"Hayatımıza girdiğinden bu yana hiçbir cihazı bu kadar sevip, bu kadar kabullenip, bu kadar sahiplenmedik. Bahsettiğim cihazı sanırım hemen anladınız. Bizlerin "cep
telefonu" diyerek farklılaştırıp özelleştirerek güzelleştirdiğimiz,
yabancıların ise
mobile phone dediği artık herkes için ayrılmaz bir parça olan aksesuardan söz ediyorum...
Burada cep telefonuna verdiğimiz ismin yanlışlığından ve ironisinden bahsetmeyeceğim. Yararları ve zararlarından da. Dört cep telefonuyla nasıl yumurta pişireceğinizdense asla!..
Şimdi vereceğim bilgiler tamamen
ekonomik. Cep telefonları, hayatımıza girdiği 1994'ten bu yana 15 yıllık sürede ülkemizde kaç adet satmış hiç düşündünüz mü? Tam 90 milyon adet. Nüfusumuzun 75 milyon civarında olduğunu düşünürsek, resmi olan bu 90 milyon rakamının bize neler düşündürmesi gerektiğini sizlere bırakıyorum. 90 milyon cep telefonunun tamamını
ithal etmişiz. Ülkemize maliyeti ise 22 milyar dolar.
Şaşırmayın, 15 yılda 22 milyar dolar ödemişiz. Bu teknolojinin ülkemize faturasının sadece bu kadar olduğunu sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Tüm bu rakamların haricinde, geçen bu 15 yıllık sürede yaklaşık 27 milyon cep telefonu da bir şekilde ülkemize girmiş. Yani insanlar yurtdışından gelirken yanında getirmiş veya kaçak yollarla girmiş.
Sonuç itibariyle 2005'te merkezi
kayıt sistemiyle kayıt altına alınmış toplam 27 milyon adet cep telefonu daha var. Bunların maliyeti ise bilinmiyor. Ancak ortalama 200 dolar ödediğimizi düşünürsek ortaya 5.4 milyar dolar gibi bir rakam çıkıyor. Tüm bu rakamları üst üste koyarsak 117 milyon adet cep telefonu ve 27.4 milyar dolar para.
Düşünebiliyor musunuz, yeni doğan bebeklerde dahil kişi başına 1.5 telefon düşüyor. Dünya genelinde insanlar iki yılda bir cep telefonunu değiştirirken, bizim insanımız 6 ayda bir değiştiriyordu. Son bir yıl içinde bu süre 9 aya çıktı. Daha kat etmemiz gereken çok mesafe var. İnsanımızın bu konudaki
tüketim çılgınlığının sosyologlar tarafından mutlaka araştırılması gerekiyor.
Cep telefonuna karşı koyamadığımız bu zaafımızı en iyi değerlendirenler kimler dersiniz? Tabii ki üreticiler. Özellikle de üç
marka ülkemizde ön plana çıkıyor:
Nokia, Samsung ve LG. Ödediğimiz bu 27.4 milyarın çok ciddi bir miktarı bu üç
firmaya gitti ve gidiyor.
Benim tahminim 27.4 milyar doların yarıya yakınını bu üç firmanın paylaştığı yönünde. Gözümüz yok.
Ticaret yapıyorlar. Kazanacaklar. Fakat... Bu ülkenin bir vatandaşı olarak bu firmalar şunu sormak hakkım. Bu ülkeden yıllardır bu kadar para kazandınız, bir şey dediğimiz yok. Fakat bunun karşılığı olarak bu ülkenin neresine hangi çiviyi çaktınız? Hangi yatırımı yaptınız? Mal satma konusunda gösterdiğiniz cansiperane çalışmayı yatırım konusunda ne kadar gösterdiniz? Patronlarınız yabancı ama bu patronlara ülkemize yatırım yapmaları konusunda telkinlerde bulunmayan Türk yöneticilere ne demeli?
POZİTİF AYRIMCILIK
Benim canımı sıkan ve yıllardır takip ettiğim yukarıda verdiğim rakamlar belli ki başkalarının da canını sıkıyordu. Gerekli düzenlemeler yapıldı. Gerçi biraz abartılmış ama öğrendiğime göre yaklaşık 38 tane
üretim lisansı verilmiş. Ülkemizde üretilen ilk cep telefonuyla tanışmamıza az kaldı. Bu konuda ilki gerçekleştirecek olan firma
General Mobile. Gerekli yatırımları yapıp izinleri almış.
Ekim ayında ilk
yerli üretim cep telefonlarını göreceğiz. "General Mobile çift hatlı cep telefonu üretiyor" diye ona mesafeli davranan mobil operatörlere duyurulur.
Üstelik General Mobile, tek SIM kartlı modellerini de Türkiye'de üretecek. 15 yıldır ülkemizde cep telefonu satan küresel markalar bu topraklara yatırım için parmağını bile kıpırdatmazken, son üç yıldır ülkemiz pazarında olan General Mobile ve benzeri girişimleri alkışlıyorum. Yerli üretimi teşvikle bakanlığın
hedefi, yurtdışına ödediğimiz yıllık ortalama 2,5 milyar dolar civarındaki paranın yüzde 30'unu yurtiçinde bırakmak.
Nihai hedef, üç yılda içinde yüzde yüz yerli cep telefonu. Ayakta alkışlıyorum.
Küresel ekonomiden yana olanlar, beni yazdıklarımdan dolayı ne 60'lı yılların solculuğuyla ne de faşistlikle suçlasın. Ben sadece pozitif ayrımcılık yapıyorum. Yazarın notu: Bu konu aslında "
Ulaştırma Bakanı'na açık
mektup" başlığını taşıyacak ve bir yıl önce yazılacaktı. Fakat o dönemde edindiğim bazı bilgiler bu konuyu ertelememe sebep oldu. Geçen zaman içinde aldığım bilgilerin gerçekleşme seviyesini hep takip ettim.
Nihayet artık bu konuyu yazmanın vakti geldi. Bir yıl önce bu konu yazılsaydı içeriği Ulaştırma Bakanlığı'na ve dolayısıyla da Binali Yıldırım'a sitem eden bir yapıda olacaktı. Fakat geçen süreçte bakanlığın şimdi bahsettiğim konuya nasıl sağduyulu yaklaştığını gözlemleme fırsatım oldu."
MUSA SAVAŞ-PARA DERGİSİ