Zayıf
koalisyon hükümetlerinin ekonomide yol açtığı kırılganlık, bu olayla
Cumhuriyet tarihinin en büyük yıkımına dönüştü. İşyerleri kapılarına
kilit vururken, milyonlarca kişi işsiz kaldı,
batık bankalar milli gelirin dörtte birini yuttu. Zor durumda kalan DSP-MHP-
ANAP koalisyon hükümeti, çareyi
Dünya Bankası Başkan Yardımcısı
Kemal Derviş'i ekonominin başına geçirmek ve
Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yeni bir
stand-by anlaşmasına gitmekte buldu.
Kriz,
Türkiye için bir dönüm noktası oldu.
Ekonomide köklü reformlara gidilirken, 2003'te tek parti
iktidarıyla istikrarın yakalanması ekonomide gidişatı tersine çevirdi. Büyük
krizin 10. yılında ekonomi parametrelerinde yapılan karşılaştırma, alınan mesafeyi gözler önüne seriyor. Elde edilen verilere göre;
ülkenin gayri safi
yurt içi hâsılası 2001'de 196,7 milyar dolar iken, bu rakam 2010'da 730 milyar dolar seviyesine yükseldi. On yıl önceki krizde Türkiye ekonomisi 5,7 oranında küçülürken, küresel krizin etkisine rağmen geçen yılı yüzde 6,8 büyümeyle kapattı. Ekonomide en büyük başarılardan biri de enflasyonda yaşandı. Yıllarca çift, bazen de üç haneli enflasyonda yaşayan Türkiye, uygulanan politikalar sayesinde tek haneye indirmeyi başardı. 2001'de Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) yüzde 88,6, Tüketici Fiyat Endeksi (
TÜFE) yüzde 68,5'e yükselirken, 2010 ile birlikte bu oranlar sırasıyla yüzde 7,6, ve 7,5'e kadar geriledi. Türkiye iki dönem arasında en büyük artışı ise şüphesiz ihracatta gösterdi. Ülke, 2001 yılını 31 milyon 334 bin dolarlık ihracatla kapatırken, 2010'da ise bu rakam 111 milyon 700 bin dolara kadar yükseldi.
İhracatçıların, Cumhuriyet'in 100. yıldönümü olan
2023 hedefi ise yurtdışına 500 milyar dolarlık mal satmak. Geçen 10 yılda Türkiye'de vatandaşların hayat standartlarında da önemli oranda değişimler yaşandı.
Otomobil üretimi ve satışından
havayolu ulaşımına, cep telefonundan otoyollara, konut üretimine kadar her alanda sıçrama yaşandı.
2001 krizi döneminde Türk
Sanayicileri ve İşadamları Derneği (
TÜSİAD) başkanlığını yürüten
Tuncay Özilhan, tek parti iktidarıyla sağlanan istikrarın, krizden çıkışı hızlandırdığı görüşünde. Krizin 10. yılını değerlendiren Özilhan, Türkiye'nin 2001'de denizin bittiği bir noktaya geldiğine dikkat çekiyor. Kriz sonrası uygulanan reformlar ve
siyasi istikrar sayesinde Türkiye'nin önemli mesafe kat ettiğini ifade eden Özilhan, "Önemli kararlar alınıp uygulandı. Köklü reformlara gidildi. Ülkeye belli bir
ekonomik yapı ile kimlik oturtuldu. AK Parti'nin iktidara gelmesiyle ülkemiz istikrarı gördü. Koalisyonların olmadığı, bir politik alanın devamlı olduğu bir döneme
tanık oldu." değerlendirmesini yapıyor. Özilhan, dünyayı kavuran 2008 krizini Türkiye'nin çok az bir yarayla atlattığını kaydederken, bunda '2001'de alınan kararların, yapılan uygulamaların ve reformların payına' dikkat çekiyor.
