Ekonomide kalıcı düzelmeler yaşandığını belirten katılımcılar,
yabancıların
Türkiye'ye
yerlilerden daha fazla güvendiği görüşünde.
Türkiye ekonomisinin yerli ve yabancı aktörleri 2007 yılında yaşanacak cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlere odaklanmış durumda.
Geçtiğimiz hafta Çin'de başlayan ve tüm dünya piyasalarını etkisi altına alan türbülans da buna eklendiğinde yatırımcı için önünü görmek daha önemli hale geliyor.
sektörün önde gelen isimleri ile ekonomideki muhtemel gelişmeleri masaya yatırdı.
Öztürk'ün yaptığı toplantıda katılımcılar, Türkiye ekonomisinin doğru yolda olduğu konusunda ortak kanaatlerini ifade etti.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Başkanı
Tevfik Bilgin,
bankaların kurlardaki oynamayı risk görmediğini belirterek, esas tehlikenin
faiz ve
kredilerin geri dönüşümünde yaşanabileceğine dikkat çekti.
Bilgin, reel sektörün özellikle yurtdışından yüksek miktarda borçlandığını ve bunun da açık pozisyon riskini artırdığını kaydetti.
Merkez Bankası'nın faizleri düşürmemesine anlam veremediğini belirten Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı
Hamdi Akın ise, "Yabancı
sermaye yatırım kararını Türkiye'nin 10 yılını düşünerek veriyor." dedi.
Merkez Bankası Başkanı
Durmuş Yılmaz, reel sektörün enflasyon hedefine güvenmesinin faizlerin düşmesi konusundaki tavrı olumlu etkileyeceğini söyledi.
TİM Başkan Vekili Süleyman Orakçıoğlu, reel sektörün çok önemli sorunlar yaşadığı üzerinde durdu.
İhracatın ithalatı karşılama oranının sürekli azaldığını hatırlatan Orakçıoğlu, düşük kur ve yüksek faiz politikasından şikâyet etti.
İMKB Başkanı Osman Birsen, son dalgalanmanın etkisinin sınırlı olduğunu ifade ederek, "Finans piyasamızın gücü açısından eskiyle karşılaştırılmayacak derecede iyiyiz. Gelişme senaryoları açısından fevkalade iyi durumdayız." ifadesini kullandı.
Küresel yatırımcı bu kez soğukkanlı davrandı
Zaman Ortak Akıl Toplantıları'nın 4.sü 'Türkiye seçimini yapıyor: 2007 ekonomide kayıp bir yıl mı, fırsatlar yılı mı olacak?' başlığı altında yapıldı. Zaman'ın merkez binasındaki toplantıda konuşan Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, trilyon dolarlık Hedge fonları 'dünya ekonomilerinin önündeki en büyük risk' olarak nitelendirdi.
Zaman Ekonomi yazarı Doç. Dr.
İbrahim Öztürk (Oturum Başkanı):
Dalgalanmanın eli kulağındaydı
İlk ortak
akıl toplantımızın üzerinden oldukça zaman geçti; ancak 4.sünün zamanlaması çok daha mühim geliyor bana. Bizim ekonomi editörü herhalde kasıtlı mı yaptı bilmiyorum, bir türbülansa denk getirdik.
Küresel türbülans ya da dalgalanma diyelim. Onun için herhalde bu ortak akıl toplantısından Türkiye açısından önemli mesajlar çıkacak.
Dünya piyasalarında meydana gelen bu dalgalanmanın eli kulağındaydı. Ama belki zaman olarak başka bir coğrafyada da patlak verebilirdi. Çin'de başladı; ama nerede olduğu çok önemli değil. Fakat bekliyor olmamız gerekirdi.
Ülke olarak bu tür şeylere hazırlıklı olmamız gerekirdi. Bu çerçevede ben sözü Merkez Bankası Başkanı Sayın Durmuş Yılmaz'a veriyorum.
