Hazine'nin internet sitesinde yayımlanan değerlendirmede, ''Türk ekonomisi, kapsamlı
politika reformları ve daha güçlü
siyasi istikrarla desteklenen altı yıllık bir
büyüme sürecinin ardından, küresel finansal ve
ekonomik krizle karşılaşmıştır.
Mali disiplin, enflasyon
hedeflemesine geçiş ve finansal
sektör gözetiminin güçlendirilmesi başta olmak üzere geçmiş on yıldaki reformlar ile siyasi istikrar ve AB
katılım müzakerelerinin açılmış olması, ekonomi
yönetimine olan güveni önemli ölçüde artırmıştır. Bu etkenler yüksek düzeyli
faiz dışı fazla verilmesine, kamu borcunun hızla azaltılmasına ve enflasyonun makul düzeylere inmesine katkı sağlamıştır'' denildi.
''Söz konusu politika reformları, kriz öncesi kırılganlıkları bölgedeki diğer ülkelere kıyasla daha sınırlı tutmuş ve
Türkiye;nin krizle ortaya çıkan Uluslararası ekonomik ve finansal dalgalanmaları daha kolay atlatmasına imkan sağlamıştır'' tespitinde bulunan IMF
heyetinin değerlendirmesinde, küresel likidite bolluğu döneminde uygulanan iyi politikalar, yüksek miktarda dış
sermayenin çekilmesini ve böylece finansman kısıtının rahatlamasını sağlamış belirtilerek, ''İç talep öncülüğünde hızlı bir büyümeye imkan tanıdığı, bunun sonucunda özel kesim yatırımlarında yaşanan artış ve özel tasarruflardaki azalma, güçlü
döviz kuru ortamında
cari işlemler açığının genişlemesine yol açtığı, buna karşılık dış kaynakla finanse edilen
kredi hacminin nispeten düşük olması, dönemsel ekonomik canlanmaların sınırlandırılmasına odaklı makroekonomik politikalar ve daha kısıtlayıcı ihtiyati
düzenlemeler sayesinde Türkiye;nin iç ve dış ekonomik dengesizlikleri
Avrupa;daki diğer yükselen piyasa ekonomilerine kıyasla daha sınırlı kaldığı'' kaydedildi.
Heyet, büyümenin tekrar başladığını belirterek, ancak, büyümenin fazlasıyla
tüketime bağlı olması riskinin bulunduğunu, bu durumun, özellikle mevcut küresel ortam altında dış kırılganlıkları besleyebileceği, güçlü sermaye girişi ortamında, özellikle bu akımlar kısa vadeli ise, enflasyonun artmasının ve cari açığın sürdürülemez bir şekilde genişlemesinin önlenmesinin, ihtiyatlı ve zamanlı politika
uygulamalarını gerekli kıldığını vurguladı.
IMF heyeti tarafından yapılan genel değerlendirmede şu tespitlere ve tavsiyelere yer verildi:
-SON GELİŞMELER VE GÖRÜNÜM:
*Türk ekonomisi küresel krize bağlı olarak
üretimde gözlenen ani düşüşten hızlı bir çıkış göstermiştir.
Küresel düzeyde eşanlı yaşanan sermaye çıkışları ve güvendeki hızlı azalma;
GSYH;nin 2008;in son çeyreği ile 2009;un ilk çeyreği arasında mevsimsel düzeltilmiş olarak yüzde 12 oranında düşmesine neden olmuştur. Emtia
fiyatlarındaki düşüş ve çıktı açığının genişlemesi; enflasyon ile cari işlemler açığının önemli ölçüde azalmasını sağlamıştır. Geçici
vergi indirimleri, politika
faiz oranlarının benzeri görülmemiş biçimde azaltılması ve hızlı fiyat düşüşleri ikinci çeyrekte talebin hızlı bir şekilde canlanmasına katkıda bulunmuş ve GSYH;daki yıllık daralmanın yüzde 4,7 ile sınırlı kalmasını sağlamıştır. Son dönemde, artan dolaylı vergiler ve diğer fiyat şokları ile talepte ve emtia fiyatlarında yaşanan sıçrama; enflasyonun, cari açığın ve reel döviz kurunun hızla tersine dönmesine neden olmuştur.
