğerlerine fark atıyor. Zirai Danışman Mehmet Sait Gücin, yeni dönemde tüketicinin sebze ve meyvelerde dahi
marka arayacağının altını çiziyor.
Avrupa Birliği’nin gıda güvenliği uygulamalarının en önemli ayağını, ‘ürettiğinin sorumluluğunu almak’ diye tanımlıyor Gücin: “Bu durum üretim sistemimizin değişmesi anlamına geliyor. Haldeki toptancı, pazardaki esnaf artık sattığı sebze ve meyvenin arkasında durmak zorunda. Bunun için üretim süreçleri ve yöntemleri büyük önem kazandı.” diyor. Büyük perakendecilerin sattığı sebze ve meyveyi bile markalaştırmaları ve sorumluluğunu üstlenmeleri de, değişim sürecinin bir sonucu aslında.
Antalyalı üreticilerin doğrudan ihracat yapabilmek amacıyla kurduğu ANTSEB şirketinin de
yönetim kurulu başkanlığını yürüten Gücin’e göre tüketicinin bu alanda sansasyonel olmayan bilgilere ihtiyacı var. Ancak medya konuyu hep sansasyon boyutuyla ele alıyor. ‘Zehir yiyoruz’ diyip, ayrıntılarla ilgilenmemek, çözmek yerine sorunları kronikleştiriyor. Gücin, yeni döneme uyum için etik ve vicdani üretim modelinin altını çiziyor: “Bizim üreticiye sürekli söylediğimiz şu; bu sektörde ayakta kalmak ve ihracat yapabilmek istiyorsanız; kendi sofranıza koyabileceğiniz ve çocuklarınıza yedirebileceğiniz tarzda üretim yapın. Arı kullanımını da bu sebeple
teşvik ediyoruz.”
HORMONDAN DAHA BÜYÜK TEHLİKE: İLAÇ KALINTISI
Bitkilerdeki
büyüme ve gelişmeyi yönlendiren, çok düşük yoğunluklarda bile etkili olabilen ve sentezlenerek taşınabilen organik maddelere hormon deniliyor. Hormonlar büyüme düzenleyici maddeler olarak da isimlendiriliyor. Hormonlar Türkiye’de ilk defa 1960’lı yıllarda GA3 (Giberallic Acid) çekirdeksiz üzümde kullanılmaya başlandı. Diğer taraftan, büyümeyi geriletici hormonlar da var. Mesela, kültür bitkilerindeki
yabancı otları öldürmek için hormon içerikli kimyasallar yoğun şekilde kullanılmakta.
Tarım alanlarımızın marjinal sınıra yaklaştığı ve bu sebeple üretimin artırılmasının ancak verim artışıyla mümkün olduğu bir gerçek. Yalnızca organik ve biyolojik yöntemlerle tarımsal üretim yapmak, gerekli kalite ve verimlilikte ürün elde etmeyi engelliyor. Ayrıca zararlılara, hastalık ve yabancı otlara karşı korumasız bir tarım düşünülemez. Söz konusu faktörlere karşı alınan koruma yöntemleri arasında %75 gibi bir paya sahip olan kimyasal yöntemlerin uygulamadan kaldırılması, günümüzdeki tarımsal üretimin yarısını gözden çıkarmak anlamına geliyor. Bu sebeple Türk tarımında, kimyasal desteklerle üretimin süreceği gibi bir gerçekle karşı karşıyayız. Burada önemli olan, söz konusu kimyasalların doğru kullanılması ve hasadın uygun sürelerde yapılması. Zaten tarım ilaçları ve hormonlar, tavsiyelere uygun olarak kullanıldığında bugüne kadar saptanabilen bir risk yok. Asıl sorun, hormonların ve tarım ilaçlarının bilinçsiz ve gelişigüzel kullanımı. Türkiye’deki tarım ürünlerinin sağlık açısından asıl sorunu da zaten hormon değil, ilaç kalıntısı. Her ilacın meyve ve sebzede belirli bir kalış süresi var. O süre dolmadan toplanan ürün, ilaç kalıntılı ürün anlamına geliyor. Yıkama veya soyma işlemleri de bu kalıntıyı yok edemiyor. Çünkü uygulanan ilaç, süre dolduktan sonra üründe kendisi parçalanıyor. Sonuçta, hormon üzerine yoğunlaşan tartışma, asıl sorun olan ‘ilaç kalıntısı’ meselesinin de örtbas edilmesine sebep oluyor.
AKSİYON