Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, Rotahaber'den Yonca Kaya Şahin'e verdiği mülakatta, 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını değerlendirdi. Dumanlı, "Halk Tayyip Erdoğan'a "one minute" dedi" ifadesini kullandı.
İşte Yonca Kaya Şahin'in Ekrem Dumanlı ile söyleşisi:
-Koalisyon alternatifleriyle ilgili ilk öngörüleriniz ne yönde?
Biraz politik olacak ama hayırlısı olsun diyorum ben. Halkın verdiği mesajı yansıtan bir formül bulunsun diye düşünüyorum.
HALK TAYYİP ERDOĞAN'A one minute DEDİ
-Halk ne mesaj verdi?
Halk AK Parti'ye 13 yıl sonra artık seni tek başına iktidar görmek istemiyorum dedi. Bu çok net bir mesaj. Neden? Çünkü 400 milletvekili motivasyonuyla başlandı. Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Bakanlar, devletin bütün imkanları devletin kanalları haber ajansları, havuz medyası diye tabir edilen bütün bu imkanlar seferber edildi büyük bir propaganda yapıldı, çok paralar harcandı, bilboardlar şunlar bunlar… Oy istendi, önce 400 milletvekili, olmadı 330, olmadı 276 dendi. Halk 400'ü de vermedi, 330'u da vermedi, 276'yı da vermedi. Dedi ki seni ben tek başına iktidar görmek istemiyorum. Diğer mesaj ise 'koalisyon kurun ve uzlaşın' mesajıydı. 'Memleketi kavgasız gürültüsüz yönetin' dedi. Ama bunu yaparken AK Parti'yi de dışarıda bıraktı. 'Sana kırmızı kart gösterdim' dedi. Halk Tayyip Erdoğan'a da "one minute" dedi. Anayasanın sana tanıdığı yetkiyi aştın, yasaların sana verdiği yetkiyi aştın. Her şeye müdahale ettin. Merkez Bankasına müdahale ettin, efendim BDDK'ya müdahale ettin, AK Parti'ye müdahale ettin. Hem cumhurbaşkanı, hem başbakan, hem genel başkan, hem bakan hem bilmem ne… Yani halk dedi ki artık "dur". 'Biz seni sevdik, destekledik, bir yere getirdik ama bu kadar olmaz' dedi. Bu mesaj doğru anlaşılmalı ki, bu mesajların yansıdığı bir koalisyon olmalı. Aksi halde milletin içine sinmez bu. Milletin emanet olarak verdiği bütün partilerin de içine sinmez bu. Bugün koalisyon anlamında 8-10 tane alternatiften bahsediliyor. Ne olursa olsun fark etmez. Halkın dediğine uygun bir koalisyon olsun yeter ki.
-Bu noktada MHP ve CHP'de çok ciddi oy artışı yaşanmadı. Halkın bu iki partiye mesajı nedir?
MHP'de bir yükseliş var. 2011 genel seçimlerine kıyasladığımız zaman MHP'de ciddi bir yükseliş var. Hatta MHP kaybettiği yerleri yeniden kazanmaya başlıyor. MHP'nin bu açıdan da ilginç bir yanı var. MHP nereyi kaybetmişti? Genellikle Orta Anadolu'nun, milliyetçi muhafazakar kesimin desteğini AK Parti'ye kaptırmıştı. Sahil kesimlerinnden çekilmişti. MHP yeniden mitinglerine de bakacak olursanız Kayseri'de Kahramanmaraş'ta, Yozgat'ta, Sivas'ta, Konya'da, Erzurum'da yeniden bir şahlanma görünüyor ki, eğer o izi takip edebilirlerse MHP çok daha büyük bir alternatif haline gelebilir. MHP'nin kaybı daha çok İstanbul'dadır. Türkiye genelinde yüzde 17 oy alıyorsunuz, İstanbul'da yüzde 10 oy alıyorsunuz. HDP ile MHP arasında şu kadar puan fark var deniyor ama o İstanbul'dan kaynaklanıyor. İstanbul'da da MHP'nin oy oranı yüksek olsa, milletvekili sayısı daha çok olacak. Şimdi MHP'ye de CHP'ye de insanlar olumlu bakıyor. Özellikle CHP'ye de olumlu bir bakış var. En az birkaç puan CHP'den, Selahattin beyin tabiriyle 'emaneten' HDP'ye geldi dedi.