Durmuş Yılmaz (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı): Dünyada ekonomik büyüme sürecek
Çin
Borsası'nda geçen hafta başlayan
satış dalgası, Doğu'dan Batı'ya kadar tüm dünyada devam etti. İniş-çıkışlardan sonra bugün (salı) itibarıyla istikrara kavuşmuş gibi görünüyor.
'Bunun arkasında ne var?' diye baktığımızda,
ABD ekonomisi özellikle konut sektöründeki gelişmelere paralel olarak dünya ekonomisinin motoru olan büyümesini belli bir seviyede sürdürerek 2006'nın sonuna geldi.
Fakat 2006'nın ortalarında şu ortaya çıktı: 'ABD'deki konut sektörü doyum noktasına geldi mi? Burada herhangi bir sorun yaşanabilir mi? Yaşanan sorunların ardından ABD ekonomisinde büyüme zarar görür ve diğer
ülkelere yansırsa dünya ekonomisi ne yöne gider?' soruları sorulmaya başladı.
Bu sorulara verilen cevaplar farklıydı; bazı kesimler
Amerikan ekonomisinin gerçekten özellikle konut sektöründeki gelişmelerden dolayı resesyonda olduğu ve dolayısıyla kendisiyle birlikte diğer ülke ekonomilerini de geriye çekeceğini söyledi.
Buna ispat olarak kısa vadeli
faiz oranlarının yüksekliğini gösterdiler. Ama öbür taraftan bazı analistler de şunu söyledi: Evet ABD'de faiz oranları yüzde 1'den yüzde 5'in üzerindeki seviyeye çıktı. Fakat buna rağmen ekonomide karar alıcıları y
akından ilgilendiren uzun vadeli faizlerde o kadar fazla bir yükseliş olmadı. Uzun vadeli faizler tarihin belki de en düşük seviyelerinde. Kısa vadeli faizler bu kadar kısa sürede artmasına rağmen bu kadar da yükselmedi.
Dolayısıyla ABD ekonomisinde beklendiği gibi bir daralma olmayacak.
Konut sektöründe birtakım problemler var ama ABD ekonomisi 'yumuşak geçiş' sağlayacak. Buna paralel AB bölgesindeki büyüme ivme kazanarak devam edecek.
Japonya'da da
kontrollü büyüme devam edecek.
Hindistan ve Çin'deki büyümeyi de bunun üzerine eklediğimizde dünya ekonomisinde bir daralma olmayacak. Bu çerçevede gerek IMF tarafından gerekse diğer uluslararası kuruluşlar tarafından dünya ekonomisi için öngörülen oranlarda önemli bir gerileme olmayacağı genel kabul gördü.
Bu arada mali piyasalarda Hedge Fon (kısa vadeli ve yüksek riskli yatırım fonları) dediğimiz; herhangi bir kamusal otoritenin doğrudan doğruya kontrolü altında bulunmayan, ne tür işlemler yaptıkları bilinen ancak nasıl yaptıkları pek fazla belli ve şeffaf olmayan bir yatırım grubu var. Bu yatırım grubunun istek ve talepleri doğrultusunda mali piyasalarda çalışanlar her geçen gün daha da karmaşık enstrümanlar oluşturmaya çalıştı ve bu enstrümanlar üzerinde de işlemler yapılmaya başlandı, halen de yapılıyor.
Dolayısıyla bu garanti edilmemiş ve açık yatırım fonlarının yaptıkları yatırımlar ve bunların kullandıkları enstrümanlar, bu işlemleri yapan kuruluşların bu işlemleri sonuçlandırırken kullandıkları kendi altyapı
sistemlerinin ne kadar sağlıklı olduğu konusunda birtakım tereddütler ortaya çıktı. Eğer günün birinde dünya genelinde mali ve ekonomik sistem zarar görecekse bunun sebeplerinden biri hedge fonlar tarafından yapılan işlemler olacak. Bu fonların kendi bünyelerindeki bilgisayar altyapılarını geliştirip geliştirmedikleri sorulmaya başlandı.
Son dalga neden Çin'den başladı?
