Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren'in de katıldığı toplantıda konuşan özel ve kamu bankalarının tepe yöneticileri, Türk ekonomisinin avantajlarını ve dezavantajlarını ortaya koyarak çözüm önerilerinde bulundu.
Altı çizilen en önemli unsur, ekonomide son yıllarda yaşanan gelişmelerin
ülkeyi
krizlere karşı daha dirençli hale getirmesi oldu. Yabancı yatırımcıların
Türkiye'ye ağırlık verdiğinin altı çizilirken, özellikle
Körfez sermayesinin önemli bir yöneliş gösterdiği vurgulandı. Bunun son krizde de Türkiye için çıkış yolu olabileceği üzerinde duruldu.
Şekerbank Genel Müdürü Hasan Basri Göktan,
yabancı sermaye girişinin süreceğine olan inancını dile getirirken, "Körfez'den mali akış sağlanacak. Kesinlikle paniğe kapılmamalıyız. Kendisine yön arayan sermayeye güvenli bir
liman olduğumuzu göstermeliyiz." dedi.
Akbank Genel Müdür Yardımcısı
Hayri Çulhacı da, dünyada hâlâ 800 milyar dolara ulaşan fonların bulunduğunu hatırlattı ve ekledi: "Yeni alanlara yatırım yapabilecekleri görülüyor. Bu, Türkiye için önemli bir fırsat."
Batı'daki daralmaya karşı Türkiye Körfez'deki fonlara yönelmeli
ABD'de mortgage
sektöründe başlayan kriz dünya piyasalarında sarsıntıya yol açarken, dalgalanmanın Türkiye'ye etkisi tartışılıyor. Zaman'ın Sektör Buluşmaları'nda konuyu masaya yatıran
finans sektörü temsilcileri, Türkiye'nin son 5 yılda ekonomide gerçekleştirdiği reformlarla krizlere dayanıklı hale geldiğine dikkat çekti.
Bankacılar, Türkiye'nin, global krizde meydana gelecek likidite sıkışıklığını başta Körfez olmak üzere
Asya fonlarıyla aşabileceğini vurguladı.
Hasan Basri Göktan (Şekerbank Yönetim Kurulu Başkanı): Bu dalgalanmaların boyu son altı ayda giderek artmaya başladı. Bu büyük çalkantının dalga boylarının şiddeti değişmekle birlikte yılın sonuna kadar devam edeceğini düşünüyorum. Bunun ülkemizi nasıl etkileyeceğine gelince... 2002 yılından bu yana iktidarda olan hükümetimiz sayesinde mali piyasalarda bir güven ortamının tesis edildiğini, reform çalışmalarıyla birlikte ekonominin daha liberal bir format kazandığını ve bunun neticesinde daha önce ülkemize çok fazla ilgi göstermeyen yabancı yatırımcıların ciddi yatırımlar yaptığına şahit olduk. Bu olumlu faktörlerden ötürü ben, bu çalkantılı dönemde bile yabancı sermaye girişinin süreceğini, özellikle Körfez bölgesinden ciddi bir mali akış sağlanacağını düşünüyorum. İşte bu dönemde mikro ayarlamalara daha çok ağırlık vermemiz, piyasaların ilgisinin artmasını da beraberinde getirecektir. Bunun için de regülasyon uyumları ile hukukî usullerin basitliği ve pratikliğine çok önem vermemiz gerekiyor. Vergiler, giriş-çıkışlar ve istihdam bakımında serbestlik sağlanmalı ve oyunun kuralları dünyaya uygun hale getirilmelidir. Bu süreçte kesinlikle paniğe kapılmamamız gerekiyor. Dik durduğumuzu, sağlam olduğumuzu herkese ilan etmeliyiz. Kendisine yön arayan sermayeye güvenli bir liman olduğumuzu göstermemiz gerekiyor. Bunun için de ticarî serbestiye dayanan ve ölçümlenebilen parametrelere yani korkulara dayanmadan birtakım sınırlamaları ortadan kaldıracak cesur adımları atmamız gerekiyor.
