Yabancı payı yeniden düşünülmeli

BDDK Başkanı Tevfik Bilgin, yabancıların Türkiye’de banka alması tartışmalarına yeni bir boyut kazandırdı.

Yabancı payı yeniden düşünülmeli

BDDK Başkanı Tevfik Bilgin ZAMAN gazetesine verdiği röportajda son ekonomik gelişmeleri değerlendirdi. Faizlerin kısa zamanda düşmeyeceği uyarısı yapan Bilgin, bankaların yabancılara satılmasını tartışmaya açtı. İşte Bilgin'in Zaman Gazetesindeki röportajının detayları... Mayıs ve haziranda piyasalarda yaşanan dalgalanmada en çok tartışılan konuların başında bankalar geldi. Korkulan olmadı. Önceki krizlerin çıkış noktası olarak gösterilen bankalar için hareketli günler test niteliğinde oldu. Bankalardan hiçbiri zor duruma düşmedi. Özvarlıklarda bir miktar erime olsa da kâr artışı sürdü. Finans kuruluşlarının mini krizden bir anlamda güçlenerek çıkması, yabancıların Türkiye’ye dönük ilgisinin devam edeceği tezini güçlendiriyor. Sektörde yüzde 17,5’lik paya ulaşan küresel sermayenin ekonomiyi nasıl etkileyeceği tartışılırken, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkanı Tevfik Bilgin, bu konuda önemli bir çıkış yaptı. Zaman’a konuşan Bilgin, bankacılıkta yabancı payı için yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğunu belirterek, ‘beyin fırtınası yapalım’ çağrısında bulundu. Bilgin, taksitli satışlardan konut kredilerine kadar pek çok konuda önemli açıklamalarda bulundu... Mayısta başlayan dalgalanmanın 2001’deki gibi bir finansal krize yol açmamasının sebepleri nedir? Dalgalanma aslında hâlâ devam ediyor. Türkiye dalgalı kuru uygulamaya başladığından beri zaten hep dalgalanma yaşıyordu. Minik dalgacıklar vardı. İç ve dış etkenler son dalgalanmada etkiliydi. Onların doğrudan etkisini bankacılıkta yaşadık, daha önceki dalgalanmalardan farklı olarak. Oysa 1994’te, 1997-1998’de ve asıl 2001’deki krizde ilk hareket bankalardan çıkmıştı. Çünkü bankalardaki sorunlar suya atılan taş gibi ekonominin diğer alanlarına yansımıştı. Son hareketliliğin çıkış noktası ise bankalar değildi. Bence bu önemli bir değişiklik. Çünkü Türkiye’de bankalar diğer ülkelerden farklı olarak ekonominin ortasında yer alıyor. Bankacılığın büyüklüğü yaklaşık 300 milyar dolar ile Milli Gelir’in yüzde 75’ine ulaşmış durumda. Yine de bankalar gelişmelerden az da olsa etkilendi. Bu dönemi nasıl yönettiniz? İnsan hayatında iniş ve çıkışların olması gibi ekonomide de birtakım gelişmeler olacaktır. Dalga boyu büyük veya küçük olabilir, önemli olan buna hazırlıklı olmamız. Tampon birikimlerimiz ve yedek akçelerimizin olması lazım. Son dalgalanmaya kadar bankalarla sürekli irtibat halindeydik. Hem denetim hem gözetim olarak. ‘Sen buradasın, sen şuradasın, şurada hızlı büyüyorsun, şube açmana sınır getiriyoruz. Sermaye yeterlilik rasyon yeterli değil, büyüme hızına yetişmiyor, frene bas’ gibi banka bazında yönlendirmeler yapıyorduk. Bunları bankacıların hoşuna gitmemesi pahasına yaptık. Bir de 2001 krizinden sonra sektörde bankacılar riskten korunma metodunu kullanmaya başladı. Bu da bilinmeyen dönemler için riskten korudu. Birçok banka zarar yazmadı, hazırlıklı olanlar akıllıca davrandı. ‘Dalga’nın etkisini, izlediğiniz politikalar mı azalttı? İki aylık dönem bankacılığımız için iyi bir test oldu. Bir miktar olumsuz etkisi de oldu. Ancak bir hususu da gözden kaçırmayalım. Geçen yıl bu vakitler Yapı Kredi Bankası ile ilgili sorunlar halledilmişti. 