Ön plana çıkan hususlardan biri de yatırımcıların ülkeler arasındaki faiz farklarından yararlanarak faizi düşük olan ülkelerde borçlanmaları ve bunları daha fazla gelir sağlayan ülkelere yatırmaları. Bunun iki riski var; birisi borçlandıkları faiz oranlarının ne yöne gideceği, ikincisi yatırım yaptıkları ülkelerdeki faiz oranlarının ve kurun hangi yöne gideceği.
Hem faiz hem de kur riski var. Birtakım yasal
düzenlemeler de risk unsuru olarak ön plana çıktı. Çin'de başlayan olayın arkasındaki gelişmeler söylediğim hususlar. Çin'deki mali sistem kontrollü bir sistem, tamamen liberal değil. Çin
yönetimi birtakım düzenleyici kurallar getirmeye çalışıyordu; muhtemel bir dalgalanmada ekonominin daha az zarar görmesi için birtakım kambiyo kontrol sistemini uygulamaya koymayı düşündüler.
Bunun farkına varan yatırımcı da endişelenerek Çin piyasasından çıkmaya başladı. Bir yerde başlayan volatiliteyi (dalgalanma) orada sonuçlandırmak mümkün olmadığı ve ülkeler birbirlerine zincirleme bağlı bulunduğu için satış dalgası Çin'den
Avrupa'ya, ABD'ye kadar uzandı. Satış dalgasını ortaya çıkaran mekanizma düşük para üzerinden yapılan borçlanmalardan dolayı ortaya çıkan açık pozisyonun kapatılmasıydı. Çünkü yatırım yapılan ülkelerdeki faizler ve kurun nereye gideceği konusunda yatırımcı endişelendiği için tedbirini önceden alarak yatırım yaptığı ülkeden çıkıp borçlandığı ülkedeki pozisyonunu kapatmak istedi.
Tabii bu dalgalanma geçen mayıs ve haziran aylarındaki dalgalanmadan farklı bir dalgalanmaydı.
Yatırımcılar çok daha soğukkanlı davrandılar. Hesap-kitaplarını önceden yaparak hangi piyasada hangi pozisyonlarını hangi araçla kapatacaklarını önceden düşünüp zararlarını minimize etmeye çalıştılar. Var olan kârlarını da realize ettiler. Şu anda yapılan işlem; özü itibarıyla ortaya çıkan kârların realize edilmesi, bir miktar buralarda durulması ve sonra tekrar pozisyon alınmasını gerektirecektir diye düşünüyorum. İsa Sezen, Ercan Baysal, Yahya Çark;
İstanbul
YTL'yi bizden çok yabancılar satın alıyor
Tevfik Bilgin (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Başkanı): Bizi kur değil, faiz ve kredilerin geri dönüşü ilgilendiriyor
Son türbülanstaki asıl etki Japonya olmuştur. Önceden Brezilya'yı izlerdik; bundan sonra herhalde Japonya'yı takip etmeye başlayacağız. Her konuşmamda hedge fonları üzerinde duruyorum. Trilyonlarca dolar büyüklüğünde olan, off-shore adalardan yönetilen, denetimi çok mümkün olmayan ve arkasında kimlerin olduğunu bilmediğimiz, aslında belki de trilyonlarca dolar olmayan dolarlar...
Bir meblağ düşünün, bu alım satımla giderek daha büyüyor. Çarpan etkisiyle büyüyor. Bu dolarlar ya da Euro'lar dünya piyasalarında devamlı dönüyorlar. En fazla getiri olan ülkeye giriyorlar, en
küçük endişe duydukları bir durumda çıkıp gidiyorlar. Bunu da son türbülansta yaşıyoruz. Ülkemizle ilgili husus; diğer ülkelere göre son dalgalanmalardan bir miktar daha fazla etkilendik.
Ülkenin bazı gerçekleri, dengeleri herhalde bu dalgalanmaya yabancı yatırım sahiplerinin, sıcak para sahiplerinin daha endişeli yaklaşmasına sebep oluyor. Risk algılamaları biraz daha farklı. Son dalgalanmada diğer bir husus ise şu: Piyasalar o kadar büyüdü ki çökmeye izin vermeyecek bir büyüklüğe ulaştı. O kadar büyüdü ki çökmesi halinde herkes altında kalacak. Bu, ileride, 5-10 yıl sonra neyin olmayacağının garantisi değildir. Bunları
analiz etmek de çok güç. Avrupa Birliği'nin hedge bankalarla ilgili denetim otoritesi olması yönünde bazı girişimleri var.
Eğer böyle devam ederse şahsi görüşüm 5-10 sene sonra Merkez Bankası'na da BDDK'ya da SPK'ya da İMKB'ye de gerek kalmayabilir. Bunların görevi sadece, bir banka şube mi açacak 'Buyrun açın' demek olur. Makro ekonomik politikaların etkinlikleri giderek azalmakta. Bankacılığı da etkilediği için biz, Merkez Bankası'nın yaptığı gibi enflasyonu çok yakından izleyeceğiz. Geçen yılki mayıs ve hazirandaki dalgalanmada enflasyonun bir miktar yukarı çıkması, bankacılık sistemini etkiledi. Kısaca bilgi vereyim; 2001'de herkesin cebindeki paranın üçte biri gitti. Bunun nedeni bankacılıktı. 94, 98, 2000 ve 2001
krizleri maalesef bankacılıktan başladı.
Geçen yılki mayıs, haziran dalgalanmaları ise bankacılıktan başlamadı. 2001 ile
Mayıs 2006 arasında riske karşı korunma anlamında, özellikle konut kredilerinin nispeten yüksek olmaması, bankaların hızlı kredi kullanımında BDDK'nın birtakım kısıtlayıcı tedbirler alması sebebiyle kriz oldukça hafif bir şekilde atlatılmıştır. Bankaların açık pozisyonda çalışmama tercihi de bunda önemli rol oynamıştır.
'Kurdaki değişimden korkmuyoruz'
2001 krizinden farklı olarak, irrasyonel davranış kalıpları silinmiştir. O dönemlerde bankalar yüzde 18-19 faizle
mevduat topluyordu, yüzde 11, 12'yle
konut kredisi kullandırıyordu. Bir anlamda bankalar daha rasyonel davranışlar içine girdi. Bunlar yaşadığımız olaylardı. Ne oldu; mayıs, hazirandan sonra Merkez Bankası tepki gösterdi, faizleri yükseltti.
Faizler yükselince bankalar, doğrudan işareti alıyor. Faizler hemen değişken faizli kredilerin oranlarını yükseltti, bunlar daha çok kurumsal kredilerdi. Değişken faizli krediler bir anda yükseldiği için bankaların özellikle sermaye rasyosunda kârlılığında bir miktar yıpranma yaşandı. Bizim en çok korktuğumuz husus, bankalarımızın kredilerinin geri dönüş oranının etkilenip etkilenmeyeceği idi. Kurlardaki artış ve azalıştan çok fazla korkmuyoruz.
Çünkü bankalar bu konuya çok temkinli yaklaşıyor. Ama bu hareketlilik sonucu kredilere yansıma olursa bu, bankacılık için en büyük risktir. Faiz riski ve kredilerin geri dönmemesi en önemli risk. Ama çok
şükür korktuğumuz olmadı. Son türbülansı gayet sakin bir şekilde atlattığımızı düşünüyorum. 2005 sonunda bankaların kullandırdığı toplam krediler 147 milyar YTL seviyesindeydi.
2006 Nisan'ında bu rakam 166 milyar yeni liraya, aralık sonunda da 209 milyar yeni liraya yükseldi. Bu miktarın 141 milyar yeni lirası kurumsal, kalanı bireysel kredilerden oluşuyor. Mayıs dalgalanmasından sonra bireysel krediler durma noktasına geldi. Ancak takibe dönüşüm oranlarında
kredi kartları hariç herhangi bir artış olmadı. Halkımız mevduatını TL'ye dönüştürüyor. Sonuç olarak elbette dalgalanma kâr oranları gibi birtakım verilerde düşüşe yol açtı; ancak makro ekonomik bankacılık sistemi mayıs-haziran döneminde dik bir duruş selgilemiştir. Artık etkisini kaybetmiştir. Merkez Bankası'nın işaretlerini yakından takip etmektedir bankacılık sistemi.