TAYYİP ERDOĞAN'A VERİLEN OY DA EMANETTİR
-Yüzde 1 bile emanet oy varsa bizim için kıymetlidir demişti sayın Demirtaş…
Aslında bütün oylar emanettir. Ben bu siyasetçilerin bu bakışına anlam veremiyorum doğrusu. Tayyip Erdoğan'a verilen oy da emanettir. Vatandaş şöyle yapar, ANAP'a Turgut Özal'a oy verir, der ki bak bu oyumla şunları yap. Eğer yaparsa devam eder. Baktı ki olmuyor, der ki emaneti senden aldım. Bizim siyasi kültürümüz zayıf. Bir seçimi ölüm kalım meselesi sayıyoruz. Öyle değil. Halk sizi seçer. Siz neye talip olursunuz? "Ey halkım ben sizin vergilerinle bir bütçe yapacağım, bir de bir yönetim yol haritası belirleyeceğim, seni de iyi yöneteceğim" der siyasi partiler. Vatandaş da derki "tamam zaten patron benim, patron ben olduğuma göre seni seçtim. Beni yönetemezsen derim sen hele şurada bir bekle biraz da bunu deneyelim." Patron vatandaştır. Hükümetten düşen bunu adeta bir hayat memat meselesi haline getiriyor. Vatandaş beklemeye alır tekrar çağırır, Süleyman Demirel'i defalarca çağırdığı gibi. Sana bir ders verir. Der ki "senin bu politikalarını beğenmiyorum. Seni dün desteklemiştim ama bugün desteklemiyorum. Aklını başına devşir."
VATANDAŞ PATRONDUR, NANKÖRSE PARTİLER NANKÖRDÜR
Şimdi ben bakıyorum AK Parti'de aynen eskiden CHP'nin eleştirildiği tepkiler var. "Halk değerimizi anlamadı, nankör vatandaş" diyorlar. Vatandaş patrondur. Nankörse, partiler nankördür. Parti yöneticileri nankördür. Vatandaş dedi ki, "Sana ben 13 sene içinde defalarca anahtarı teslim ettim fakat son teslim ettiğimde anahtarı, arabayı çalıştırdın ama arabanın motorunu arızalandırdın, lastiğin havasını indirdin, seni alıyorum ben bu koltuktan, bu arabayı başka birisine vereceğim, o sürsün o tamir etsin." Bunu içine sindirmesi lazım insanların. Yani sonuçta vatandaş bir emanet veriyor. Yani herkesin oyu emanettir. Selahattin Demirtaş'a verilen oylar da Devlet Bahçeli'ye verilen oylar da Recep Tayyip Erdoğan'a verilen oylar da emanettir
-Bu iktidarı önceki seçimlerde kişisel olarak hep desteklediniz, hatta "17-25 Aralık olmasa Ekrem Dumanlı yine Erdoğan'ın uçağına binerdi" diye yazıldı.Siz AK Parti'ye önceki dönemlerde kayıtsız şartsız destek mi oldunuz? Hiç eleştirmediniz mi?
