Çok güvenilen, yıkılmaz
kale sanılan uluslar ötesi
bankaların her gün biri devlet
kontrolüne geçiyor.
ABD,
İngiltere,
Almanya ve
Fransa gibi Batı dünyasını temsil eden
ülkeler,
krizle baş etme konusunda acz içinde kıvranıp duruyor. Eskiden neredeyse dünyalı bile saymadıkları Çin ise Batı"yla kıyaslanamayacak ölçüde rahat durumda. Hindistan'ın yıldızı yükseliyor.
Batı'da merkez bankaları hazine yetkilileri ve hükümetlerin krizi dindirmeye yönelik her hamlesi boşa çıktı. Herkes panik içinde. Süslü bir deyimle likidite krizi diye adlandırdıkları parasızlık, bankaların,
sigorta şirketlerinin belini büktü. Parasız kuruluşları fonlayan devletin kendisi likidite sıkıntısı çekmeye başladı. Peki, bu malî felâket niçin oldu?
ESAS SEBEB: FAİZ
Tarih boyunca en çok lanetlenen bir kavram iken her devirde insan ve
toplum hayatını en çok etkileyen bir unsur olmuştur,
faiz. Ama faize ilişkin en önemli gerçek, kapitalist liberal ekonominin temel taşı olduğu veya yapıldığıdır.
Dünyanın en başarılı yatırımcıları küresel
finans krizinin teşhisinde birleşiyor: Bugünkü kriz, ekonomideki son 25 yılın köpüklenmesinden (buble) doğmuştur. Köpüklenmeyi oluşturan ise,
modern finansın bel kemiği konumundaki doğurgan ve spekülatif faizdir.
Kıymetli evrak hukukundan yararlanan faizli enstrümanlar piyasalarda sınırsız defa dolanım imkânı bulur. Trilyonları bulan
bono piyasaları, ekonomideki her faiz değişikliğinde dalgalanır; yüz milyar dolarlar birkaç saat içinde bazılarınca kazanılır, bazılarınca kaybedilir.
Faiz, modern ekonomilerin âdeta hücrelerine kadar işlemiştir. Faizle alâkasız gibi görünen finansal işlemlerin hepsi dolaylı olarak faize bağlıdır. Meselâ, vadeli kontratlarda spot
fiyat ile vadeli fiyat arasındaki farkı
tayin eden faizden başka bir şey değildir. Faizin sadece bir puan yükselmesi, bir devletin borç stokunu durup dururken, yukarılara çeker, bir puan inmesi ise alacaklıyı zarara uğratır.
Özetle, faiz sunî işlemler oluşturarak ve doğası gereği her bulaştığı muameleyi spekülasyona çevirerek finans hayatını kimileri için saadet, kimileri içinse felâket kapısı haline getirir. Böyle bir
sistemin kriz üretmesine neden şaşılır ki?
AMACINDAN SAPAN FİNANS KURUMLARI
Küresel ekonomik krizin bir diğer önemli sebebi, amacından sapan finans kurumlarıdır.
Bankaların ve diğer finans kurumlarının asıl gayesi, iş hayatının ihtiyaçlarını karşılamaktır. Faaliyetlerini iş hayatının ihtiyaçlarıyla sınırlayan finans, normal fonksiyonunu icra eder. Basit bir örnek verelim.
100 bin dolarlık bir
sipariş alan ihracat şirketi hiç öz kaynak kullanmasa dahi toplam maliyetini karşılayacak kadar, söz gelimi 90 bin dolar
kredi kullanırsa bu borcu faizi ile birlikte yaptığı dış satımın bedeli ile geri ödeyebilir. Bu olayda kreditör banka şirketin öz sermeye noksanını telafi etmiş, karşılığında şirket kârının bir bölümünü faiz olarak kendi hesabına kaydetmiştir.
Ancak, maalesef finans âlemi insani hırsın en zor kontrol edilebildiği faaliyetlerdir. Nitekim, banka ve finans sistemi bu
doğal çalışma alanının bilhassa 1980'lerden bu yana dışına çıkarak bir görev ve fonksiyon tecavüzü içerisine girmiştir. Finansal kuruluşlar ile hissedarları ve finans yöneticileri, finansı reel sektörün yardımcısı olmaktan çıkarıp sadece kendisi için yaşayan, kendi kendini besleyen büyüten bir canavar mekanizma haline getirdiler.
Global bankaların medyaya yansıyan sorunlarına baktığımızda, dünyadaki
pazar paylarını artırmak,
birleşme ve satın almalar yoluyla küresel konumlarını güçlendirmek gibi şeyler görüyoruz.