20 milyar dolarlık büyüklükteki bir bankadaki sorunlar sistem açısında riskliydi. Böyle bir bankanın sağ salim güvenli bir limana çekilmesi sistemdeki diğer oyuncuları da rahatlattı. Çünkü burada yaşanabilecek bir sorun diğerlerini de olumsuz etkileyebilirdi. Gerekirse kötü ve tek kalma pahasına sorunun çözümünde ısrarlı olduk. Bunun önemini şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu operasyon başarıyla sonuçlanmasaydı şimdi başka şeyleri konuşuyor olabilirdik. Aynı dönemde sizi tedirgin eden bir banka oldu mu? Bu gibi dönemlerde bakılacak iki önemli kriter var: Likidite ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu. Hiçbir bankamız moral bozacak bir olumsuzluk yaşatmadı. Tabii ki bazı bankalarımızın rasyosu, yüzde 8 sınırına yaklaşmamakla birlikte bir miktar indi. Hiçbir bankayı bu sınıra yaklaştırmıyoruz. Nedeni ise her zaman yedek akçemiz olmalı. Türkiye gibi ülkelerde rasyonun yüzde 8 olarak algılanması ve o seviyede tutulması bana göre yanlış. Peki bankacılar ne gibi dersler çıkardı? Dalgalanma öncesinde bazı bankaların dönem dönem irrasyonel davranış kalıpları vardı. Örneğin mevduatı yüksek faizden topluyorlardı. Örneğin yüzde 18’den topladıkları mevduata karşılık bankayı daha iyi pazarlamak için yüzde 12’den kredi verdiler. Şimdi bu tarz davranışlar geride kaldı. Faizler mantıklı seviyelere geldi. İndirim yarışı yine olacaktır. Ancak daha önceki gibi yıpratıcı ve mali bünyeye olumsuz etkileyecek şekilde değil. Sektörün geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bana göre bankacılığın en büyük derdi siyasi ve ekonomik istikrar. İstikrar sürdükçe kimse bankacılarımızın önünde duramaz. Sektörün insan kaynakları, teknoloji, vizyon ve diğer enstrümanları çok güçlü. Nasıl bizim bankalarımıza yabancı ilgisi varsa zamanı gelecek bankalarımız da yurtdışındaki bankaları satın alabilecek. Bankalarımızı alanların bizimkilerden tek farkı var o da ceplerinde para olması. Yoksa finans sektörümüz birçok konuda onlardan daha iyi seviyede. Faizlerdeki artış özkaynakları nasıl etkiledi? Mayıs ayında bir dalgalanma başladı. İç ve dış etkilerle birlikte Hazine faizleri de arttı. Merkez Bankası’nın faizleri artırdığı bir ortamda bankalar tabii ki faizleri artırdı. Kimse bankalar niye faizleri artırdı diyemez. Bu dönemde sabit faizli tüketici kredilerini bazı bankalar kamufle edemedikleri için bunu özkaynakları ile finanse etmeye çalıştı. 2005 sonunda 54 milyar YTL, Nisan 2006’da 57 milyar YTL olan banka özkaynakları haziranda 51 milyar yeni liraya geriledi. Bu da çok normal. Finans kesiminin önündeki riskler nelerdir? Bankacılık sektörü için üç temel risk var: Kredi, faiz ve kur. Kur riski bankacılık üzerinde etkin değil. Asıl risk faiz ve ona bağlı kredi riskidir. Faizlerdeki bir-iki puanlık artış bankacılarımızın içinin yağını eritir. En hassas olduğumuz nokta bu. Yoksa tüketiciler borcuna sadık. Kredilerin toplamı haziran sonunda 195 milyar YTL. Bunun yüzde 69’u kurumsal. Yüzde 31’i bireysel. Yüzde 69’un kredi faizini birden artırıyorsunuz ve bu krediler sabit faizli değil. Bunların geri dönüşünde yaşanabilecek herhangi bir aksaklık bankaları olumsuz etkiler. Merkez Bankası, faizler için sizinle görüşüyor mu? Merkez Bankası bağımsız bir kurum. Faizler konusunda deniz feneri gibi yanıp sönüyor ve yol gösteriyor. Oranı artırıp indirirken bankaların bundan ne şekilde etkileneceği üzerinde fazlaca durulduğunu sanmıyorum. Tek kriterleri enflasyon hedeflemesi. Biz bunlardan çok etkileniyoruz. Sektörün iyi çalışmaması ve sorunların çıkması gemiyi durdurur. 