Öncelikle Zaman Gazetesi 29 yıllık bir gazetedir. AK Parti yokken, Zaman Gazetesi vardı. O yüzden AK Parti ile özdeşleşme algısı yanlış. Şöyle bir algı oluşturuluyor. 'AK Parti Zaman Gazetesi ile beraber kuruldu veya daha geniş tabirle "cemaatle" beraber kuruldu.' Halbuki Erdoğan yokken de cemaat vardı. Şimdi tırnak içinde kullanıyorum, "cemaatin", ben bu tabiri çok kullanmıyorum, "camia" demeyi tercih ediyorum. Camiadan da kastım her siyasi görüş ve sosyal gruptan insanların olduğu gönüllüler hareketidir. Ne girerken dilekçe verirsiniz, ne de çıkarken istifa mektubu verirsiniz. Bu kadar basittir. Öncelikle Zaman Gazetesi olarak kimleri desteklemişiz dönüp bir bakmak lazım. Mesela biz Özal'ı da desteklemişiz. Türkiye'de demokratikleşme, özgürlükler konusunda kim öne çıkarsa, bu bütün siyasi partiler için geçerli, camia onu desteklemiştir. Erdoğan'ı da tam bu yüzden desteklemiştik. Şimdi bir ayıpmış gibi dikte ediliyor ya, ben de diyorum ki sadece biz desteklemedik, demokratlar, liberaller, sağcılar, solcular, Aleviler, Kürtler, Avrupa Birliği yani herkes destekledi. Ama 2010 referandumundan sonra bir U dönüşü oldu. 17 Aralık'tan sonra değil, 2010'daki yüzde 58 gibi muazzam bir başarı bir güç zehirlenmesine döndü. Adeta kendisini destekleyen en uzak daireden en yakın daireye kadar insanları dövmeye başladılar. Kopmaya başladı insanlar. Dalga dalga herkes desteğini geri çekti.
Çünkü siyasi reform düşüncesi demokratikleşme düşüncesi, Kopenhag kriterleri, insan hakları gibi konular bir kenara itildikçe, bizim de desteğimiz azaldı. İnsanların unuttuğu bir şey var. İlişkilerimizin en iyi olduğu dönemlerden birisinde, Türkiye'de bir terör olayından dolayı, bütün Türkiye'deki gazetelerin yayın yönetmenleri ve patronları Başbakanlığa toplantıya çağrıldı. Orada kim ne konuştu herkes çıksın konuşsun. Kimin eleştirdiği eleştirmediği anlaşılsın. O gün bazı yayın yönetmenlerinin bazı medya patronlarının Tayyip Erdoğan'a "efendim biz yanlış yaptık, bize hükümetten bir bakan gösterin, bu işleri yayınlarken ona soralım" demeleri üzerine o salonda iki gazeteci dışında hiç kimse konuşmamıştır. Birisi sağ olsun Allah rahmet etsin, Mehmet Ali Birand, "ben patronuma katılmıyorum" dedi. Diğeri Yasemin Çongar'dır. O da Ahmet Altan'ın ve Hasan Cemal'in üstü kapalı eleştirilmesine haklı olarak çok mert ve düzgün ifadelerle Başbakan'a söyleyeceğini söyledi. Ben de o gün hiç konuşmama sözü vermeme rağmen, bir söz alarak mecbur kalıp, "Sayın Başbakan biz gazeteciyiz, terör olaylarını nasıl vereceğimiz bizim mesleğimizle ilgili, bize mesleğimizi hiç kimsenin bir bakan dahil öğretmeye hakkı yoktur. Siz esas bize şunu söyleyin. Nasıl oluyor da bir örgüt, bir karakolumuz basarak onlarca askerimizi şehit ediyor. Sıfır zaiyatla dışarı çıkıyor. Bizim yüreğimiz yanıyor. Siz önce buna cevap verin. Herkes çıkışta "ya sen nasıl konuşuyorsun" dedi. Ben halbuki her zaman böyle konuştum. Biz hiçbir zaman goygoyculuk yapmadık. Basit bir ölçü vereyim. Her gazete bazı yazarlarını iktidar istediği için kurban etti. Hodri meydan diyorum, 10 yıl boyunca iktidar istediği için bir muhabirimizi, bir yazarımızı feda etmiş miyiz? Bir yazarını bile feda etmemiş tek gazete Zaman'dır. Bir tanesini bile feda etmedik. Bize de şikayet etmişlerdir. Efendim serzenişte bulunmuşlardır. Bu ne yazıyor demişlerdir. O