İyi niyetli uyarılar yapıldı; ama bu ülkeyi yönetmekle sorumlu kimseler hiçbir sözü dinlemedi. Ve olan oldu. Şimdi bir yandan IŞİD belası oluk oluk kan akıtıyor; diğer yandan PKK kanlı eylemlere başladı. Onlarca insan hayatını kaybetti geçen hafta. Askerler, polisler şehit düştü. Yüreğimiz yandı. Ne var ki bu acıların yaşanacağı biliniyordu; basireti bağlanmış yöneticiler bu ülkeyi bir kaosun içine atıverdi.
Şimdilerde basiretsizliğin faturasını bırakacak masa arıyorlar. Sanki bu kargaşanın sorumlusu kendileri değilmiş gibi!
“Çözüm Süreci” denen yol haritasını hiç kimse bilmiyordu. Bir-iki kişinin yürüttüğü sürecin Türkiye'yi nereye götüreceği merak ediliyordu. Çekincesi olanları susturdular. Endişelerini dile getirmek isteyenleri linç ettiler. “Bu süreç Kürt sorununu çözmüyor; sadece PKK'yı uluslararası bir aktör haline getiriyor” diyenleri ihanetle suçladılar. Oslo'da ne sözü verilmişti, polis ve askerin tasfiye edileceği, onun yerine Öz Savunma Birlikleri'nin (ÖSB) kurulacağı iddia ediliyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri, PKK'nın yol kesmesini, kimlik sormasını, dağa militan taşımasını vs. esefle seyretmek zorunda bırakıldı. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in bu duruma üzüldüğü, müdahale etmemekten doğan durum için yasal bir düzenleme istediği konuşuldu. Haklıydı Paşa. Hükümet bu hukuki talebe bile uzun zaman kulak tıkadı. Bu arada örgüt, hiçbir dönemde yakalayamadığı güce ulaştı. Devlet içinde “Büyük Kürdistan” hayalinden hareketle “Misak-ı milli sınırları”nı genişletme planı yapan maceraperestler vardı. Sanırsınız bütün yeryüzünün Kürtleri Türk dış politikasının hayallerine ram olmuş bekleşiyor...
(...)