Emekli askeri hâkim Ümit Kardaş, ordunun sosyolojisini ve psikolojisini içeriden bilen bir isim. Askeri adli müşavir, askeri savcı ve askeri hâkim olarak 22 yıl Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapan Kardaş’a soruldu: Müzakereden yeniden çatışma sürecine girilen içinde bulunduğumuz süreçteki gelişmeleri asker hangi cepheden izliyor? İşte Cumhuriyet Gazetesi'nde yer alan Selin Ongun'un röportajı...
- Yarbay Mehmet Alkan’ın şehit olan kardeşi Yüzbaşı Ali Alkan’ın tabutu başındaki sözlerini, o anları sorarak başlayalım. Gördüğünüz neydi?
Kardeşini çok genç yaşta kaybetmiş bir ağabeyin hakikaten samimi üzüntüsünü, feryadını ve öfkesini gördüm. İnsan olan herkes bu şekilde hisseder. Bu acının üniforması yok.
- Fakat ilk kez üniformalı bir subayın feryadına, sorgulamasına tanık olduk.
Doğru. Yarbay acısını ifade ederken savaşın anlamsızlığını ve kardeşinin ölümünü sorguladı. Çok önemli bir soru sordu: Katil kim? Düne kadar barış süreci denirken bugün neden sonuna kadar savaş deniyor?
Tepkiler birikimin sonucu
- Bu ‘üniformalı sorgulama’ resmini neden daha önce görmedik?
Kürt sorunu 95 yıllık bir mesele olmakla birlikte 30 yıldır süren bu ölümler, Silahlı Kuvvetler’de de bıkkınlığa ve yorgunluğa neden oldu. Netice itibari ile bizim ordumuz zorunlu askerlik modeline dayanıyor. Öteden beri bu savaşta mağdur olan kesim, halk çocukları. Halkta da artık bıkkınlık, yorgunluk var. Bu ölümler daha ne kadar sürecek, çocuklarımız hangi amaçla, niçin ölüyorlar? Olanlarda bizi yönetenlerin kusuru, ihmali yok mu? Neden barışı sağlayamıyorlar? Bu sorular halkta olduğu gibi TSK’de de sorulmaya başlandı. İki yıllık ateşkes sürecini vatandaşla birlikte asker de yaşadı. Bu tepkiler bir birikimin sonucu.
- Yarbay’ın cenazedeki tutumu asker açısından neyi gösterdi?
Savaşa karar vermek yukarıdaki karar alıcılar açısından daha kolaydır. Ben yukarıdaki karar alıcılar hariç, sahada olanların, bire bir karakolda, arazide olan askerin, subayın ve onların ailelerinin savaş istediğini düşünmüyorum. Mart 2013-Temmuz 2015 arasında, o iki yıllık süreçte “acaba barış olabilir mi” denilen bir dönemdeydik. Herkesin bir nebze huzura kavuştuğu noktadan gerekçesi pek inandırıcı olmayan bir çatışmaya geçilmesi sorgulanır. Çatışma nasıl başladı? Suruç katliamının ertesinde iki polisin ensesine kurşun sıkılmasıyla. Bu iki olay arkasındaki mizansen, güç nedir; bunu sahiden biliyor muyuz?
- Sahadaki askeri personel yeni çatışma sürecine böyle bakıyor mudur sizce?
Silahlı Kuvvetler bünyesindeki sahadaki personel elbette ordunun geleneksel doktrini ile yetişiyor. Tabii ki o eğitim sistemiyle yetişen personelde bu bariyerler birdenbire ortadan kalkmıyor. Ama insani bir durum var: Ölüyorsunuz, yeniden ve yeniden ölüyorsunuz.
- Sahadakilerde “ben neden ölüyorum” sorgulaması var mıdır?
Elbette vardır. Çünkü ölüyorsunuz. Zaten bunun olduğu, ailelerin tepkilerinden de belli. Tabii ki sorar insanlar: Ben neden ölüyorum? Bitmeyen, içte kanayan bir yara. Niye bu ölümleri çözemiyoruz? Aynı filmi neden tekrar görüyoruz, niye çocuklarımız ölüyor? Bu artık sorgulanıyor.