Ankara Sanayi Odası Başkanı
Nurettin Özdebir de, Türkiye'nin 2001 krizinden gerekli dersleri çıkardığını düşünüyor. Alınan
tedbirlerin meyvesinin 2008 krizinde alındığına işaret eden Özdebir, "Dünya çökerken Türkiye büyüdü. Gelişen piyasalar içerisinde bir
yıldız olarak parladı. Dünya sıralamasında 26'ncılıktan 16'ncılığa yükseldi." diyor.
Merkez Bankası, ülkeyi bile bile
duvara toslattı
-Türkiye ekonomisinde büyük
hasarlara yol açan
Şubat 2001 krizini değerlendiren dönemin SPK Başkanı
Doğan Cansızlar, krizin sebebini 90'lı yıllardan kalan enerji birikimine bağlıyor. Cansızlar'a göre,
siyasetçilerde hakim olan "Kim ne veriyorsa 5 fazlasını veririz." anlayışı
kamu bankaları üzerinde ağır hasar oluşturdu. 2000 yılı sonunda IMF anlaşması sonrasında faizler,
Merkez Bankası'nın yanlış uygulamaları sebebiyle yükseldi. 2000 yılı sonunda kamu bankalarının fonlama ihtiyacı yüksekti. Merkez Bankası, kamu bankalarının ihtiyacı olan yeterli nakdi vermeyerek krizi tetikledi. Cansızlar, 1999'da yapılan IMF anlaşması sebebiyle piyasaya verilecek paranın sınırlandırıldığına işaret ediyor: "Ancak bankalara ve dolayısıyla piyasaya verilecek likiditenin limitinin günlük olarak uygulanacağı yazılı değildi. Merkez Bankası başkanı normalde üç aylık bu süreyi günlük bazda dikkate aldı. Gerekçe olarak da IMF'nin izin vermediğini söyledi.
Ziraat Bankası ve
Halk Bankası Hazine'de yapılan toplantılarda Merkez Bankası'ndan borç talep etti. Ancak olumsuz
cevap alınca gecelik faizler yüzde 7 bin 500'e kadar çıktı."
Kamu bankalarına talep edilen likiditenin verilmesi halinde krizin az bir hasarla atlatılacağını vurgulayan Cansızlar, Merkez Bankası'nın uygulamasını, "Bile bile karşılarında duvar olduğu halde
fren yerine gaza basıldı." sözleriyle özetliyor.
19 Şubat'ta patlak veren kriz gecesi yapılan toplantılarda IMF ile stand-by anlaşmasında temmuz ayında bant sistemine geçileceğinin yer aldığını belirten Cansızlar, başlangıçta, "Biz bunu öne çekelim. Yüzde 20 devalüasyon ile kurun bant içerisinde kalmasını sağlarız ve krizi hafif atlatırız." görüşünün ağırlık kazandığını söylüyor. 19-20 Şubat gecesinde yapılan toplantılarda serbest dalgalı
kura geçişle ilgili Hazine, Merkez Bankası ve IMF'nin daha önce
hazırlık yapmış olduğunun anlaşıldığını dile getiren Cansızlar, "Ben karşı olduğumu söyledim. Sebebi olarak da kur rejiminin ikiye katlanacağını gösterdim. Ancak Merkez Bankası başkanı, dalgalı kura geçişle ilgili olarak IMF'nin talebi olduğu ve aksi takdirde anlaşmanın feshedileceği korkusu taşıyordu. Hatta Merkez Bankası Başkanı, Baş
bakan'ın onaylaması için dalgalı kura geçiş metnini cebinde getirmiş." diyor. Dönemin SPK Başkanı Cansızlar, 19 ve 20 Şubat'ta yapılan toplantıların hararetli geçtiğini, bir gecede 4,5 milyar dolarlık
operasyon yapıldığını ifade ediyor. Toplantıda
Başbakan Ecevit'in serbest dalgalı kura geçeceğini söyledikten sonra Merkez Bankası Başkanı'na "Bankaya TL yatırıp döviz bekleyen talep var mı?" sorusunun yöneltildiğini aktaran Cansızlar, yaşananları şöyle anlatıyor: "Bu soru yöneltildiğinde saat gece 12.00 idi. 'Kaç para var?' denildiğinde 4,5 milyar dolar talep var cevabı alındı. 'Bununla ilgili TL karşılığının Merkez Bankası'na yatırılıp yatırılmadığı soruldu, Sayın
Gazi Erçel, sadece talep olduğunu söyledi. Normalde bu tarz günlük işlemin
saat kaçta sona erdiği sorusuna da '16.30-17.30' cevabı alındı ve Erçel'e 'Zaman geçti. Bu parayı ödemeyin' denildi. Ancak Erçel, Merkez Bankası'nın güvenilirliğinin zedeleneceği düşüncesiyle talebin yerine getirilmesi gerektiğine dikkat çekti. Başbakan Ecevit de bu talebin yerine getirilmemesi talimatını vermesine rağmen bir ay sonra gazetelerden 4,5 milyar dolarlık talebin (2,6 katrilyon lira) karşılandığını öğrendik. Bu para bankalara dağıtılmış." Bununla ilgili olarak o dönemde
soruşturma başlatılmıştı, ancak açılan
dava sonuçsuz kaldı.
Doğan Cansızlar, krizde alınan sert tedbirler sebebiyle bankaların görev zararlarının temizlenmesi başta olmak üzere o dönemde önemli kararlar alındığını vurguluyor: "Bugün bankacılıkta sıkıntı yok ise bu dönemde alınan tedbirler sayesindedir.
Bankacılık kesiminin içi temizlenmese idi şu son krizde Türkiye'nin ne hale düşeceğini düşünmek bile istemezdim. O gün alınan tedbirler sayesinde Türk bankacılık sistemi bugün ayakta kaldı."
Merkez, Halkbank'a para vermeyince kriz patladı
-19 Şubat'taki krizin ardından davet edilen Kemal Derviş görevinden
istifa ettikten sonra ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı koltuğuna
Masum Türker oturmuştu. O dönemin perde arkasındaki gelişmeleri Zaman'a anlatan Türker,
Kasım 2000 krizinden sonra DSP bünyesinde Ekonomi İzleme Komitesi oluşturulduğunu belirtiyor. Başbakan'a iki hafta bir
rapor veren
komisyon şubatta, Haziran 2001'de değişecek sabit kurun 2. aşamasının öne alınmasını önermiş. Tartışmanın yaşandığı MGK'dan bir hafta önce, Başbakan
Bülent Ecevit ve
Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin, Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ve Hazine Müsteşarı
Selçuk Demiralp'in bulunduğu toplantıda bu talep iletilmiş. Türkiye'de bulunan IMF 1. Başkan Yardımcısı Stanley Fischer'in görüşünün sorulduğunu ifade eden Türker, Fischer'in kurla oynanmamasını istediğini söylüyor. Türker, 19 Şubat'ta Halkbank'ın günlük ödeme için ihtiyacı olan parayı Merkez Bankası'ndan talep ettiğini, fakat reddedildiğini belirtiyor. Halkbank'ın günlük yüzde 7 bin 500 faizle para bulmasının
piyasaları altüst ettiğini vurgulayan Türker, "Bastırılmış dolar belli kesimlerce toplanmaya başladı. Kriz de başlamış oldu.
Anayasa'nın fırlatılması süreci devam ettirdi. Yaşananların ardından Fischer, Merkez Bankası'na döviz kurunun yükseltilmesini önerdi. O günkü toplantıda liderler Erçel ve Demiralp'e 'Biz bu öneriyi 2-3 gün önce getirdik, kabul etmediniz, ortada çelişki yok mu?' deyince Erçel ve Demiralp istifa kararı aldı. Uluslararası piyasalara karşı Merkez Bankası başkanının olmamasının sakınca oluşturacağı görüşü ortaya çıkınca Fischer Ecevit'e Derviş'i
tavsiye etti." diyor. Türker, Derviş'in, Kasım 2000 krizinden sonra parti liderlerine tavsiye mektubu yazdığını, Ecevit'in önerilen Derviş ismini bu mektuptan hatırladığını kaydediyor. Türker, Derviş'in
bakanlık sürecini şöyle anlatıyor: "Derviş uçağa binip geldiği süreçte medya kendisini Hazine bakanı olarak pompalıyordu. Önde gelen işadamlarından bir arkadaşı Derviş'i
İstanbul'da uçağın kapısında karşılayıp 'Kemal açık etme sen bakan olacaksın.' dedi. Derviş ABD'den uçağa Merkez Bankası başkanı olarak bindi, indiğinde bakan oldu." Kriz süreciyle ilgili ilginç anekdotlara da değinen Türker, varlık sahibi olduğu halde Demirbank'a haksız yere el konulduğunu ifade ediyor. Ayrıca Fischer'ın 1 milyar dolarlık tank
tamir anlaşmasının iptal edilmesinin ardından ihalenin yenilenmesi için
İsrail lehine
baskı yaptığını kaydediyor.
Krizin ardından Türkiye büyük bir sıçrama yaşadı
-Krizler, bazı kişi ve kurumları tarihin derinliklerine gönderirken, bunların yerini yeni aktörler alır. Kriz döneminde İstanbul Tekstil ve Hammadde İhracatçıları Birliği (İTHİB) başkanı olan
Oğuz Satıcı, 2001'in
Türkiye İhracatçılar Meclisi başkanı olarak kendisini ve Türkiye
Odalar ve
Borsalar Birliği (
TOBB) Başkanı
Rifat Hisarcıklıoğlu'nu ön plana çıkardığını vurguluyor. Eski TİM Başkanı Satıcı, kendisinin İTHİB başkanı olarak TİM'e çıkmasının zor olacağını, Hisarcıklıoğlu'nun ise önünde Fuat Miras gibi bir kişinin bulunduğunu ifade ediyor. Satıcı'ya göre, 2001 krizi 1999'da ilk sinyallerini verdi. Ancak siyasetçiler olayları manipüle ederek tedbir almadı. Türkiye'nin ekonomisi ve siyaseti sürekli manipüle edilerek idare edilmeye çalışıldı. Ayrıca Türkiye'yi yöneten 'ortak
akıl' da bir krizin çıkmasını istiyordu. Satıcı'ya göre, krizin ardından ekonomiyi yönetmek için Derviş'in getirilmesi yerinde bir karardı. Satıcı, Derviş'in bugünkü gelinen ana zeminin oluşmasında etkili bir isim olduğuna işaret ediyor: "Dünyanın tanıdığı bir insandı, bir düşünce adamıydı. Ne zaman ki birileri siyasetin parçası haline getirdi, ondan faydalanmanın yolunu kapattı. Şayet siyasete dahil edilmemiş olsa idi ülke ondan daha fazla faydalanabilirdi. Siyaset onun vizyonunu kapattı." Satıcı, krizin ardından Türkiye'nin büyük bir sıçrama yaşadığına dikkat çekiyor. Ülke, 200 milyar dolarlık gayri safi milli hasıladan 849 milyar dolara ulaştı. Ayrıca o dönemde onlarca şirket batarken, 10 binlercesi kuruldu. Kriz, şirketlerin dünyaya bakışını değiştirdi ve yeni dünyada yer bulmak için kendilerinde bir güç buldu. Satıcı'ya göre, Türkiye'de bir akıl dışılık olmadığı müddetçe yeni bir ekonomik kriz yaşanmaz. İktidar da muhalefet de olayları manipüle etmeden ülkenin çıkarı için gayret göstermeli.
ZAMAN