Tayfun Bayazıt (Yapı Kredi Bankası CEO'su): Son bir hafta içerisinde yurtdışındaydım. Yabancı yatırımcılarla yaptığımız görüşmelerde herkes gelişmekte olan piyasaların hangisinin kırılganlıklarının daha fazla olduğunu konuştuk. Burada Türkiye gündeme geldiğinde cari açık ve borç dengesinin ilk göze batan hususlar olduğunu söyleyebilirim.
Cari açık için kısa vadede bir şey yapmak mümkün görünmüyor, dolayısıyla cari açığın finansmanında kalite önemli hale geliyor. Şimdi odaklanmamız gereken konu sermaye piyasalarının iyileştirilmesi ve genişletilmesidir. Bugün gelişmiş ülkelerdeki mali sektör
kredileri alıp bilânçolarında tutmuyor. Bundan dolayı sermaye ihtiyacı konusunda çaba içine girmiyor. Yaşanan bu son sıkışma, bütün piyasaların daralmasından kaynaklanıyor. Batılı bankalar, ellerinde bulunan sermayeleri iç piyasalarda değerlendirebildikleri için bu tür çalkantılardan çıkabiliyorlar. Bizim de sermaye piyasalarının gelişimine, hem bu açıdan hem de bankalarımızın sermaye kaynaklarını güçlendirmek açısından odaklanmamız gerekiyor. Burada ayrıca
kayıt dışı ile mücadelede çok büyük önem taşıdığına inandığım kredi kartlarıyla ilgili
düzenlemelere değinmek istiyorum. Son yıllarda çıkarılan çok sayıda düzenlemeyle sektördeki risklerin azaldığını söyleyebiliriz. Bu çok önemli mali enstrümanın yaygın kullanımıyla devletin elinin güçleneceğini düşünüyorum. Artık karar vericilerin, bu konuda daha farklı adımları atabileceğini düşünüyorum.
Hayri Çulhacı (Akbank Genel Müdür Yardımcısı): Dünyada 2006
Mayıs'ında başlayıp 2007 Ağustos'unda zirveye ulaşan bir dalgalanma var. Şu an 400 milyar dolarlık kayıptan söz ediliyor. Bu da ABD milli gelirinin yüzde 4'üne karşılık geliyor ki; oldukça yüksek bir oran. Bu çalkantının kaçınılmaz olarak Avrupa'ya da etkisi olacağı görülüyor. Bütün bu verileri topladığımız zaman görülüyor ki;
ABD ekonomisi ciddi bir durgunluk içindedir ve bu durum birçok ülkede kaygıyla karşılanmaktadır. Bizim ortağımız olan Citibank'ın görüşleri de bizimkilerden çok farklı olmasa gerek. Dünyada yaşananların ülkemizi nasıl etkileyeceğini öngörmeye çalışırsak, öncelikle artı ve eksilerimizi yan yana yazmamız gerekiyor. Birincisi dünyada hâlâ 800 milyar dolara ulaşan ölçeğe sahip milli fonlar var. Bunların önemli bir bölümü gelişmiş piyasalarda değerlendirilmiş olsa da hâlâ yeni alanlara yatırım yapabilecekleri görülüyor. Bu, Türkiye için de önemli bir fırsat. Son dalgalanmada piyasadan çıkan yabancı yatırımcıların yerini bu fonlar alabilir. İkincisi, Türk bankacılık sisteminin bu tür dalgalanmalara karşı dayanıklılığını artıran en önemli husus yüksek döviz tevdiat hesaplarıdır. Diğer bir pozitif örneği de piyasaların mali derinliğinin artmasıdır. 2001 krizind
e devlet kâğıtlarından çıkış yaklaşık net 3 milyar dolar olmuş ve bu çıkış,
faizlerin 70 puan artmasına yol açmıştı. 2006 Mayıs'ında ise toplam çıkan tutar 4 milyar dolar iken, faiz oranlarının yüzde 6 civarında arttığını görüyoruz. 2007 Ağustos'unda ise yine 3 milyar dolar çıkmış ve