günlerde şikayet edilmedik yazarımız yoktu. Bunu neden çalıştırıyorsun diye hatta bu kafirlere neden para ödüyorsun diye şikayet ettiler. Sonra aldılar aynı insanları bize karşı kullandılar. Daha açık bir şey söyleyim. Hep sol kökenden gelen arkadaşlar özeleştiri deyip üstümüze çullanıyorlar. Bir de siz özeleştiri yapın. Sol diye bilinen bir gazetede bir sağcı adam yazı yazsın da göreyim. Biz işimizi yapıyoruz onlar da işlerini yapsınlar. Daha öte şeyler söylerim de bazı insanlar kaldıramaz. Ama sorarsanız ben ikili görüşmelerde de toplu görüşmelerde de eğriye eğri doğruya da doğruyu her zaman söyledim. Eleştiri yaptık. Gazetede eleştiri yayınladık. Yüz yüze de söyledik. Hatalar çoğaldıkça da eleştirilerimizin dozu arttı. Ne yapmalıydık yani? Gezi olaylarının ilk günlerinde destek vermişiz. Buna bozuldular. O güne gitsek yine desteklerdik. Orada dedik ki insanları anlayın. Bu insanların, bu gençlerin bir istekleri var. Bizim söylediğimizle o gün Abdullah Gül'ün söyledikleri arasında bir fark yoktu. Bülent Arınç'ın söyledikleri arasında bir fark yoktu. Hatta şu anki Kültür Bakanı Ömer Çelik'in söyledikleri arasında bir fark yoktu. Sonra herkes Tayyip Erdoğan korkusundan bir çark etti. O çocukların üstüne çullandılar. Ama bize niye bunlara sahip çıktınız yoksa arkasında siz mi varsınıza kadar bir cinnet senaryosu yazdılar. Biz doğruyu söylemek zorundaydık ve söyledik.
BİZ YÜREĞİMİZLE YAŞAYAN İNSANLARIZ
-Gazetenin yayın politikasıyla ilgili olarak hiç özeleştiri yaptınız mı? Keşke şu manşeti atmasaydım dediğiniz bir durum var mı? Mesela Ergenekon ve Balyoz konularında…
Biz yüreğimizle yaşayan insanlarız. Neye inanmışsak onu yazdık. O gün inandığımızı yazdık. Biz Ergenekon meselesine de yürekten inandık hala da inanıyoruz. Ergenekon konusunda insanlar bilmeden konuşuyor. Biz mahkeme değiliz savcı değiliz biz o gün ne gördüysek onu yazdık. Bunu sadece biz değil, bütün Avrupa Birliği belgelerinde bunun demokrasi için bir fırsat olduğu vesayet sisteminden kurtulmak için bir fırsat olduğu söylendi. Ki ben buna da inanıyorum. 17 bin tane faili meçhul cinayetin olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Sayısı bilinmeyecek Seferberlik Tetkik Kurulu'nda çalışan on binlerce insandan bahsediyoruz. Gladyo denilen bir sistemden bahsediliyor, kontrgerilla denilen bir sistemden bahsediliyor, yıllar boyunca yazarlar politikacılar öldürülmüş. Susurluk'un hesabı sorulamamış. Hrant Dink öldürülmüş. Susurluk'ta Meclis Araştırma Komisyonu'na gelmeyen Veli Küçük, Hrant'ın ailesi diyor ki bu adam sorumludur, doğru mu bilmiyoruz ama devlet bu adamı karakola çağıramıyor. Ergenekon soruşturmasıyla bir askeri vesayetin adalet huzuruna çıkarılması söz konusuydu. Biz bunu destekledik. Sonuçta ortada bir olgu var. Nedir o olgu? Ümraniye'de bombalar bulunmuş soruşturma başlatılmış ardından insanlar silahlarıyla dokümanlarıyla planlarıyla ortaya çıkmış. Biz bugün de olsa bu davanın doğru olduğunu düşünüyoruz. Hiç kimseye haksızlık yaptığımızı da düşünmüyoruz. Kimse somut bir şey gösteremiyor. Mesela Hürriyet için örnek verilir "411 el kaosa kalktı" manşeti. "Vay şerefsiz" manşeti. "Muhtar bile olamaz" manşeti. Bir kimse kalkıp da Zaman Gazetesi'yle ilgili böyle bir örnek vermiyor. Ben diyorum söylesinler neymiş?
DİKTATÖRYAYA KARŞIYIZ
-Genel tavır olarak bir eleştiri var sanırım.
