Mustafa Sönmez / Al Monitor
'Resmen' resesyon
Türkiye ekonomisinin yılın ikinci yarısında hızla bir türbülansa girdiği, sert bir biçimde yükselen döviz fiyatlarının ve onun da etkisiyle artan enflasyonun ekonomiyi dibe çektiği biliniyordu. Her ne kadar Cumhurbaşkanı “kriz mriz yok” dese de Türkiye ekonomisinin hızla inişe geçtiği, tek tek gelen göstergelerden izlenebiliyordu. Kuşkusuz olan bitenin toplu ifadesi “büyüme” isimli makro verinin ne gösterdiğinde saklıydı ve o da 10 Aralık’ta Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklandı.
TÜİK’e göre temmuz-eylül dönemini içeren üçüncü çeyrekte Türkiye ekonomisi ancak yüzde 1,6 büyüdü. İlk çeyrekteki büyümenin yüzde 7,2, ikinci çeyrektekinin yüzde 5,3 olduğu anımsandığında, yüzde 1,6’lık üçüncü çeyrek verisi hızlı bir iniş olduğunu ortaya koyuyor ve alışılmış büyüme temposunun çok altına düşen bu hal “resesyon” tanımına uyuyor. Türkiye ekonomisi için “normal” büyüme yüzde 5-6 sayılıyor. Üçüncü çeyreğin yüzde 1,6’lık performansı resesyona girildiğinin “resmen” ifadesi artık.
Resesyon ya da “durgunluk” hali sektörel olarak analiz edildiğinde ve bu fotoğraf eylül sonrası, yani dördüncü çeyrek ile ilgili göstergelerle yan yana getirildiğinde bunun, sadece resesyon değil bir küçülmeye gidiş, “depresyon”a geçiş olduğunu da söylememiz gerekli. Hatta yüksek seyreden enflasyon ile birlikte buna “slumpflasyon” da deniyor ve bu baş edilmesi zor bir kriz.
Resesyonun sektörel analizi ilerisi için neden pek iyimser olunamadığını da ortaya koyuyor. Üretici sektörlerden tarımda, sadece yüzde 1 büyüme gözlenirken sanayideki büyümenin yüzde 0,3’te kaldığı, son 15 yılın yıldızı inşaatın ise yüzde 5,3’lük küçülme ile en erken krize giren sektör olduğu görülüyor.
Üçüncü çeyrek büyüme verilerine “harcamalar” kalemi üstünden bakıldığında, döviz kurundaki artışın ihracatı biraz kıpırdatması ve devlet harcamalarının zorlanarak artırılmasına rağmen büyümenin yüzde 1,6’da kaldığı gözleniyor. Özel tüketim üçüncü çeyrekte sadece yüzde 1 büyüdü. Özellikle dayanıklı mallar tüketimindeki yüzde 24’lük sert küçülme ürkütücü. Özel tüketim yerinde sayarken, kamu harcamaları yüzde 7,5 büyüyerek temposunu korudu. Ancak kamu harcamalarının bu temposunu gelecekte sürdürme şansı yok. Bütçe disiplini iddiası, buna pek izin vermeyecek. İhracat büyümeye biraz katkı vermiş ama kurlardaki yüksek artışa karşın yetersiz.
Harcamalar optiğinden bakıldığında yatırımlarda artış değil, yüzde 3,6 gerileme var. Dolayısıyla yatırımların bıçak gibi kesilmesi önümüzdeki çeyrekte depresyona geçildiğinin bir başka habercisi.
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYİH) ABD doları bazında bakıldığında, yıllık gelir 48.8 milyar dolar azalarak yaklaşık 833 milyar dolara gerilemiş görünüyor. Bunun devamı olarak, üçüncü çeyrek itibarıyla kişi başına yıllık GSYİH da geçen yıla göre 284 dolar azaldı ve 10 bin 272 dolar düzeyine indi. Ancak Türkiye nüfusuna, sayıları 4 milyonu aşan Suriye ağırlıklı göçmenleri de katarsak, kişi başına gelirin 9 bin 700 dolar dolayına indiğini belirtmek gerekiyor.
Üçüncü çeyrek büyümesine “gelire göre” bakıldığında ise düşük de olsa büyüme, iş gücünün aleyhine seyretmiş görünüyor. Üretilen gelirden iş gücünün aldığı pay yüzde 31 dolayında. Oysa iş gücünün payı yılın ilk çeyreğinde yüzde 38 dolayındaydı.