Hamdi Akın (Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı): Türkiye'de çok para var; ama mal yok
Dünya
finans arenasında bugün bir oyun oynanıyor. Hedge fonları denilen bir gerçek var. Bu hedge fonların en büyüklerinden bir tanesi 1,4 trilyon dolar parayı yönetiyor. Ve bunlardan birkaç tane var. Büyük bankalar, büyük para sahipleri hep buralarda. Artık eskiden farklı olarak yüksek para arzından dolayı mal arar durumdalar. Dünyada yeteri kadar mal yok. Çin'de de mal yok. Bütün mesele burada yatıyor.
Çin'deki duruş sürelerini hedge fonlar doldurdular. Hedge fonların paraları ya iki sene durur ya da o kadar bile durmaz. 1-1,5 sene nemalanır giderler. Yerine yenisi gelir. Bu böyle bir dönme
dolap gibi. Çin'de para akıtacak mal kalmadı. Çin yeni üretimler yapmak zorunda. Aynı konu Türkiye için de geçerli. Türkiye'de dünyanın parası var ama mal yok. Doğru dürüst bir mal çıkarın piyasaya ondan sonra talebi bir görün.
Muazzam bir para var. Fonlar ve bankalar çok güzel denetleniyorlar ve örgütlenmeleri öyle kontrolsüz falan değil. En az Türkiye'deki bankalar kadar iyi denetleniyorlar. Hedge fonların da aynı şekilde kendi içlerinde çok iyi denetim mekanizmaları var. Öyle ezbere falan bir şey yapmıyorlar. Yönetim kurulları, ortakları var. Siz kendi içinizde
aile terbiyesini verdiyseniz, hiç korkmayın dışarıdan birinin terbiye etmesine gerek kalmaz. Bu terbiyeden ötürü öyle çok kolay para batırmazlar. Dünyada oyunun kuralları bu.
Oyunu biz de kurallarına göre oynamalıyız. 'Yok ondan şikayet et, yok buna kız' ile olmuyor. Çin'deki adam aldı parasını piyasalardan hızla çıktı. Aynı zamanda Türkiye'dekiler de çıktı. Atın kuyruğu gibi. At kuyruğunu salladı mı bir sürü sinek bir anda havalanır. Dünyadaki hedge fonların sahibi bir yerden düğmeye bastı mı her taraftaki sinekler birden havalanıyor. Ama iki tur attı mı gene geri dönüp aynı yere konacaklar.
Yeter ki sizin iyi
ürünleriniz olsun. Pazar olmayalım. Pazara gittiğiniz zaman
elma armut bir sürü şey alıyorsunuz ama iyi bir manavınız varsa gidip oradan tıkır tıkır malınızı gezmeden alıyorsunuz. Bu aynen böyle çalışıyor. Çin borsası bugün önlem aldı. İleride yüzde 80 bir kayba uğrayacağına bugünkü yüzde 7-8 kayba razı olmuştur. Çok doğru önlemler almıştır.
Reel sektör konusunda çok rahat olun. Bu ülkenin kredisi çok güzel, dış borçları çok güzel yönetildi. Ama reel sektörün de borçları çok iyi yönetiliyor. Reel sektörden hiçbir zaman bu ülkenin başına bir bela gelmedi, gelmez de. İpotek bankacılığı bir tek emlakta vardır. Onu da Avrupa'da iki veya üç tane banka yapar. Bunun dışında banka yapmaz ve o paraları vermez.