Hayır hayır. Tavır çok net. Bugün nasıl sivil vesayetin bir diktatöryaya dönüşmesine karşı çıkıyorsak o gün de askeri vesayetin diktatöryaya dönüşmesine karşıydık. Bu memlekette 60'ta darbe oldu. 60 ile 63 arasında 15 tane darbe teşebbüsü var. Meclis kararıyla Talat Aydemir'i idam ettiler yanındaki subayıyla beraber. Ondan sonra 71'de muhtıra var 80'de darbe var, 28 Şubat var, 27 Nisan var.. Hangi ordudan bahsediyoruz. İçinde daima cuntaların bulunduğu… Maalesef üzülerek söylüyorum. Ben 1980 darbesini gördüm yaşadım. Anlatamayacağım şeyler vardı. Sanki orduda hiç cunta yoktu. Öyle konuşuyorlar ki… Sen önce bir özeleştiri yap. Sen niye Ergenekon'a karşı çıkmadın?
-MHP'liler Engin Alan özelinde, CHP'liler Mustafa Balbay ve birkaç isim daha özelinde itiraz ediyorlar.
Kim neye tepki gösterirse göstersin, beni ilgilendiren şudur, biz uydurma haber yapmadık, yalan haber yapmadık, mahkemeye intikal etmemiş herhangi bir unsuru haberleştirmedik. Ben işin gazetecilik kısmındayım. Efendim savcı şöyle bir hata yapmış… Ee bana ne efendim. Yapmasaymış… Yaptıysa da hesabını versin. Ben gazeteciyim. Haber yapmışım. Gazeteciler konusunda daha dikkatli olmak lazım mı, fakat bizim de hissiyatımızı da iyi anlamak lazım. Çünkü hiçbir darbeyi "sadece askerler" yapmamıştır. Yani bu işin bir ucunda askerler var bir ucunda da medya var. Hasan Cemal, "Cumhuriyet gazetesindeydim" diyor, "Darbe oldu, o güne kadar beraber çalıştığım bir gazeteci o gün subay elbisesiyle geldi. Meğer askermiş" diyor. Askerlerin bir ayağı daima gazetelerin içindeydi. Biz olaya şüpheli baktık. Dedik ki acaba bu işin içinde bunlar da var mı? Şüpheyle yaklaşmamızı makul karşılamak lazım. Yoktur diye kestirip atacak durumda değiliz. Kimse de kestirip atamaz. Palavraya gerek yok. Sanki biz Norveç ordusundan bahsediyoruz.
Abdullah Gül'ün eşinin başı kapalı diye muhtıra verenler gökyüzünden mi indi, hayali varlıklar mıydı?
Tayyip Erdoğan Ergenekon'la mücadele etti. Bürokratlara, savcılara hakimlere cesaret verdi sonra bir suçüstü pozisyonu ortaya çıkınca dönüp bu insanlardan yardım istedi medet umdu bu insanları akladı. Aklanmış mı oldular yani? Bence tam da aklanmadılar. Çünkü somut bazı şeyler var…
-Algılar çok iyi çalıştırılırsa olguların önüne geçebiliyor…
Algı geçicidir, olgu esastır.
-Orduya kumpas kuruldu denildi…
Kumpas kuruldu diyen arkadaşın en başta hesap vermesi lazım. Attığı tweet yazdığı yazı ortada. "Cemaatin herhangi bir ferdinin tırnağını Ergenekon'un tamamına değişmem" diyordu. Ne oldu da şimdi kumpas diyor. Ben ona bir soru sordum. 28 Şubat'ta hangi görevdeydin dedim. Ben kendisine sordum bunu.
GAZETEDEKİ ARKADAŞLARI TOPLADIM BİR GÜN
-Ne cevap verdi?
Doğru düzgün bir cevap veremedi. "O gün oyalıyorduk" falan dedi. Ergenekon'un bir ayağı boş kaldı. Bu insanlar camilere girdiler belki namaz kıldılar bizimle beraber. Birçok cemaatin, tarikatın arasına partinin içine dağıldılar. Bu insanlar hep bazıları bilindiği halde, belki düzelir diye, hoşgörüyle sabredildi. Ama şimdi bakıyorum herkesten çok bugün onlar taşlıyor cemaatleri tarikatları.