faiz oranı sadece yüzde 1 artmış. Şimdi kasım ayında yaşanan dalgalanmaya bakıyoruz, yine 3 milyar dolar çıktı ve bu sefer faiz oranlarının hiç artmadığını görüyoruz. 2001 yılında piyasada 40 milyon dolarlık bir hareketlenmede kur baş aşağı veya yukarı doğru giderken bugün bunların yaşanmadığını görüyoruz. Riskler neler derseniz, ödemeler dengesindeki açıktan bahsedebiliriz. 2006'da 32 milyar dolar, 2007'de ise 37 milyar dolar olan cari açığın biz bu yıl 45 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmesini bekliyoruz. Evet, geçmiş yıllarda bu rahatlıkla karşılandı. Özellikle doğrudan yabancı sermaye yatırımları girişiyle bu açık kapatıldı. Bu yıl doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının iştahı azalacaktır. Geçen yıl yabancı piyasalardan yaklaşık 7 milyar dolarlık bir net borçlanmaya
imza atan bankacılık kesiminin bu yıl piyasaların içinde bulunduğu durum da göz önünde bulundurulduğunda aynı derece borçlanıp borçlanamayacağı
tartışma konusudur. Şirketlerin uluslararası piyasalardan aldıkları borç miktarı geçen yıl 7 milyar dolardı. Biz bu yıl bu rakamın da 12-15 milyar dolar arasında bir bantta yer almasını bekliyoruz. Bütün bunlara ilaveten çok ama çok önemli bir artımızın daha olduğunu düşünüyorum. O da Türkiye'nin geçirdiği değişimin hikâyesidir. Türkiye'nin
ekonomik olarak güçlü bir vaadi vardır. Bu, yabancı finansal çevreler tarafından saygıyla dinleniyor. Türkiye'nin düştüğü yerden kalkmakta gösterdiği başarısı ve geçirdiği değişim süreci herkesi etkiliyor. Son zamanlarda bazı
analizci raporlarında reform sürecinin yavaşladığına ilişkin bazı eleştirilere yer veriliyor. Ben bunlara mahal vermeyecek şekilde özellikle mülkiyet hakkını koruyacak, haksız
rekabeti önleyecek birtakım düzenlemelere hız verilmesinin şart olduğunu düşünüyorum.
Kamu bankalarının piyasa şartlarına riayet ederek, devletin imkânlarından faydalanarak rekabet ortamını bozmaması da bir diğer önemli unsurdur. Türkiye'de yerleşik bankaların yabancı bankalar karşısında haksız rekabete maruz kalmaması da çok önemlidir.
Cüneyt Sezgin (Garanti Bankası Yönetim Kurulu Üyesi): Ortağımız bu yıl ciddi sayılabilecek bir kâr açıkladı. Ama burada dikkat
çekici nokta, Amerikalı ortağımız GE'nin kârının önemli bir bölümünü
gelişmekte olan ülkelerde elde etmesiydi. Şu anda dünya ekonomisinin en önemli sorunu likidite. Bu sürecin ülkemizi nasıl etkileyeceği krizin takip edeceği seyre bağlı. Bu süreçte yumuşak bir geçiş yaşanırsa ülkemize yönelik fon girişinin sağlıklı şekilde devam edeceği görülüyor. Aksi halde küresel likiditede yaşanacak muhtemel bir daralmadan ülkemizin de etkilenmesi kaçınılmaz. Böyle olumsuz bir durumda ise Türkiye'de ekonomiyi tekrar canlandırabilmek için bir
olağanüstü hal yönetimine ihtiyaç duyulabilir. Türk bankacılık sektörünün öncelikli sorunlarından birisinin derinleşme olduğunu düşünüyorum. Ülkeye hâlâ tam olarak nüfuz edip, tüm kesimleri de içine alan bir bankacılığımız olduğunu ne yazık ki söyleyemiyoruz. Yine uzun vadeli kaynak sağlayarak sektörleri finanse etme konusunda ciddi sıkıntılarımız var. Bugün ortalama
mevduat süresinin 1,5 ay olduğu bir ortamda zaten bunu yapmanız çok zor. Yani aslında risk yönetiminin ruhuna aykırı bir tutum sergileyerek bankacılık yapmaya çalışıyoruz. Bugün finans zirvesi için toplandık; ama ben burada
sigorta şirketleri, varlık yönetimi şirketleri, ne bileyim değişik fonların da olmasını arzu ederdim. Finans sektörünün Batı'daki gelişimine bir göz attığımız
vakit orada finans sektörünün gelişmesinde bankacılık dışındaki sektörlerin çok önemli bir rol üstlendiğini görürüz. Burada bankacılar olarak sektörün daha ciddi gelişebilmesinin yollarını aramamız gerekiyor. Risk yönetimi ve denetimi son olaylarla daha da önem kazandı.