- Neden sonra artık?
Artık sorgulanıyor çünkü ölümlerin durdurabileceğini gördü insanlar. “İki, üç yıl ölüm olmadı, yöneticiler neden bunu sağlamıyor?” duygusu var artık. Ve bu hissiyat askere giden gençlerde de var, Yarbay’da da vardı. Katil kim? Evet biri vurdu. Katil sadece o mu? Yoksa 95 yıldır bunu görmezden gelip iktidarları için bunu araçsallaştıranlar mı?
- Yarbay’ın “Düne kadar çözüm diyenler ne oldu da sonradan savaş diyor” sözleri, ordunun yukarı katlarında nasıl kabul görür?
Karargâh, üniformalı birinin bu gibi konularda konuşmasından, gündem olmasından çok hoşlanmaz. Diğer yandan Yarbay’ın sözlerini dolaylı olarak TSK kendisine yönelik bir eleştiri gibi de kabul edebilir. Çünkü operasyon yapıyor ve savaşın aygıtı o. Bir de şu var: Silahlı Kuvvetler’de çok katı bir hiyerarşi olduğu için piramidin yukarısında ne düşünülüyorsa konjonktüre göre aşağısı oraya hemen adapte olur. Bu çok belirgindir.
- Konjonktüre göre şu anda yukarısı ne düşünüyor?
AKP kanadının “Orduya kumpas kuruldu” sözleriyle Balyoz, Ergenekon süreci başka bir aşamaya geçse de ordunun çok ciddi bir travması var. Fakat bu travmalarına rağmen iktidarın tek kişinin elinde toplanmasından ve bu kişinin ordu dahil bütün kurumlara hükmedecek pozisyona gelmesinden ordunun çok hoşnut olduğunu sanmıyorum. Fakat yeni bir pozisyon da oluştu. 17 ve 25 Aralık’ın yarattığı sıkışmayla Erdoğan, Silahlı Kuvvetler ile uzlaşmaya gitti. Belki ordu şu anda bundan yararlanıyor olabilir.
Türkiye’nin yeni çıkmazı
- Nasıl olabilir?
Erdoğan çok güçlü gözüküyor ama bir o kadar da tehdit altında ve zayıf. Zaten o nedenle 17 ve 25 Aralık sonrası Ergenekon ve Balyoz’da “kumpas kuruldu” gelişmelerini yaşadık. Şu anda Erdoğan kendi siyasi ikbali ve AKP’nin tek başına iktidar olabilmesi için bu süreçten memnun, bunun yanı sıra Silahlı Kuvvetler’in Kürt sorunu konusundaki güvenlikçi bakışını değiştirdiğini sanmıyorum. Ordu, Suruç sonrası yaşananlarla tanklarıyla, bütün gücüyle tekrar alana girdi. Geçici yasak askeri bölgeler kuruyor. Bu ne demek? Bu gidiş, orduyu ülke yönetiminde tekrar güçlü hale getirir. Erdoğan şu anda belki de orduya muhtaç durumda. Asker “Şurada operasyon yapılması gerekebilir, şunları imha etmeliyiz” düşüncesindeyse, Erdoğan buna pek hayır diyecek durumda değil. Çünkü bu hali kendi pozisyonu için yararlı gördü. Şu anda böyle bir Erdoğan-ordu buluşması var. Bu da Türkiye’nin çıkmazı.
- “TSK’nin siyasete müdahale ettiği günler bitti, artık darbe olmaz” sözünün sizdeki yeri nedir?
