Atilla Yeşilada / paraanaliz.com
Dün Sevgili Abim, Başbakanım ve rol modelim Binali Yıldırım’ı dinliyorum: “Spekülatörlerin, karamsar senaryo üretenlerin heveslerini geçtiğimiz 15 yılda kursaklarında bıraktık…Türkiye, düşmanlarının bütün beklentilerini boşa çıkarmıştır. Bize diz çöktürmeye gelen emperyal güçler ve onların örgütlerini yerle bir ettik. Hamdolsun Türkiye bugün kararlılıkla geleceğe yürüyor.”
Gözlerim yaş dolu, “Sen söyle bu alçaklara Binali Abi!” diye mırıldanırken, öte yanda da Borsa’da mal boşaltıp TL şortluyorum. Hakikaten de sevgili hükümetimin süper-teşvik paketi sayesinde artık ışık hızında büyüyecek bu güzel ekonomimi kimse tutamaz, zaten bunu gören iğrenç emperyalist maşası spekülatör “Ula… cari açık GSYİH’nin %7’si, enflasyon da %15’e fırlayacak, Babalara geldik” diye köküne kadar TL satıyor.
Sabah uyanıyorum, dostlar “kahvaltıda okursun” diye, sevineceğim bir haber e-maillemişler: “Bir dev daha kredi yapılandırmasına gidiyor. Ünal Aysal’ın şirketinin kredi yapılandırmasına gittiği belirtildi”.
Teşvik filan palavra, ekonominin temeli çöktü, gerisi çorap söküğü gibi gelecek. Hükümetin tek çaresi acilen erken seçime gidip, ardından da halkın ebesini ağlatacak bir kemer sıkma ve IMF’ye şirin gelecek “yapısal reform programı” ile gemiyi su almaktan kurtarmak.
Önce Yıldız Holding, sonra Doğuş Grubu ve şimdi de Ünal Aysal’ın şirketleri kredilerini ödeyemedikleri için bankalarla pazarlığa girişiyor. TBB Başkanı ve Ziraat Bank GM Hüseyin Aydın holdingler lime lime dökülürken, kariyerinin en talihsiz açıklamasını yapıyor: “Önemli olan, yapılandırma isteyen şirketlerin güçlü teminat yapılarının olması, güçlü üretim değerlerinin olmasıdır. Ödeme niyetlerinin olmasıdır. Yoksa yapılandırma ne ayıp, ne de suç! Ne banka hakkından vazgeçiyor, ne de şirketler”. Ehh, bunu duyan KOBİ, esnaf da “bana da, bana da” diye banka kapısına yığılmaz mı?
Basında çok suçlama ve komplo teorisi var, ama Türkiye şartlarında iyi yönetilen, global vizyonu olan ve farklı işkollarında faaliyet gösteren 3 şirketler grubunun kredileri zamanında ödeyemeyeceklerini ilan etmeleri, “sistemik”, yani lenflere yayılan bir marazla karşı karşıya olduğumuzun acı bir ifadesi.
Nedir bu maraz? Bir değil bir çok ufak hastalık bağışıklık sistemimizi çökertti, sıralayayım:
*TL’nin sürekli devaluasyon yemesi finansman giderlerini göğüslenemez boyuta taşıyor.
*“Milli ve yerli Türkiye” gazına gelen patronlar aşırı yatırım yaptı, çok fazla kaldıraç kullandı. Nakit akımı beklentileri karşılayamıyor.
*Ankara’nın OHAL’de israrı, hergün değişen mevzuat ve ekonomiye öküzce müdahaleler iş ortamını mayın tarlasına çevirdi.
*Global konjünktür yüzünden sürekli yükselen finansman maliyetleri çarkı döndürmeyi imkansız kıldı.