Bilal Karaman (Vakıfbank Genel Müdürü): Bankacılık sektöründe yaşanan değişimlerle sektörün yapısı son derece dirençli hale geldi. Türk bankalarının uluslararası rakipleriyle eşit şartlarda mücadele edebilmesinin zemininin oluşturulması gerektiğine inanıyorum. Mesela aracılık maliyetlerinden, yurtiçinde döviz kredisi kullandıramamaktan kaynaklanan bir dizi sorunun çözülebilmesi için adımlar atılmasını bekliyoruz. IMF ve AB çıpasının devam ediyor olması bizi geleceğe daha ümitle bakma noktasında cesaretlendiriyor. Yine denetleyici otoritenin kararlı duruşu ve yapısal reformların sürdürülmesinin de son dalgalanmadan en az zararla çıkmamızda büyük katkısı olacağı düşüncesindeyim.
Ünsal Sözbir (Bank Asya Genel Müdür Yardımcısı): Gün geçmiyor ki birkaç tane yatırım bankası veya devlet fonu kapımızı çalmasın. Bu da yaşanan bu büyük çalkantı ortamında bile uluslararası yatırımcıların Türkiye'ye olan ilgisinin sürdüğünü, hatta bu süreci fırsat olarak bile gördüğünü gözler önüne seriyor. Birileri bir fırsat olarak görüyorsa bizim de öyle görmemiz gerektiği kanaatindeyim. Hatta bu tür çalkantı dönemlerinde sadece ekonomik verilerin değil, algının da yatırımların yönetilmesinde ne kadar etkili olduğunu çok daha iyi anlayabiliyoruz. Mesela Kazakistan'ı ele alalım. Dünyanın en önemli
doğal kaynaklarına sahip olan bu varlıklı ülke, ortada hiçbir ekonomik sorun bulunmamasına karşın libor'un çok üzerinde borçlanırken, Türkiye gibi kaynaklar açısından kısıtlı imkânlara sahip bir ülkenin daha uygun şartlarda borçlanabilmesi gerçekten ilginçtir. Buradan çıkarak, son günlerde özellikle
katılım bankalarının yüz yüze kaldıkları ciddi bir problemi gündeme getirmek istiyorum. Beş sene önce çıkartılan iflas düzenlemeleri bugün ciddi bir suistimal noktası haline gelmiştir. Bu konuda acil bir düzenleme yapılmasının şart olduğunu düşünüyorum.