Başlangıçta hızlı bir artış gösteren işsizlik bir miktar azalmış olsa da halen yüksek seyretmektedir.
*2000-
2001 krizi döneminde istikrarsızlık kaynağı olmuş olan
bankacılık sektörü dayanıklılığını kanıtlamıştır. Yüksek sermaye ve likidite tamponları, düşük döviz riski ve mevduata dayalı fonlama bankaların, kaldıraç oranlarının küresel düzeyde azalmasından ve buna bağlı olarak yaşanan üretim düşüşlerinden korunmasına katkı sağlamıştır. Faiz marjlarının genişlemesi 2009 yılında banka karlarını yüzde 50 oranında artırmış olup, bu durum, kredi sınıflandırma düzenlemelerine getirilen bazı esneklikler ve bankaların risksiz devlet tahvillerine yönelmeleri ile birlikte halihazırda yüksek olan sermaye yeterlik oranlarını yüzde 20;nin de üzerine çıkarmıştır. Vadesi gelen krediler genel olarak çevrilmiş olsa da, net kredi genişlemesi (özellikle özel bankaların) 2009;un büyük bölümünde zayıf kalmış ancak, yıl sonuna doğru güçlü bir iyileşme göstermiştir. Yılbaşından bu yana krediler, bankaların düşük faiz marjlarını yüksek hacim ile telafi etmesi nedeniyle yıllık bazda yüzde 30 oranında artış göstermiştir.
*Büyümedeki toparlanmanın devam etmesi ve buna artan cari işlemler açığının ve kısa vadede hedefin üstünde seyredecek enflasyonun eşlik etmesi beklenmektedir. Yıl içindeki güçlü ivme ve baz etkisi; GSYH;nin 2010 yılında yüzde 6,25 civarında büyümesine katkıda bulunacak, takip eden dönemde büyüme yüzde 4 civarında seyredecektir. Güçlü reel kur ve temel ticari ortaklarda gözlenen yavaş toparlanma, talebin ticarete konu olmayan malların tüketimine ve yatırımına kaymasına neden olacak ve nihai iç tüketim ve ara mallar içerisinde
ithal malların payı artacaktır. Sonuç olarak, cari işlemler açığının GSYH;a oranının kademeli olarak 2010 yılında yüzde 4,75 seviyesine, orta vadede ise yüzde 6 civarına çıkması beklenmektedir.
Son aylarda geçici olarak çift haneli rakamlara ulaşan enflasyonun, maktu vergi artışlarının baz etkisinin ortadan kaybolması ve
para politikası tepkisiyle kademeli olarak hedefe yönelmesi beklenmektedir.
-POLİTİKA DEĞERLENDİRMESİ VE TAVSİYELER:
*Türkiye;nin oldukça güçlü bir başlangıç noktasında olması, küresel kaldıraç azaltma eğilimi ve eşlik eden ekonomik daralmaya karşı zamanında, iyi hedeflenmiş ve büyüklük anlamında genel olarak yeterli bir önlemler paketi ile kararlı bir şekilde tepki verilmesine imkan tanımıştır. Hızlı parasal genişleme ve yaratılan likidite imkanları
özel sektör borçlanma
maliyetlerini düşürmüş (mevcut borçlar da dahil) ve kamunun finansman maliyetinin azaltılmasına ve bankaların devlet borçlanma araçlarına yönelik ilgisinin artmasına yardımcı olmuştur.