2001’de bunu gördük. Bizim görevimiz çarkları yağlayıp iyi çalışmasını sağlamak. Bankacılık sistemi iyi çalışmıyorsa hiçbir karar başarılı olmaz. Alınan kararların bankacılığa etkisi de iyi analiz edilmeli. Dalgalanmadan sonra ekonomi bürokrasisi olarak Hazine’yi bankalara muhtaç bırakmamamız lazım. Faizler arttıkça eski günlerdeki gibi portföydeki hazine bonosu ağırlığı artıyor. Oysa biz kredilerin artmasını istiyoruz. Kredi kartı faiz oranlarını yüksek buluyor musunuz? Oranlar yüzde 3 ile yüzde 6 arasında değişiyor. Tepe noktada olan banka faizleri yüksek, ancak ortalamasının kaç olması gerektiğini söyleyemem. Tüketicinin yerinde olsam yüksek faizli bankadan düşük faizli bankaya geçerim. Konut kredisi faizlerindeki düşüş sürer mi? Konut kredilerinde hazirandan temmuza geçerken hemen hemen hiç hareket yok. Her ay yüzde 5-10’luk artış durdu. Faizlerin arttığı bir ortamda konut kredisi pazarlayan müteahhitlerin de biraz fiyatlarla oynaması lazım. Ev fiyatları her ay 5-10 bin YTL artarken enflasyon bu kadar artmadı. Fiyatlar bu hızla giderse ellerinde kalır. Biraz fedarkârlık şart. Faiz oranları zamanla geri gelecektir. Şu haliyle mortgage’ın uygulanması zor. ________________________________________ ZİRAAT BU ÜLKENİN BANKASI OLARAK KALMALI Ziraat Bankası ve Halkbank’ın özelleştirilmesine karşı mısınız? Satış yöntemi ne olmalı? Kamu-özel ayrımı yapmıyorum. Ama devletin elinde en az bir kamu bankası kalmalı. Halk Bankası konusunda blok satışa ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı var. O konuda konuşamam. Ancak Ziraat, sektörün en eski ve en büyük bankası. Yüzde 20 payı var. Ziraat’in bu ülkenin bankası olarak kalmasında bana göre yarar var. Halk Bankası’nın satışında ise şerefiyenin değeri iyi biçilmeli. Bankanın değeri eğer 100 ise bu değerin en az 50-60’ını esnaf oluşturuyor. Esnaf ve sanatkârı çekin bankanın değeri 30’a iner. Esnaf ve sanatkâr bu bankaya küstürülmemeli. Bu bankayı alacak olan sermayedar, esnafa bankanın sahibiymiş gibi davranırsa daha kârlı çıkar. İstihdam ve büyüme açısından Halkbank’ın KOBİ’leri küstürmemesi gerekiyor. Anlaşmaları onaylarken nelere dikkat ediyorsunuz? Sadece teknik bilgilere bakmıyoruz. İlgili kurumlardan klasörler dolusu raporlar istiyoruz. Ülkenin çıkarları ile ilgili hususlarda bu konuları en iyi bilen kurumlarla yazışıyoruz. Gelen sonuçlar menfi olursa biz olumlu bir karar vermeyiz. Genel kanaat olumluysa onay veriyoruz. Bundan sonraki görüşmelerde ciddi taliplilerden de sunum yapmalarını isteyeceğiz. Biz noter değiliz. Biz onaylamadan taraflar sanki iş bitmiş gibi açıklamalar yapıyor. Böyle bir havada BDDK’nın aksi bir karar alması zor. Neyse ki şimdiye kadar bir tren kazası yaşamadık. Buna rağmen ikna olmadığımız hiçbir sözleşmeye vize vermeyiz. Sizce Bankacılık Kanunu’nda yabancı bankaların payını belirleyen bir üst sınır olmaması eksiklik mi? Ülkenin bankacılık sistemindeki trendleri izlerken ekonomik güvenliğe de bakmak gerekiyor. Ekonomik güvenliğin kapsamı ne ise bu iyi analiz edilmeli. Beyin fırtınası yaparak dengeleri gözden geçirmek lazım. Halkbank ve Ziraat’in satışı yabancı payına ilişkin tüm dengeleri bozar. Bunu bir tek kurumun iradesine havale etmek hem BDDK’yı olduğundan büyük göstermek demektir hem de yalnız bırakmaktır.
<< Önceki Haber Yabancı payı yeniden düşünülmeli Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER