Vardan, formülü 'istikrar ortamında, istihdam sunan, inovasyon odaklı imalatı öncel
emek' olarak açıkladı.
MÜSİAD 2011
Ekonomi Raporu, Başkan Ömer
Cihad Vardan, yardımcıları Nail Olpak, Murat Kalsın ve Ali Reis Topçu'nun katıldığı bir
basın toplantısı ile kamuoyuna tanıtıldı.
Toplantıda ilk olarak
ülke ekonomisini değerlendiren Vardan, "2010'da
referandum gibi bir imtihanı başarı ile geçtik. Bunun yanında kesintisiz demokrasinin
büyüme getireceğini iddia etmiştik. Bu iddiamızın yerinde olduğu
rekor oranlardan, rakamlardan da görüldü." ifadelerini kullandı.
1980'leri kıpırdanma, 1990'ları kaybedilen, 2000'leri de istikrar seneleri olarak değerlendiren Vardan, şöyle devam etti:
"
Türkiye 2001-2010 döneminde kabuğunu kırdı, makro
ekonomik istikrarı esas aldı. Geçen sene ekonomi yönetiminin aldığı önlemlerin ne denli isabetli olduğunu kanıtladı. Türkiye dünyadan olumlu ayrıştı, çalkantılı bir dünyada sakin ve güvenilir
liman konumunu elde etti. Şoklara karşı mukavemeti olduğunu, ekonomik bunalımlara dayanıklı olduğunu ortaya koydu.
Gelinen aşamada 2011-
2023 bir hamle dönemi olmalıdır. Bu minvalde zincirleri kıracak yeni fikirlere açık olunmalıdır.
Raporumzun
kapak konusu olan Stratejik Dönüşüm kavramı,
rekabetçi ekonomi için derin katmanlara sirayet edecek yeni bir reform dalgasının önemine işaret etmektedir. Öte yandan yeni bir anayasa yapılmasını v
e devletin tavandan tabana kadar yenilenmesi gerektiğini vurgulamaktadır."
2001'den bu yana ekonomide istikrarı ikame etme ve tamirat
modelinin esas alındığını aktaran Cihad Vardan, şunları ifade etti:
"Bugün Türkiye'nin ekonomideki öncelikli ödevi,
fiyat ve finansal istikrarın ötesindedir. Öncelik
üretim, istihdam ve rekabet odaklı değişimdedir. Yani Türkiye, para ekonomisinden reel ekonomi önceliklerine kaymalıdır. Biz o sebeple,
yeni dönemin 4-i formülü içermesi gerektiğini, bir başka ifadeyle, 'istikrar ortamında, istihdam sunan, inovasyon odaklı imalatı önceleyen bir dönem' olması gerektiğine kanaat getiriyoruz. Bu seçimler döneminde memnuniyetle müşahede ettik ki, Türkiye'nin ortak kabul gören ve artık bir milli mutabakat haline gelen 2023 ekonomi hedefleri vardır. Bunda Türkiye'yi umutsuz bir bunalım ve
kaos ortamından alıp bu kıvama getiren sürece katkı yapanların payı vardır.
Bununla birlikte, 2023'te
milli gelir hedefi olan 25 bin dolara varmak için, Türkiye'yi 3 bin dolar bandından 10 bin dolar bandına taşıyan mimarinin kafi gelmeyeceğini ve ek hamleler yapılması gerektiğini de kabul etmeliyiz. Bunun birkaç sebebi vardır. İlk olarak, Türkiye'nin iktisadi yapı taşları ya da yapısallarının bu hedefle uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. Bundan dolayı yeni model, tamirattan çok edinilen tecrübelerle yeni bir modelin oluşturulmasına dair bir hamle anlayışına dayanmalıdır. İkinci olarak da, 2023 hedeflerinin anayasal çerçevesi, devlet yapısı, eğitim alt yapısı,
müfredat içeriği, ulusal tasarruf kaynaklarının fazlalığı, sanayinin
teşvik kalitesi, emek piyasası yapısı gibi önemli bileşenleri yeni dönem hedefleriyle uyumlu hale getirilmelidir. Üçüncü olarak Türkiye ekonomisi, 2002'den beri uygun varlık fiyatları, rekabetçi reel ücretler ve gerileyen
kredi maliyetleri gibi büyümeye katkıda bulunan avantajları yeterince kullanmıştır. Bu meyanda, 2002-2011 döneminde, ekonomide istikrarın temini ve geleneksel sektörlerden gelen büyüme katkısı bir anlamda sistemi iten (push) unsurlar olmuştur. Ancak, bu düşük katma değerli ve düşük-orta teknolojili geleneksel sektörlere dayalı üretim anlayışının bundan böyle beklenen hamleye bir katkı yapması mümkün değildir. Aksine, artık Türkiye'nin potansiyel büyüme seviyesini yukarılara taşımak üzere itici değil, "
çekici" (pull) çıpalara ihtiyacı vardır. "
Türkiye'nin orta gelir kapanı ile karşı karşıya kaldığına işaret eden MÜSİAD Başkanı Vardan, sözlerini şöyle tamamladı:
"İşte, Türkiye'nin bir orta gelir kapanına sıkışarak artan oranlarda açık bir piyasa haline gelmesinin önüne geçmek amacıyla dünyaya nasıl daha süratli ve etkin entegre olacağımız üzerinde kafa yorulmalıdır. Türkiye'deki üretim yapısına bakıldığında, en büyük sektörler haline gelen alanlarda, yüzde 80'lere varan oranlarda bir
ithal girdi bağımlılığının söz konusu olduğu görülmektedir. Bu modelde katma değerli, kalifiye ara mallar, Avrupa'dan, ölçek ekonomisi gerektiren düşük maliyetli girdiler ise büyük oranda Asya'dan temin edilirken, sadece orta teknolojili yüzde 20'lere varan bir kısım girdiler, iç piyasadan temin edilebilmektedir. Bundan dolayı, Türkiye'nin bu konumdan çıkarak, daha kalifiye toplam faktör verimliliğine dayalı rekabetçi bir büyüme modeline geçme süreci süratlendirilmeli ve derinleştirilmelidir. O halde temel amaç, daha çok kaynak girdisine dayanan ve nicel olan büyümeyi artık nitel bir hale getirmek olmalıdır.
Bu meyanda, Türkiye, gerekli rasyonel
destek-teşvik-yönlendirme mekanizmalarının yanı sıra, bir o kadar önemli olan
kontrol-denetim-
disiplin unsurlarını etkinlikle hayata geçirerek, kritik girdileri içeride üretebilmenin bütün yollarını sonuna kadar aralamalıdır. Bilindiği gibi, dünyada
nano-mühendislik ve
bilişim alanlarında hakim olan ülkeler, 1990'lara damgasını vurmuştur. 2000'lerde ise, sağlık teknolojilerine, enerji sektörüne, elektrikli araçların geliştirilmesine ve
gıda-emtia güvenliğine yönelik faaliyetler yapan ülkeler öne geçmiştir. Türkiye ise tahribat ve tamiratla geçen bu 20 senelik dönemde fırsat bulup da bu alanlarda hamle yapamamıştır. Oysa bilişim,
elektronik ve yenilikçi ilaç ve tarım gibi lokomotif sektörlerde hala bu hamleleri yapma mecburiyeti devam etmektedir. "
(CİHAN)