Maliye politikası, özel tüketimdeki toparlanmayı desteklemiş olan dayanıklı tüketim malları üzerinden alınan dolaylı vergilerde yapılan indirimler de dahil olmak üzere ilk etapta keskin bir şekilde gevşetilmiştir. Faiz dışı dengede büyük bir bölümü konjonktürel gelir kaybından kaynaklanan hızlı erime, 2009 yılı ortalarında
tütün ve
yakıt üzerinden alınan vergi oranlarının artırılmasına neden olmuştur. Yeni kredi açılmasını
teşvik edebilmek ve bankaların yüksek sermaye yeterlilik oranlarını koruyabilmek amacı ile; kredilerin yeniden
yapılandırma koşullarını kolaylaştıran, bankaların devlet borçlanma senetlerinin bir seferlik yeniden sınıflandırmasını sağlayan ve bankaların kar dağıtımı için düzenleyici otoritenin onayını gerektiren düzenlemeler de dahil olmak üzere birçok düzenleme değişikliği uygulamaya konmuştur.
*Yetkililer, mali ve parasal genişleme politikalarından kapsamlı çıkış stratejilerini kademeli olarak uygulamaya başlamışlardır.
Eylül ayında açıklanan, 2010-2012 yıllarını kapsayan Orta Vadeli
Program (OVP), mali dengede 2011 yılı
bütçe döneminden itibaren uygulanacak bütçe açığı odaklı mali
kural uygulaması ile desteklenen kademeli bir iyileşme öngörmektedir. Yüzde 3,5 oranında ılımlı bir büyüme öngörüsüne dayanan 2010 yılı bütçesi, finansal olmayan kamu kesimi için GSYH;nin yüzde 0,3;ü oranında faiz dışı açık hedeflemekte olup, bu hedef yıl başında
alkol ve tütün
ürünlerine yapılan ilave vergi artışları ve sağlık harcamalarındaki tasarruflar ile desteklenmiştir.
Gelirler kaleminin
görünümüne ilişkin artan belirsizlik ve ihtiyatlı bütçe uygulama isteği nedeniyle, yetkililer orijinal 2010 yılı hedefine sıkı şekilde bağlı kalmayı planlamaktadır. Para politikası tarafında Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası (
TCMB), baz
senaryosu altında politika faiz oranını 2010 yılı son çeyreğinden itibaren artırmayı ve
yabancı para ve TL likiditesi önlemlerini tedricen geri çekmeyi planlamaktadır. Bununla birlikte, kredi büyümesini desteklemeye devam etmek amacıyla yakın zamanda yeni krediler için genel provizyondan geçici muafiyet uygulaması yürürlüğe konulmuş ve yukarıda da bahsedilen kredi
yeniden yapılandırma düzenlemeleri uzatılmıştır.
*Halihazırdaki karşı döngüsel enflasyon hedefleme çerçevesi Türkiye;nin önemli bir güçlü yönüdür. 2011 yılından itibaren buna ihtiyatlı mali açık tavanları getiren kapsamlı bir mali kural eşlik edecektir. Gelecek ay
Meclis;te onaylanması beklenen mali kural
kanunu taslağı, orta vadeli açık hedefine kademeli olarak yakınsarken aynı zamanda konjonktürel koşullara göre de uyarlama gösteren yıllık bir açık tavanı saptamaktadır. Kuralın formülasyonu, parametrelerin seçimi ve kapsamının geniş olması; ihtiyatlı, gerçekleştirilebilir ve karşı döngüsel mali açık tavanları belirlenmesini sağlayacaktır. Kanun taslağı ayrıca, mali hedeflerin ve gerçekleşmelerin daha şeffaf ve kapsamlı raporlanması, yerel yönetim borçlanmalarının daha sıkı takip edilmesi ve harcamaların bütçeyle daha uyumlu gerçekleşmesini sağlamak için daha güçlendirilmiş
kontrolleri de dahil olmak üzere, kamu mali yönetim usullerinde önemli iyileştirmeler getirmektedir.