Ben gazetede arkadaşları topladım bir gün. Dedim ki "10 yıldır beraber çalışıyoruz. Bir kerecik olsun bile bile yalan yazmanıza dair benden bir talimat aldınız mı? Bile bile biz yalan yazdık mı? Yazdıysak Allah bizi kahretsin" Dediler ki yok Allah var böyle bir şey olmadı. Ben ahirete inanan bir insanım. Hepimiz inanıyoruz. Bile bile yalan iftira yanlış yazalım daha sonra bir şekilde düzeltiriz demedik hiçbir zaman…Bu işin basın yasasına bakan yönü var atlatırsın, etik ilke yönü var, bunların hiç biri umurumuz da değil, yarın ahrete gittiğimizde bile bile yalan söylemek, iftira etmek hatta bunu İslami kılıfa sokmak vebalini nasıl yükleniriz? Bu büyük bir günahtır. Bugün bize dünya kadar hakaretler ediyorlar. Geçenlerde bir medya yöneticisi bana dedi ki, "Zaman Gazetesine bakıyorum bu kadar yoğun baskı altında hakaretlere aşağılamalara maruz kalıyor. Ben hep bakıyorum ki Zaman bunlara nasıl cevap verecek. Tebrik ediyorum. Her gün Zaman'ı açıyorum. Siz de hakaret edebilirsiniz ama soğukkanlılık ile gazetecilik ilkelerine uyuyorsunuz. Eğer bir gün öfkenize kapılıp böyle bir şey yapsaydınız, 20 yıl kabus gibi arkanızdan gelecekti. Bakın Hürriyet'in kabus gibi manşetleri var. Bırakmıyor peşini." Biz o gün bugündür vicdanımızla gazetecilik yapıyoruz. Allah'a hesap vereceğiz. Bazen yazdığınız bir bilgi sonradan yanlış çıkabiliyor. Bunu düzeltmenin yolları var. Yazıyı yazı düzeltir. Böyle şeyler olabilir bu meslekte. Ama ben kasemle söylerim bile bile hiçbir kişi bize azılı düşmanlık yapmış bile olsa, o kişi hakkında yalan yazmadık. O yüzden vicdanımız rahat.
CEMAAT YALNIZ MI KALDI?
-Bu süreçte yalnız mı kaldınız?
Öncelikle ben tamamen kendimi yalnız hissetmiyorum. Biraz insanlık tarihine baktığımda da bunların genellikle böyle olduğunu düşünüyorum. İnsanlar tercihlerini genelde güçten yana kullanıyor. Hele hele Türkiye gibi devletlerin kanun dışına çıkabildiği ülkelerde haktan yana mısın güçten yana mısın dendiğinde insanlar genelde gücü tercih ediyorlar. O yüzden de bizi yalnız bırakan insanların çoğuna kızgın falan da değilim. AK Parti'de çok önemli bir görevde bulunan birine rastladım bir yerde. Adam boynuma sarıldı ve ağladı. Dedi ki, "Sizin gözaltına alınışınızı evde eşimle beraber seyrettim. İkimiz de hıçkıra hıçkıra ağladık. Dedik ki niye biz buralara savrulduk. Bu yapılan zulüm değil midir? Ama gelemezdik. Bunu da kamuoyu huzurunda söyleyemem ben. Söylediğim an biterim. Şu an AK Parti'de şu görevdeyim. AK Parti'deki görevim bu, bürokrasideki görevim bu…" Şimdi bizim gibi toplumlarda, devlet gücü çok hoyratça kullanıldığından dolayı insanlar "hak mı güç mü" diye tercihe zorlandığında gücü tercih ediyorlar. Bu işlerde esas olan "El hakkuya'luvelayu'la aleyh".. Yani hak yücedir, güçlü olan haklı değildir, haklı olan güçlüdür. Bazı insanlar camiaya öteden beri düşman, bazıları düşman ama düşman olduğunu söylememişler, halkın ekseriyeti endişe duyuyor, kendisinden zulmedileceğinden, çocuğunun işsiz kalacağında korkuyor. Peki kalabalığın cemaat haksızdır demesi cemaati haksız mı kılar? Hayır. Ben kendimi hiç haksız hissetmedim. Biz doğru işler yaptık. Allah için yaptık, ülkemiz için yaptık, insanlık için yaptık. Bedel ödenecekse bedel ödemeye de dünden beri razıyız. 17-25 Aralık'ta yandaş arkadaşlar gibi "Haşa siz günahlardan münezzehsiniz" mi deseydik. Böyle deseydik bu çileyi çeker miydik? Böyle yapsaydı cemaat yine baş tacı olurdu. Biz yol ayrımına geliyorsunuz. Ya haktan yana olacaksınız ya da güçten yana. Cemaat haktan yana olmayı seçti. Bir kavşağa gelindi. Ya IŞİD'çi İslam anlayışına sahip olacaktık veya hala ilk baştaki gibi demokrasiden geriye dönüş yoktur, zulüm zulümdür diyecektik. Zulmü yapan namaz kılan bir insan da olsa itiraz ettik. Yezid de namaz kılan bir insandı. Haccac da namaz kılıyordu, zalimdi ama. Zulmetmek ayrı bir şey. Allah Kur'an'da bizi hep adalete çağırıyor. Türkiye'de bir dönem olur "şu komünistlerin kökünü kazısan bu ülke muazzam olur" denilir. Bu manyaklık geçer, "bu Kürtler var ya bu Kürtler bunların hepsini keseceksin" derler. Bir zaman Aleviler, bir zaman irticacılar şimdi de cemaat. Kardeşim hiç kimse hiç kimsenin kökünü kazıyamaz. Bu ülkenin rasyonalitesi budur. Bu ülkede huzur içinde yaşamak istiyorsan kanun dışına çıkmayan insanları topyekün yaftalayarak onun kökünü kazıyacağım demeyeceksin. Hadi birileri üşüttü, kafayı yedi kendi günahlarını ayıplarını kapatmak için bu çılgınlıkları yapıyor. Asıl ben bu işlerle hiç alakası olmayan bazı arkadaşların, orada sürekli kelle isteyen giyotin etrafında toplanmış öldür öldür diye bağıran insanlar gibi bağırmalarına hayret ediyorum. Eğer bizim bu durumumuz bir yalnız kalmaysa bu benim öpüp başıma koyacağım bir şey. Eğer haktan yanaysak, Cenab-ı Hak yanımızda olduktan sonra geri kalan şeylerin ne kıymeti var. İhlası tarif ederken Bediüzzaman diyor ki "Amellerinizde rıza-i ilahi olmalı o razı olduktan sonra bütün dünya küsse ehemmiyeti yok." Biz buna inanmışız.
17-25 ARALIK'I ÖNCEDEN BİLMİYORDUK
-17-25 Aralık dosyalarına nasıl bakıyorsunuz?