Enflasyonun düşüşüne doğru orantılı olarak faizlerin düşmemesini eleştiriyoruz. Bizim reel sektör olarak rahatsızlığımız faizlerde. Somut bir şekilde Merkez Bankası'nın bu sorunlara çözüm bulması gerekir. Beklentilerle, hedeflerle sorunların çözüleceğine inanmam. Beklenti yönetmek işi biraz zordur. Çünkü bu ülkenin geçmişinde 30 yıllık acı tecrübeler var. Bugün YTL'yi satın alanlar daha çok yabancılardır. Hâlâ daha YTL'sine güvenmeyen vatandaşımız var. Türkiye'de ekonomik ve
siyasi istikrar ortamına ihtiyaç var. Seçimlerin nasıl geçeceğinden ziyade bence seçimden sonra neler yapılacağı önemli.
Osman Birsen (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı): Para kalıcı yatırıma geliyor, ihracatçı rahat edecek
Borsa olarak biz işin geneline, makro yapısına bakıyoruz. 5 yıl önceki hastanın şikayetleriyle şimdiki şikayetlerini karşılaştırdığımızda ciddi ölçüde azaldığını görüyoruz. Enflasyon, mali açıklar ve işsizlikle ilgili birçok şikayetin azaldığını görüyoruz. Enflasyon kontrol altında tutuluyor, elde olmayan nedenlerden dolayı hedeflerden şaşma açısından birtakım olumsuzluklar olabiliyor. Şikayetler beklenen kadar ortadan kaldırılmış değil. Kaldırılamayan şikayetlerin başında yüksek faiz ve kur geliyor, bu ikisi birbiriyle çok paralel. Kendi makro ekonomik denge yapımızın çok istikrarlı bir seviyede olması halinde risk azalır. Makro ekonomik şartları geliştirdik, ama sermaye hareketlerinin getirdiği risklerden kendimizi soyutlayamadık. Kurları istikrar programının başından itibaren şikayet konusu haline getirdi ihracatçılar. Ancak kurlara rağmen ihracatımızın düşmediğini görüyoruz. Artış trendine devam ediyor. Kârlılıkta düşüş oluyor.
İhracatçılar rekabete kendi kârlılıklarından fedakarlık ederek devam ediyor. Ekonominin yöneticileri bunun farkında, makro ekonomik dengelere baktığımız zaman artan ticaret ve cari açığımıza rağmen çok önemli bir sorunla karşılaşmadığımızı görüyoruz. Cari açığımızın finansmanında bir kalite yükselişinden bahsediyoruz. Para ve sermaye hareketlerinden daha çok kalıcı yatırımlara dönüyoruz. İstikrara kavuşma açısından belli bir zamanı görüyoruz. Seçimler nedeniyle özel bir yıl olarak değerlendirilen 2007'nin
emniyet marjları içinde geçirilmesini anlayışla karşılamamız lazım. Faiz ve gelir politikasının da rayına oturmasıyla istikrar ortamının yakalanacağını ve bu sayede ihracatçının da rahatlayacağını düşünüyorum.
Süleyman Orakçıoğlu (Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkan Vekili): Ya enflasyonda ya da faizlerde sorun var
Birçok konuyu mali sektör açısından değerlendiriyoruz. Konuya reel sektör tarafında baktığımızda acaba reel sektörün neresindeyiz? Ben biraz bu konuya değinmek istiyorum. Kalite, devamlılık, istikrar önemli. Dünya
pazarlarına ürün satıyorsanız, 'Alıcı niçin seni seçsin ve neden mal alsın?' sorularını her zaman kendimize sormamız lazım. Sanki bugün dünyada her istediğimiz malı istediğimiz yere satabilecekmişiz gibi davranıyoruz. Ben reel sektörün son zamanlarda sorunlarının gerçekten
ihmal edildiğini düşünüyorum. Reel sektörün son zamanlarda yaşadığı iki tane önemli problem var. Ülkemizde beş yıldır uygulanan ekonomik programda öncelikli olarak görülen şey 'enflasyonu önlemek için yüksek faiz, düşük kur politikası' uygulamak. Kurun
dış ticarete etkisi var mı yok mu? Ben bunu ekonomi kurmaylarına özellikle sormak istiyorum. 2002 yılından bu yana ihracatın ithalatı karşılama oranı sürekli düşüyor. 2002'deki ithalat miktarı 51 milyar dolar. 2006 yılında ise bu rakam 136 milyar dolara ulaştı. Dış ticaret açığı 52 milyar dolara yakın. 2002 yılındaki ithalatımızın da üzerinde bir açık var. Son dönemlerde şöyle klasik bir deyim var: '
Cari açık çevrilebildiği sürece risk değildir.' Acaba cari açık çevrilemediği zaman ne olacaktır? Üretmeden tüketmenin mantığı ne olabilir?