Muhafazakar bütçe tahminlerini teşvik etmek, gerektiğinde yıl içi mali açık azaltıcı önlemlerin zamanında uygulanmasını sağlamak ve merkezi hükümet ile mahalli idareler arasındaki mali koordinasyonu güçlendirmek için de mekanizmalar gerekmektedir. Kuralın uygulamaya konması mali disiplini kalıcı kılmak adına önemli bir dönüm noktası olmakla birlikte, kuralın başarısı nihai olarak, kural hükümlerinin yerine getirilmesinde gösterilecek kararlılığa bağlı olacaktır.
*Dengesiz ve sürdürülemez bir büyüme patikası oluşmasının engellenmesi için, krize karşı uygulanan politika önlemleri geri çekilmeli ve çıkış planlarına hız verilmelidir.
İhracat sektörlerinde
kapasite kullanımı tam anlamıyla toparlanmamış olsa da, politikaların sıkılaştırılması planlarının öne alınması gerekmektedir. Çünkü, çok hızlı büyüyen iç talep, dış talebin tam bir ikamesi değildir. Zira, güçlü reel kur,
yurt içi talep ile yurt içi üretimin farklı ürün kompozisyonuna sahip olması gibi nedenlerden ötürü iç talebin önemli bir bölümü ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Bu nedenle baz senaryoda politikalar, net ihracatın desteklenmesi amacıyla yurtiçi talebin kontrol altında tutulmasını ve yurt içinde üretilen ürünlerin göreli fiyatlarının düşürülmesini amaçlamalıdır.
Yurt içi tasarrufların teşvik edilmesine yönelik politikalar aynı zamanda, yatırımların finansmanı için dalgalı kısa vadeli sermaye akımlarına olan bağımlılığı düşürecektir.
*Baz senaryoya ilişkin riskler büyük ölçüde dengeli, ancak önemli boyutta olup, gerçekleşmeleri durumunda aşağıdaki bölümlerde belirtilen politika uygulamalarında değişiklik yapılmasını gerektirebilir.
Krizden en ağır şekilde etkilenen
Avro Bölgesi ülkelerinden, bankacılık ve ticaret kanalları yolu ile gelebilecek doğrudan yayılma etkisi sınırlıdır. Bu nedenle birçok gelişmekte olan ülkede devam etmekte olan güçlü toparlanma süreci ile birlikte Türkiye baz senaryoda öngörülenden daha yüksek ithal emtia fiyatları ve sermaye girişi ile karşı karşıya kalabilir ve bu enflasyonu ve cari açığı artırabilir. Bu durumda, para ve maliye politikası önlemlerinden çıkışın daha da hızlandırılması gerekecektir. Ancak, riskten kaçınma eğiliminin genel olarak artması ve Avro Bölgesi;nin toparlanmasının daha da zayıflaması, Türkiye;nin ihracatı ve büyümesi üzerinde önemli aşağı yönlü riskler oluşturacaktır. Bu durumun Türkiye;de azalan enflasyonist
baskı ile birleşmesi halinde (zayıf toplam talep ve düşük emtia fiyatları nedeniyle) parasal sıkılaştırmaya son verilmeli ve hatta gerekirse tersine çevrilmelidir. Parasal gevşemeyi desteklemek ve mali ve dış sürdürülebilirliğe ilişkin güveni artırabilmek amacıyla bu senaryo altında mali sıkılaştırmaya hızlı bir şekilde devam edilmelidir.
-MALİYE POLİTİKASI:
*2010 yılında maliye politikası hızlı büyüme kapsamında 2010-2012 Orta Vadeli Programında öngörülen döngüsel ayarlamaları korumalı ve böylece mali kural için uygun bir başlangıç noktası oluşturulmalıdır. Kriz döneminde oluşturulurken uygun görülen 2010 yılı faiz dışı fazla hedefinin, 2009 yılı gerçekleşmelerinin beklenenden daha iyi olması ve 2010 yılı büyüme ve enflasyon tahminlerinin yukarı yönlü revize edilmesi sonucunda aşılması beklenmektedir.