17-25 Aralık'ı ben şöyle görüyorum. "17-25 Aralık'ı daha önce bilmiyor muydunuz" diyorlar. Hayır bilmiyorduk. Hadi ben bilmiyorum, Sözcü gazetesi de bilmiyordu. Ona niye bir şey demiyorsunuz. Cumhuriyet niye bilmiyordu? Kimse bilmiyordu. Bu neye benziyor? Karanlık bir gecede birileri üç-beş kişi birden bir eve girmiş mücevherleri almışlar, paraları almışlar, altınları almışlar, kafalarında ince çorap, ellerinde el feneri, malı mülkü götürürken birden lamba yanmış. Şimdi aaa ne oluyor derken, Türkçe atasözü vardır, başka dilde var mı bilmem, 'Yavuz hırsız ev sahibini bastırır' denir, el feneriyle insanları dövmeye başladılar. Bazıları da diyor ki yok abi senin başındaki çorap senin bir makyajındır, elindeki fener ruhumuzu aydınlatan bir şeydir, cebindeki para ve mücevherler de sana helali hoş olsun. Orada uyanıp da sopa yiyen bazı insanlar, bir dakika kardeşim bu mücevher bizim, bu para bizim, vatandaşın parası, bir dakika arkadaş diyor. Ee siz daha önce yakındınız. Yakındık da ne yapalım kardeşim? Eğer zerre miktar bir menfaat birliğimiz olsaydı biz bu kadar cesur konuşabilir miydik? Ben şahsen söylüyorum, hazine-i hassaya girdik, altınların üzerine basa basa yürüdük, topuğumuza bir çeyrek altın bile bulaşmadı. Bulaşsaydı bugün bu kadar konuşamazdık. Herkese de söylüyorum eğer öldüğümüzde arkamızda mal mülk bırakacaksak Allah canımızı alsın, daha ne diyeyim? Şu an bizi tutuklasalar, 3 ay , 4 ay, 5 ay dayanırız, 6. ayda benim çocuklarıma 'alın bu size ekmek parası olsun ben gelmezsem kendinize bakarsınız' diyecek bir birikimim yok. Bu da benim için bir fedakarlık değil bir hayat tercihi. Özgürlüğümün de temeli bu aslında. Kimseye eyvallahım yok. Sizin tapındığınız adamlara bile ben gerçeği söylemek zorundayım deme özgürlüğüdür bu. Biraz da bize ver biz de yiyelim diyen adamlar da var. Hazır nehir akıyorken bizim testiyi de dolduralım diyen adamlar da var. Müslümanlar bir imtihan sürecinden geçti. Düşünebiliyor musunuz siyasal İslamcıların en nefret ettiği kurumlardan biri Diyanet'ti. Şimdi nasıl bir Diyanet kutsaması var… En nefret ettikleri şey devletti. Şimdi nasıl bir devlet kutsaması var… En sevmedikleri şey MİT'ti. Şimdi nasıl bir MİT kutsaması var. Ben o zaman o kardeşlerime soruyorum, nereden nereye savruldunuz? Ali Şeriati'den, Ebu Zer El Gıfari'den okuduğunuz, anlattığınız o destansı şeyler güme mi gitti? Çevre merkeze gelmek istedi insanların mağduriyetini dile getirdi fakat merkeze gelince onlar çevre olmaktan çıktı ve merkeze döndüler. Ceplerini dolduruyor, kasalarını dolduruyor, keselerini dolduruyor. Kendilerinden önceki insanlar da çevreden gelmişlerdi. Merkeze geleni merkez yutuyor. Yeni fikir geliştirilemiyor yeni düşünce üretilemiyor. Nitekim o noktaya geldik. Siyasal İslamcılar eğer takkeleri varsa takkelerini yoksa şapkalarını önlerine koyup nereden nereye geldik, devlet neredeydi şimdi nerede, banka neredeydi şimdi nerede, biz dünyaya nasıl bakardık, deyip zulüm, adalet kavramlarını düşünmeleri gerekiyor. Nasıl bir kibir halindeler. İzliyorum hepsi benim eski arkadaşım. Devlet, devlet, devlet… Hani üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğüydü. Ama ben burada AK Parti tabanını biraz ayırmak istiyorum. Bir kefenli meczup grup var, beni de ürkütüyor açıkçası, çünkü şu fani dünyada Kaddafi ve o ekibi gördüm. Kaddafi'nin katıldığı bir toplantıda ben o gençleri "birruhbiddemfedake bilmem ne" diye bağırdıklarını gördüm. Bugün Maoculuktan gelmiş bazı insanların "fedakeebi ve ummi" deyişi bana çok doğru gelmiyor. O cümleyi ashab Hazreti Peygamber'e söyler. Bir de Ortadoğu diktatörlerine bazı yağcılar söyler. Böyle küçük bir azınlık olsa bile temel kitlenin biz nerede hata yaptık, zulüm yaptık diye düşündüğüne inanıyorum. Türkiye bir kişinin bir ailenin keyfine göre idare edilemez. Tabandaki o insanlar elbet bunu sorgulayacaklar ve bu yaşananlardan bir hayır çıkacak. CİHAN