Bunların hiçbirinin bankaların yasalarda yer alan kuruluş amacıyla, gerçek misyonlarıyla uzaktan yakından alâkası yoktur. Özellikle, ABD'de bankaların hiç de toplumsal ve kamusal olmayan bu tür çalışmaları ekonomi hayatının en popüler ve yaygın faaliyetleri arasındadır.
Kağıt üzerinde, nihaî hedefi tüccar ve sanayiciyi kalkındırmak olan bankaların bu işi ikinci plana attıkları ve kâr sevdasına kapıldıkları açıkça ortada.
KÜRESEL KRİZ DEĞİL KÜRESEL ÜÇKAĞITÇILIK
Tüm bu anlatılanlardan sonra, olup bitenin önemli bir kısmına küresel kriz değil de "küresel üçkâğıtçılık" demek daha doğru olur. Açıkça ifade etmek gerekirse, global finans krizinin en başından itibaren sahtekârlık vardı. Kâr üzerinden
prim alan CEO'lar işsiz güçsüz, parasız on binlerce insana mortgage kredisi vererek primlere kondular. Aslında, ahlâkî zaaf gösterenler arasında, hiçbir işi, geliri ve bir kenarda birikmiş parası olmadığı halde, kocaman rakamlı kredi mukavelelerine
imza atan sözde müşterileri de saymak gerekir.
Bugünden geriye doğru bakınca anlıyoruz ki, Temmuz 2007'de patlak verdiği sanılan mortgage krizi, aslında daha önce başlamış, ancak muhasebe oyunlarıyla tam iki yıl kamuoyu ve basından gizlenmişti.
Daha da vahimi, rezalet
denetleme şirketlerinin raporlarına yansımadı. Güya bunların görev ve fonksiyonu, yatırımcıyla borçlanan kurumlar arasında sağlam bir
köprü kurmaktı. Denetleme firmaları meselâ Türkiye'nin kredibilitesini değerlendirirken, eskiden beri müthiş bir titizlik gösterir ve borca sadakat bakımından eşsiz bir ülke olmamıza rağmen bizi daima riskli ülkeler kategorisinde gösterir. Tuhaftır ki, aynı keskin denetleyiciler banka portföylerinden taşan batak mortgage işlemlerini bir türlü tespit edememiş!
Artık, bu firmalara ve verdikleri notlara inanmak, güvenmek, onları ciddiye almak mümkün mü? Bizdeki popüler bir
tekerlemeyle, et de kokmuş, tuz da.
Rezalet devletin bu işle ilgili ajanı olan (bizdeki SPK benzeri) SEC'ten de gizlenebildi. Bu arada finans piyasalarının temel yasası ve bir ahlâkî zorunluluk olan şeffaflık nosyonu yerlerde süründü. Sisteme güvenen binlerce birey ve merkez bankaları dahil, dünyanın dört bir yanındaki büyük finans kuruluşları alenen, planlı şekilde ve sürekli olarak aldatıldı. Paraları ellerinden ve kasalarından hiç acımadan
gasp edilerek alındı.
Daha bunun gibi binlerce yalan sözler, uçurulan balonlar, kandırıcı beyanatlar, tutmak değil, tutmamak için verilen vaatler hâlâ devam ederken, dünyanın 100 büyük finansal kuruluşunun batak kredilerden dolayı uğradığı zarar 472 milyar dolan buldu. Bu rakamın çok daha büyüyeceği kesinleşmiş durumda.
Ama, asıl kötüsü, üçkağıtçılık global finansal sistemin ayrılmaz parçası haline geldi. Bu gidişle, finansta kriz hiç bitmez. Çünkü ahlâksızlığın bizzat kendisi bir krizdir ve etik dışı yollarla yürütülen her iş mutlaka kriz üretecektir.
CEO FİYASKOSU
Yaşadığımız küresel ekonomik krizde değinilmesi gereken bir diğer nokta, şu meşhur CEO'lar. Doğrusunu söylemek gerekirse, uluslararası çaptaki CEO (chief executive officer) uygulaması ABD'nin dünyaya
ihraç ettiği ayıplı bir maldır.
Nedenine gelince...
1980'li yıllardan sonra, işletmelerin başına getirilen CEO, şirkette âdeta tek kişilik bir sınıftır. Böyle bir mevki her yönüyle işletmecilik
kural ve prensiplerine aykırıdır. Meselâ, işletmede icraat ve kontrol faaliyetlerinin birbirinden bağımsız işlevler olduğu, dolayısıyla da farklı kimse veya departmanlar tarafından yürütülmesi gerektiği teoride ve tatbikatta herkes kabul eder.