Orijinal hedefe sadık kalınması bu yıl içerisinde herhangi bir yapısal iyileştirmeye gidilmediği anlamını taşırken, makroekonomik koşullar ve dış dünyaya ilişkin gelişmeler yapısal sıkılaştırma gereğini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, harcamalar 2010 yılı bütçesinde öngörülen plana yakın seyretmeli (
maaşlar ve
emekli aylıklarında enflasyona bağlı olarak yapılacak artışlar ve gelir paylaşımı nedeniyle oluşabilecek zorunlu ayarlamalara izin verecek şekilde) ve gelir azaltıcı politika değişikliklerinden kaçınılmalıdır. Bu politika cari açık ve enflasyon baskısının hafifletilmesine katkıda bulunacak, özel sektörü dışlama etkisini sınırlandıracak ve 2011 yılında yapılması gereken ayarlama oranını azaltarak mali kuralın başarısına yardımcı olacaktır.
Söz konusu politika ayrıca, kamu borcunun daha hızlı bir şekilde azalmasını ve önümüzdeki dönemde sağlam bir mali duruş sergilenmesini sağlayarak Türkiye;nin mali disiplin konusunda bugüne kadar olan dikkatli yaklaşımını güçlendirecektir.
*Gelir ve harcama politikaları mali kural çerçevesinde kamu maliyesinde öngörülen iyileşmeyi desteklemelidir. Yetkililer OVP;yi desteklemek amacıyla, sağlık sektöründe talep ve arz yönlü önlemleri ve kamu sektöründe ihtiyatlı maaş artışlarını da içeren önemli harcama politikaları uygulamışlardır. Bu politikalar ve daha önce uygulamaya giren sosyal güvenlik reformları, mali kurala uyumu zorlaştırabilecek orta vadeli baskıların önlenmesi amacıyla sıkı bir şekilde uygulanmaya devam edilmelidir. Beklenenin üzerinde gerçekleşen gelirlerin geri döndürülemeyen harcamaları artırmada kullanılması halinde, orta vadeli ayarlamalar daha sert olacaktır.
Gelirler tarafında ise çabalar,
Gelir İdaresi Başkanlığı ve Sosyal
Güvenlik Kurumu;nun gelir beyanlarını birlikte takip etmeleri ve söz konusu kurumların denetim kaynaklarının artırılması da dahil olmak üzere tahsilatın artırılmasına yoğunlaşmalıdır.
-PARA POLİTİKASI:
*TCMB;nin para politikası çıkış stratejisinin zamanlaması uygundur. Kriz dönemi boyunca uygulanan likidite önlemleri ve günlük döviz alım
ihalelerinin yeniden başlatılması, finansman imkanlarını kolaylaştırmış ve faiz oranlarının düşük kalmasını sağlamıştır.
İktisadi faaliyetteki hızlı canlanma ile birlikte, son dönemde TCMB düzenli olarak yaptığı kısa vadeli finansman işlemlerini tedricen geri çekmeye başlamış ve bunun sonucunda piyasa faiz oranları yavaşça yükselmeye başlamıştır. Uzun vadeli faiz oranları önümüzdeki dönemde parasal sıkılaşmaya ilişkin beklentilere paralel olarak daha hızlı yükselmektedir. TCMB aynı zamanda, likiditeyi sıkılaştırmak için karşılık oranlarını artırmaya başlamış olup, temel senaryoda yer alan politika faiz oranındaki artışlar da bu duruma daha sonra eşlik edecektir.
*Ancak, enflasyon beklentilerindeki yükselme ve banka kredilerindeki hızlı büyüme dikkate alınarak parasal sıkılaştırma hızlandırılmalıdır.Önümüzdeki yılın enflasyon beklentilerine dayanan reel faiz oranlarının negatif olduğu bir ortamda sıkılaştırmanın yavaş olması, enflasyon beklentilerinin daha da kötüleşmesine yol açabilecektir. Bu durum özellikle küresel likidite fazlası ortamında maliyetli olabilecektir. Çünkü, daha yüksek enflasyon beklentileri reel faiz oranlarının aynı seviyede kalması için nominal faiz oranlarında daha fazla artış gerektirecek ve bu da Türkiye;yi kısa vadeli sermaye akımları için daha
çekici hale getirerek sonuçta ekonominin
rekabet gücünün daha da zayıflamasına neden olabilecektir.
Güçlü bir sıkılaştırmanın ertelenmesi aynı zamanda, enflasyon beklentilerinin yeniden enflasyon hedefiyle uyumlu hale getirilebilmesi için politika faiz oranlarında büyük ve ani artış gerektirebilecek ancak bu durum bankaların vade uyumsuzluğu nedeniyle bozucu bir etki yaratabilecektir. Dolayısıyla, geniş tabanlı bir parasal sıkılaştırma – likiditenin geri çekilmesi ve politika faiz oranlarında yapılacak sürekli
küçük artışlar yoluyla – hızlandırılmalıdır. Beklentiler paralelinde döngüsel etkilere göre uyarlanmış mali sağlamlaştırmanın gerçekleştirilememesi durumunda daha hızlı bir parasal sıkılaştırmaya ihtiyaç duyulabilir.
*Eş zamanlı olarak döviz alımlarının artırılması
rezerv birikimini daha da hızlandıracak ve döviz kuru üzerindeki aşırı baskının hafifletilebilmesine yardımcı olacaktır. Rezervlerin kalan vadeye göre kısa vadeli borcu karşılama oranı 2007 sonundan beri düşmekte olup, mevcut ihale tutarlarıyla ancak tedricen artabilecektir. Sermaye akımlarının istikrarlı bir şekilde ya da güçlenerek devam etmesi durumunda; daha hızlı rezerv biriktirilebilmesi, ihtiyati hesapların iyileştirilmesi ve ticarete konu malların fiyatları üzerinde baskı oluşmasının ve talebin ithalata yönelmesinin önlenmesi için önceden belirlenmiş düzenli döviz ihalelerinin miktarının artırılması uygun olacaktır.
-FİNANSAL POLİTİKALAR:
*Bazı ek adımlara ihtiyaç olsa da, finansal sektörün gücünün korunması için önemli tedbirler alınmıştır. Sistemik riskin yönetilmesine ilişkin olarak;
Hazine Müsteşarlığı, TCMB,
BDDK ve
TMSF arasında bir Mutabakat Zaptı ve protokolün imzalanmış olması olumlu bir gelişmedir.
Stres testi metodolojilerinin, henüz tam olarak istikrara kavuşmamış olan uluslararası finansal piyasalardan kaynaklanabilecek olası doğrudan ve dolaylı riskler gibi daha karmaşık senaryoların muhtemel etkilerinin değerlendirilebilmesi de dahil olmak üzere daha da geliştirilmesi düşünülmelidir.
Yurtiçinde ihracatçı olmayan şirketlere yabancı para cinsinden kredi verilmesine izin verilmiş olması, şeffaflığı artırıcı bir gelişme olsa da, riskler, dikkatli bir şekilde denetlenmeli, layıkıyla fiyatlandırılmalı ve ihtiyaç duyulması halinde ihtiyati düzenlemeler daha da sıkılaştırılmalıdır. Şirketler kesiminden kaynaklanabilecek potansiyel risklerin daha iyi teşhis edilebilmesi için, borsaya kote olmayan şirketlere ilişkin verilerin derlenmesi ve izlenmesi geliştirilmelidir.
*İktisadi faaliyetlerdeki güçlü toparlanmaya karşı verilecek para ve finansal sektör politikası tepkisinin uyumlu olmasını teminen gevşetilmiş finansal sektör ihtiyati düzenlemelerinin mümkün olan en kısa sürede sona erdirilmesi gerekmektedir.
Kriz sırasında ani satışların ve kredilerin geri çağrılmasının önüne geçilmesi amacıyla ihtiyati düzenlemelerin geçici olarak gevşetilmesi uygun bir yöntem olabilir. Ancak, kredi genişlemesinin başladığı bir ortamda bu önlemlerin sürdürülmesi gereksizdir, varlık kalitesine ilişkin şeffaflığı azaltabilir ve güçlü risk yönetim mekanizmalarını zayıflatabilir. Ek olarak, bu tür önlemlerin gereğinden uzun süre muhafaza edilmesi ve genişletilmesi, merkez bankasının sıkılaştırma politikasının etkinliğini azaltırken, ekonomik toparlanma döneminde bu önlemlerin devam ettirilmesi daha zor zamanlarda önlemlerin etkinliğini azaltacaktır. Ayrıca bu tür önlemler, uzun vadeli kaynakların sınırlı olması nedeniyle uzun vadeli kredi verilememesi ve parasal sıkılaşma öncesi bankaların bilançolarındaki vade uyumsuzluğunu artırmak istememeleri nedeniyle bankaların kredi verme iştahını artırmayabilir. Öncelik, kredi vermenin önündeki, gereğinden fazla zaman alan
mahkeme işlemleri yoluyla borçlulara fayda sağlayan icra iflas kanunu hükümlerinin değiştirilmesi gibi yasal engellerin kaldırılmasına verilebilir.
*Türk
Bankacılık sektörünün güçlü uluslararası bağları dikkate alındığında, finansal sektör düzenlemelerine ilişkin değişiklik çalışmaları ilgili ülkelerle yakın koordinasyon halinde yapılmalı ve Türkiye;ye özel koşullar dikkate alınmalıdır.
Uluslararası arenada devam eden tartışmalar; karşıt döngüsel ihtiyati araçlar ve sistemik öneme sahip finansal kuruluşların daha iyi düzenlenmesi ve denetlenmesi de dahil olmak üzere finansal sistemin güçlendirilmesine odaklanmış durumdadır. Finansal sisteme yönelik yapılacak düzenleme değişikliklerinin, finansal sistemde sorun yaratmamasını teminen, aşamalı olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
-YAPISAL POLİTİKALAR:
*Rekabet gücünün geliştirilmesi ve istihdam artırıcı büyümenin sağlanabilmesi için yapısal reformların çok boyutlu olarak ele alınması gerekmektedir. Kayıtlı sektörde
işgücü maliyetlerinin yüksek olması, rekabet gücünü azaltmakta ve
kayıtlı sektörde faaliyet gösteren firmalarda istihdamı caydırmaktadır. Kıdem tazminatı sistemi
OECD ülkeleri içinde en bonkör olanlardan biridir.
Asgari
ücret ise yeni AB üyesi ülkelerin neredeyse tamamından daha yüksek seviyede olup, Türkiye;nin düşük gelirli bölgelerinde kısıtlayıcı olmaktadır. Rekabet gücünü geliştirmek ve kayıtlı sektördeki istihdamı artırmak için asgari ücret ve
kıdem tazminatı reformları ile
kayıt dışı ekonomiyi azaltıcı önlemler bir arada yürütülmelidir. Bu, vergi tahsilatında asgari ücret sınırlamasından doğabilecek düşüşü (pek çok çalışan gerçek geliri yerine asgari ücret beyan etmektedir) engelleyecektir. Zaman içinde artacak vergi uyumu, istihdam üzerindeki vergilerin kamu maliyesine yük getirmeden düşürülebilmesini sağlayacak olup, bu uygulama kayıtlı sektörün rekabet gücünü daha da artıracaktır. Ayrıca, enerji üretim kapasitesinin artırılması ve enerji sektöründe maliyet bazlı fiyatlamanın ilgili tüm kurumlar için uygulanması yoluyla talep etkinliğinin iyileştirilmesi, enerji ithalatına bağımlılığı azaltacak, cari işlemler açığını daraltacak ve kamu maliyesinin sağlamlaştırılmasını destekleyecektir.