Ekonominin resesyona girdiği, resmi GSYİH verileri ile ortaya konulurken tamamlamak üzere olduğumuz yılın son çeyreğinin nasıl bir performans ortaya koyduğu ise sır değil. Türkiye ekim-aralık döneminde yüzde 20’lerde seyreden yüksek enflasyonun eşliğinde küçülme süreci yaşıyor.
Kasım ayında tamamen vergi indirimleri tedbirinin sonucu olarak gerçekleşen yüzde 1,4’lük enflasyon düşüşüne rağmen yıllık tüketici enflasyonu yüzde 21,5 ve yılı yüzde 22 ile tamamlaması yüksek bir ihtimal. Bu yüksek enflasyonun yükselen ülkeler arasında tek benzeri, krizde olan ve IMF ile stand-by anlaşması imzalayan Arjantin --yıllık yüzde 45.
Bu yapışkan enflasyonla beraber ithalatın hızla gerilediği, bunun da ekonominin ithalat talebinin, daha doğrusu sanayinin ithal ham madde ve makine talebinin düşüşünden kaynaklandığı gözleniyor. İthalattaki hızlı azalma, büyümenin durduğuna ve hatta küçülmeye geçtiğine dair en önemli işaret. Bunun sonucu olarak da 2018’de ilk çeyrekte 16 milyar dolar, ikinci çeyrekte 15 milyar dolar açık veren ödemeler dengesi, üçüncü çeyrekte açık bir yana, 1,4 milyar dolara yakın fazlaya geçti. Bu, kuşkusuz resesyona giriş sonucu ithalatın hızla azalması ile oldu.
Resesyonu yaratan ise ortalığı donduran sert sermaye çıkışı ve döviz fiyatlarının hızla yükselişi oldu. Merkez Bankası verilerine göre resesyona girilen temmuz-eylül döneminde Türkiye’den 18,5 milyar dolar sermaye çıkışı oldu. Oysa yüksek büyüme yaşanan ilk yarıda toplamda 13,5 milyar dolar yabancı sermaye girişi olmuştu.
Şemsiyenin birden ters dönmesine yol açan yaz fırtınasında ABD ile yaşanan gerilimin de önemli bir etkisi oldu. Hızlı sermaye çıkışının yaşandığı üçüncü çeyrekte döviz pahalılaşınca ithalat neredeyse durdu ve cari denge 1,4 milyar dolar fazlaya dönüştü. Kaçan sermayeyi dengelemek için rezervlerden 9 milyar dolar, kaynağı belirsiz hesaplardan (net hata-noksan) ise 8 milyar dolar kullanılmış görünüyor.
Veriler yabancı sermayenin artık Türkiye’ye giriş yapmadığını, paranın dışarıda pahalandığını da söylüyor. Nitekim son çeyreğe ait ekim ayı döviz hareketleri, resesyondan depresyona girişin bir başka işaretini verdi. Ekimde sermaye çıkışı sürüyor ve tek bir ayda 1,5 milyar doları bulmuş görünüyor. Şemsiyenin ters döndüğü temmuz-ekim birlikte alındığında çıkış 20 milyar dolar. Bu, yabancı para girmedikçe büyümeyen Türkiye ekonomisinin, yabancı güveni sağlanıncaya kadar dibe doğru gideceğini ifade ediyor.
Son çeyreğe ilişkin resmi büyüme verisi 11 Mart 2019’da açıklanacak. Şimdiden yapılan tahminler en az yüzde 3 küçülme yaşandığı üstüne odaklanıyor. Bu da 2018 yıllık büyümesinin yüzde 2,5’i bile bulamaması demek. Uluslararası derecelendirme kuruluşlarından Moody’s daha kötümser: 2018 için yüzde 1,5 büyüme, 2019 için ise yüzde 2 küçülme öngörüyor.
Yeniden büyüme anlamlı yabancı sermaye girişine bağlı. Yabancıların yeniden giriş yapması ise içerideki göstergelerin, başta da enflasyonun iyileşmesine ve risk üreten Türkiye’nin risk priminin 400’lerden en az 200’lere kadar gerilemesine bağlı. Bu ise daha çok zaman alacağa benzer.