Özelleştirme gelirleri, yabancı yatırımcıların Türkiye'ye olan ilgisi ve yabancı sıcak paranın ülkemizdeki yüksek faiz nedeniyle ilgi göstermesiyle ilgili olarak tabii ki Hamdi Akın Bey'in dediği elinizde iyi mal varsa gelecek. Ama bir taraftan da yüksek faizleriniz de hedge fonlarını çekiyor. Enflasyon hedefimiz yüzde 4, faiz oranlarımıza bakıyorum yüzde 17,5. Enflasyon hedefimizde mi bir yanlışlık var yoksa uygulanan
faiz oranında mı bir sorun var? Kurun seviyesine bakıyoruz, 2005 yılında dolar 1.300'lü seviyelerdeyken faiz yüzde 13'tü. 10 gün öncesindeki dalgalanma öncesinde gene kur 1.300'lerde, faiz yüzde 17,5'te. Ekonomi politikalarının reel sektör üzerindeki baskılarını söyleyebilmek için çok basit bir matematik hesabı yeterli. Beş yıl içindeki
maliyet endekslerine bakalım, bunlardaki artış oranlarına bakalım. Dış ticarette kullanılan dolar, Euro'nun sepet olarak baktığımızda, 5 yıl öncesi ve bugüne, maliyet endeksi içindeki artışa baktığımızda ortaya çıkıyor. Yani hangi verimliliğin, hangi matematiğin bunu açıklayabileceğini bana bir kişi izah etsin.
Reel sektör cephesinden bakıldığında yüzde 85-90'ı küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ) olan bir ülkede yaşıyoruz. 2-3 yıl öncesine kadar KOBİ'lerin yaşadığı sorunu biz İstanbul
Sanayi Odası'nın ilk 500 şirketin kârlılığını açıkladığı zaman gördük. Bu kârlılığın yüzde 3'ler seviyesine düşmesi, buna karşın mali sektör içinde özellikle bankalarımızın 11 milyar dolar kârla 2006'yı kapatması... 2005'te de buna benzer bir kâr elde ettiler. Ama 85 milyar dolarlık ihracat yapan bir büyüklüğün 3 milyar dolar bir kârlılığının bile olmaması bir dengesizliğe işaret ediyor. Rekabetçilik konusunda biz ne kadar büyük direnç gösterirsek bugün Japonya'da, Çin'de, Brezilya'da olan birtakım hareketlerden o kadar az etkileniriz. Elimde bir ay öncesinde çıkan bir haberin kupürü var: En yüksek faiz Türkiye'de. Türkiye 42 ülke arasında 3 aylık faizi yüzde 19,74 ile faiz şampiyonu olmuş. İkinci ülke Brezilya'da faiz oranı yüzde 13,19. Karşılaştırmalarda
Rusya,
Arjantin ve
Pakistan dışında hiçbir ülkenin 3 aylık faizi yüzde 10'u geçmiyor. Çin'in 168 milyar dolar dış ticaret fazlası var. Rusya'nın 141 milyar dolar dış ticaret fazlası var. Ve en fazla bizim ekonomimizle benzer özelliklerde olan Brezilya'nın 46 milyar dolar dış ticaret fazlası var. Şunu net olarak ortaya koymak istiyorum. Ülkemizde ekonomi politikaları uygulanırken reel sektörün üzerindeki yüklerin azaltılmasıyla ilgili mutlaka bir
revizyon yapılması gerekiyor. İster önlemler olsun isterse de rekabetçiliği artıracak düzenlemeler olsun.
YARIN: Faizleri indirirsek enflasyon patlar.