“Elazığ'a vardığımız zaman (Mahkeme Reisi) yanımıza geldi. Hoşça hasbihal ettikten sonra: ‘… Bakınız arkadaşlar… Ben vicdanımı Ankara'ya sattım. Bana as derlerse asarım, bırak derlerse bırakırım, bu sebeple siz Ankara'ya başvurup işinizi halletmeye bakın. Darılmaca yok…' demişti.”
Bu feci hadiseyi Suphi Nuri İleri anlatıyor; diğer tutuklu gazeteciler de teyit ediyor. Bahsi geçen Mahkeme Başkanı Mazhar Müfit Bey, Mustafa Kemal'in ısrarı neticesinde (biraz da korkusundan) tercihini Anadolu Hükümeti'nden yana kullanmıştı. Ve şimdi o çekingen adam, Milli Mücadele'nin önde gelen şahsiyetlerini yargılıyor, bazı sanıklar için idam cezası veriyordu.
İstiklal Mahkemeleri siyasî bir tasfiye aracına dönüşünce yargıdaki keyfîlik akıl almaz boyutlara ulaşmıştı. Zaten olağanüstü bir dönemden geçiliyordu. Özellikle Ankara İstiklal Mahkemesi'nin şımarık ve küstah cezaları dilden dile dolaşıyordu.
Farklı fikirlere mensup gazetecilerin duruşmaları gergin geçiyordu. İsmail Müştak Bey tecrübesini vesile ederek Ahmet Emin Yalman, Eşref Edip, Sadri Ethem ve Ahmet Şükrü'yü sessiz sedasız topladı: “Bizi asmak için bir falso yapmamızı istiyorlar. Gözlerinin üzerinde olduğu kimse Velid Ebuzziya Bey…” dedi. Gerçekten de Velid Bey gözünü daldan budaktan esirgemeyen bir gazeteciydi. İsmail Müştak, o gece bir başka noktaya dikkat çekti. Birkaç gün önce mahkemede Sadri Ethem, Eşref Edip'i göstermiş ve “Bu zâtla nasıl aynı suçla itham edilebilirim, ben onların fikirleriyle senelerdir mücadele ediyorum” diyerek ağlamıştı. İşte İsmail Müştak bunu hatırlatarak çok önemli bir uyarıda bulundu: “Sizler bizi asacak veya salıverecek kimselerin fikirle meşgul mü olacağını sanıyorsunuz?..”
(...)