Şirketin başına konan bir CEO, hem genel müdür hem de
yönetim kurulunun yetkilerini haiz olduğundan söz konusu ilke kendiliğinden rafa kalkar. Genel müdür sıfatıyla önce bir öneriyi hazırlayıp yönetim kurulunun onayına sunan CEO, aynı anda yönetim kurulu başkanının koltuğuna oturarak kendi önerisini değerlendirir ve tabii ki her defasında kabul eder.
Böyle bir ortamda, şirketin kötüye gidişi hakkında kimse ikaz yapmak ve işlerin düzelmesi teklifini getirmek cesaret ve arzusunu da gösteremez. Netice olarak, CEO, iki-üç başlı, dört ayaklı, beş elli tuhaf bir yaratık gibidir ve kendisini var eden ABD'li şirketlere uğursuzluk getirdiği gibi, tüm dünyaya zarar vermektedir.
KRİZDE NE YAPMALI NE YAPMAMALI
Krizde şirket yöneticilerinin sakınmaları gereken bir numaralı hata paniğe kapılmaktır.
Panik ve korku sağlıklı düşünmeyi engelleyerek yanlış kararlar alınmasına yol açar. Panik içindeki idareciler ya başlarını devekuşu gibi kuma gömerek önlem almada gecikirler ya da telaşla üzerine yeterince çalışılmamış önlemler alırlar. Sonuçta, her şey eskisinden daha beter hal alır ve korkulan başa gelir.
Kriz, dengelerin altüst olduğu bir durumdur. Piyasalarda arz-talep dengesi, talep aleyhine bozulur. Bunun üzerine bir de şirket sahip ve yöneticilerinin
psikolojik dengesi bozulursa krizin olumsuz etkilerine mani olmak imkânsızlaşır.
Tepe yönetimi sağlam bir psikolojiye büründükten sonra, aynı derecede önemli olmak üzere personelin moralini yüksek tutmalıdır. Toplantı aralan daha sıklaştırılmak ve katılımcı sayısı mümkün olduğunca fazla olmalıdır. Krize önlem olarak benimsenen ilke ve politikalar tüm personele çok iyi anlatılmalı, benimsetilmelidir. Hatta tedarikçiler ve müşterilerle de
samimi görüşmeler yapılarak, şirketin yeni politikalarından onlar da haberdar edilmeli ve muhtemel sürtüşmelerin önü alınmalıdır.
Ekonomik durumu bahane ederek, çekini senedini ödememek, borçlu şirkete hiçbir şey kazandırmaz ama mutlaka çok şey kaybettirir. Piyasada her şirketin yıllar içinde oluşan bir sicili vardır. Sicilinde ahlâkî zaaf yazan bir firmanın bunu telafi etmesi çok uzun yıllar alır, belki de bu hiç mümkün olmaz. Piyasalar bir zincir gibidir ve şirketler bu zincirin halkalarıdır. Vadesinde ödenmeyen bir borç, domino etkisiyle başka borçların da ödenmemesine yol açar.
Sabit gelirli
işçi, memur durgunluktan en fazla etkilenen diğer gruplardan biridir. Bunların geliri
maaş ve ücretlerinden oluşur, yani tek
kalemdir, giderleri ise çeşitlidir.
Ülkemizde tek maaşın girdiği 5�6 kişilik haneler çok yaygındır. Çekirdek
aile henüz Batı'daki kadar yaygın değildir. Geniş aile, kriz ortamında mali bakımdan bir avantajdır. Hane giderlerinin kontrol altına alınması için gider kalemlerinin teker teker listelenmesi ve her kalem için yapılan harcamaların kaydedilmesi çok geçerli bir yöntemdir.
Böylece, lüzumlu olan ve olmayan harcamalar kolayca tespit edilir ve gelirin gider kalemleri arasında dağılımı daha sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilir. Böyle bir liste yapan aile reisi veya ebeveynler, farkında olmadıkları bazı giderleri hiç gerekmediği halde yaptıklarını hayretle tespit ederler.
Hane halkı ve bireyler cephesinde de
işbirliği ve moral en önemli unsurdur. Kriz esnasında aile içi bağlar her zamankinden daha güçlü hale getirilmeli, akraba, komşu ve yakın dostlar ziyaret edilmelidir. Bununla birlikte, harcamaların kısılmasına ve tasarruf edilmesine tüm aile üyeleri katılmalıdır.
SAMİ USLU / Zafer Dergisi