Krizde, gelişmekte olan piyasalar içinde en avantajlısı Türkiye Merkez Bankası
İbrahim Turan (Merkez Bankası Para Politikası Kurulu Üyesi): Merkez Bankası'nın öncelikli amacı
fiyat istikrarını sağlamak ve kalıcı kılmaktır. Bu amaçla çelişmemek kaydıyla Türkiye'nin ekonomi politikalarını da destekler. Müsaade ederseniz, kısaca Merkez Bankası olarak gelişmekte olan bu finansal dalgalanmayı nasıl değerlendirdiğimizle ilgili birkaç cümle sarf etmek isterim. Öncelikle tespit etmemiz gereken bir şey var ki; mortgage piyasasından başlayan, daha sonra genel bir likidite sıkıntısına dönüşen, buradan kredi piyasalarını olumsuz etkileyen ve temelde de asimetrik bilgi probleminden kaynaklandığı anlaşılan bu sıkıntılar tüm dünyada hem risk dalgasını artıracak hem de risk iştahını azaltacaktır. Dolayısıyla iki yönden birden işleyen bu mekanizma neticesinde yatırımcıların Türkiye gibi ülkelerde beklenen getiri taleplerinin artacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla bu düzeltmenin bir kısmı Türkiye varlıklarının fiyatları üzerinden gerçekleşecek, bir kısmı da Türkiye'ye yeni dönemde gelmesi beklenen sermaye üzerinden gerçekleşecek dersek hata etmiş olmayız. 'Peki bunun ne gibi etkileri olacak?' diye soracak olursak, iki kanaldan bahsetmek mümkün. Birincisi portföy kanalı olacak ve burada risk priminin artması, kurlar üzerinden 'geçiş etkisi' adı verilen etki üzerinden özellikle de Merkez Bankası'nın öncelikli ilgi alanı içerisindeki enflasyon üzerinde olumsuz etkileri olabilir. Ama bunun büyüklüğü ve kalıcılığı, dalgalanmanın sonuçlarına göre belirlenecektir. İkinci kanalda ihracatın katkısı azalacak. Sonra kredi eğiliminde geçmiş döneme göre sıkıntılar söz konusu olabilecek. Bu ise
tüketim ve yatırım talebi üzerinde etkili olacak. Peki Merkez Bankası olarak biz hangi durumdayız? 2006 Mayıs, Haziran aylarında yaşanan küresel dalgalanmanın sonucunda Merkez Bankası beklentilerdeki bozulmayı önleme amacıyla ciddi bir parasal sıkılaştırmaya gitti. Bir şeyi tespit etmemiz önemli. Belki de gelişmekte olan ülkeler arasında durumu görece olarak en avantajlı durumda olan Türkiye Merkez Bankası'dır dersek yanlış olmaz. Çünkü 2007 yılı Haziran'ından bugüne şöyle kısa dönem karşılaştırmalı analiz yapacak olursak o dönemden beri Türkiye'nin mukayese edilebilir ülkeler grubu içerisinde (
Polonya,
Ukrayna,
Romanya,
Rusya gibi ülkelerde enflasyon yükselme eğilimi gösteriyor.) enflasyonun istenilen seviyede olmasa da düşme eğilimi içerisinde olduğunu tespit etmemiz gerekir. Türkiye'deki enflasyon ortalaması ile bu ülkelerdeki enflasyon ortalamasını karşılaştırdığımız zaman Türkiye'nin yine avantajlı duruma geçtiğini görüyoruz. Faiz politikasına baktığımız zaman Haziran 2007 itibarıyla bu ülkeler ile Türkiye arasındaki faiz farkı 10 puan iken, geldiğimiz noktada 7,775 puan civarında. Buradan çıkaracağımız sonuç ise şu: Önümüzdeki dönemde birçok ülke birbiri ile çelişir gibi duran iki farklı
tercih arasında kalacak. Birincisi yükselmekte olan enflasyonun eğiliminin onları yönelteceği
para politikası ve maliye politikası gelişmeleri. İkincisi ise toplam talep gelişmelerinin onlara önereceği para politikası ve maliye politikası gelişmeleri. Merkez Bankası önümüzdeki dönemde de ekonomik verilerle ilgili orta vadeli ve uzun vadeli verilerin bize verdiği yönde fiyat istikrarını sağlama ve enflasyon istikrarı garanti etme yönünde elimizdeki araçları etkin bir şekilde kullanmaya devam edecektir.
ZAMAN