İddia ediyorum, Yıldız, Doğuş ve Yeni Elektrik Üretim A.Ş. buzdağının görünen kısmı. Bakın JCR Türkiye Direktörü Onur Ökmen ne diyor:
“Brüt dış borç toplamının milli hasılanın yarısını aşmış durumda olması dikkatle izlenmesi gereken bir seviyedir: Hacimsel bazlı ekonomik büyümeler, iç tasarruf yetersizliği ve cari açık sorunu olan, kredi hacminin üst sınırını aşan ülkeler açısından her zaman stres kaynağıdır. Mevcut sınırlı kaynakların doğal kapasiteleri aşırı yüksek ekonomik büyüme için suni olarak zorlanması nedeniyle dış borçlar artmaktadır”.
İşte bu nedenle açıklanan süper-teşvik paketleri, her gün faiz indirmeyen bankaları azarlamak ve faizi kesecek yeni paket üstünde çalışmak, piyasaları sevindirmez, anasını ağlatır. Türkiye’de kalan bir avuç yabancı da satar çıkar, Onur Ökmen’in bahsettiği yüksek brüt dış borcu daha da artırarak kaçan sıcak parayı telafi etmek zorunluğu doğar.
Yapmazsanız ne olur? Onun da cevabını veriyor Onur Abi: “Fiyatlar ve faiz oranlarının istikrar kazanmasında, öncelikle döviz kurunun istikrar kazanması gerekmektedir: Döviz kurları diğer değişkenlere göre içsel değil çok daha dışsal konumda olup yönetimi daha zordur.
Döviz kurlarında meydana gelen değişmelere, enflasyon ve faiz oranının tepkisi çok daha yüksek olmaktadır. Bu bakımdan, fiyatlar ve faiz oranlarının istikrar kazanmasında döviz kurunun istikrar kazanması kesin olarak belirleyici unsurdur”.
Yaranın kangren olmasına bir adım kaldı, Sayın Seyirci. Halen Hüseyin Aydın’ın söylediği gibi bankacılık sistemi bu yeniden yapılandırmaları bünyeye fazla zarar vermeden, ekonomiye sağladığı kredi akımını kesmeden göğüsleme gücüne sahip. Ama gelecek yıl dağ gibi yığılan yeniden yapılandırma taleplerinin şu neticelerini göreceğiz:
*Bankaların aktif-pasif vade uyumu bozulacak. Yani borç verdikleri parayı geri alma süreleri uzayacak.
*Likidite daraldığı için ya daha fazla borçlanacaklar, ya da daha az kredi verecekler.
*Karlılıkları azaldığı için sermaye yeterlilik rasyoları düşecek.
*Bir türlü takipteki alacaklar probleminin görünenden daha ciddi olduğunu itiraf etmedikleri için kreditörlerin şüpheleri tırmanacak, bize krediyi daha pahalıya satacaklar.
Bakın, reel sektördeki sıkıntı bir kez banka bilançolarına sıçradı mı, hastalık yalnız ameliyatla iyileşir. Yani, devlet devreye girer ve bankaları da kurtarmak gerekir. Bu tecrübeyi 2001’de yaşadık; İstanbul Yaklaşımı’na şahit olduk. Ekonomi yıllar sürecek bir habis düşük büyüme dengesine oturdu.
İşte bu yüzden ekonomi “aman erken seçim” diye çığlık atıyor, feryat ediyor. Erken seçim neyi değiştirir ki? AKP iktidarda kalsa da, yerine başka bir parti(ler) gelse de, bu şuursuz “ölümüne büyüme” politikalarını terkedecek. Bütçe harcamaları kesilecek, TCMB faiz artıracak, yapısal reformlarla ülkeye daha fazla sermaye cezbedilecek. Gerekirse IMF ve Dünya Bankası devreye girecek, sistemde kolestrol plakaları gibi biriken ödenmeyecek krediler Üçlü Fedakarlık’la tasfiye edilecek.
Kimdir fedakarlığı yapacak olanlar?
*Özel sektör—Malının bir kısmını bankalara kaptıracak.
*Bankalar: Birkaç sene kar ve temettü yok.
*Devlet, yani sen Ey Yüce Vergi Mükellefi: Para bayılıp sistemde kaybolan likidite ve güveni tesis edeceksin.
Şimdilik, kemoterapi yeteri, 2019 Kasımı’na kadar beklersek, neşter gerekecek.