Yok öyle bir şey. Ne değişti? Genelkurmay Başkanlığı’nın özerkliği sona mı erdi? Milli Savunma Bakanlığı halen içi boşaltılmış bir bakanlık değil mi? “Cumhuriyeti demokratikleştireceğiz” diyen yeni nesiller mi yetiştirdiniz? Eğitim sistemini mi değiştirdiniz? Hayır. Ordu kapalılığıyla, Sayıştay denetiminden muaflığıyla, eğitim sistemiyle, yargısıyla, imtiyazlarıyla olduğu gibi orada duruyor. Olan konjonktürel bir geri çekiliştir. Peki, ne oldu; bir taraf darbe iddiasından tamamen kurtulurken, öbür tarafın yolsuzluk vs. dosyaları kapanıyor. Herkes pirüpak; burada mükemmel bir uzlaşma var. Evet, ordu çok zor günler geçirdi, travması taze ama tarihsel gücünü, konumunu tekrar elde etti. Yetkilerini kaybetmek istemez. Bunun mücadelesini yapar. AKP’nin Avrupa Birliği gözlüğüyle hareket ettiği dönemde ordu daha endişeliydi. “Üzerimde kurumsal reformlar yapılabilir, tüm özerkliğimi, gücümü kaybedebilirim” endişesindeydiler. Ergenekon, Balyoz sürecinin sonunda ordu başarılı oldu, hiç küçümsenmesin. Ordu kendi konumunu koruyor ve koruyacak. Peki, Erdoğan siyaseten gücünü koruyabilecek mi; çok zor. Seçimden yine koalisyon çıkar ve siyasi kriz devam ederse, ordu vesayetçi konumuna geçebilir.
- Yalanlanmayan “Saray Yarbay’a soruşturma istedi, karargâh direniyor” gibi kulis haberleri de var. Bunlar kulağınızda nasıl çınlıyor?
Önce tekrar edelim. Orada insani bir feryat var. Silahlı Kuvvetler’de kol kırılır yen içinde kalır anlayışı vardır. Bu tip meselelerin kendi içlerinde çözülmesini isterler. Silahlı Kuvvetler kimseyi karıştırmadan bunu kendi içinde hallederdi. Burada siyasi iktidar ve özellikle Saray tarafından bu iş ayyuka çıkarıldı. Saray, bana hiç kimse eleştiri getiremez tavrında. Bu konuşan acılı bir yarbay da olsa, istiyor ki ibreti âlem için cezalandırılsın. Tabii ki buna Silahlı Kuvvetler’in geleneksel anlayışı içinde hoş bakması mümkün değil. Orada hafif bir sürtüşme olabilir.
- Cumhurbaşkanı’nın danışmanı Burhan Kuzu “Yarbay’ın maksadı Cumhurbaşkanı’na saldırmak, soruşturma açılmalı” diyor. İşin hukuki kısmı nedir? Yarbay ihraç noktasına getirilebilir mi?
Hayır efendim. Sel oluyor, vatandaş zarar görüyor, devlet nerede, diye bağırıyor. Herkesin hakkıdır sorgulamak, eleştiri yapmak. Zaten Yarbay’ın da eleştirisinde manevi unsur olan kast yok. Ona uygulanacak bir ceza maddesi de yok. Buradan bir şey çıkmaz. Bunu bile bile, meselenin insani yanını böylesine görmezden gelmek gayri vicdani bir durum.
Erdoğan AKP’yi de bitiriyor
- Bu neyin tezahürü?
Korkunç bir otoriterleşme. En ufak eleştiri kabul edilmiyor, bunu zaten biliyoruz. Fakat kardeşini kaybetmiş bir insanın feryadı da kabul edilemez durumda. Bu, iktidarın geldiği noktayı gösteriyor. Burada kavramsal olarak ilginç bir mesele daha var. Tek adamlık, sorgulanamazlık AKP’nin kurumsallaşmış bir parti olmadığını da gösteriyor. Bir kişinin vesayeti altında bir oluşum. Erdoğan gibi otoriterleşen bir figür gelişmiş bir demokraside hiçbir parti tarafından taşınmaz. Bakınız İngiltere’de Margaret Thatcher çok güçlü olduğu üçüncü dönemindeyken, Falkland Adaları’na İngiliz donanmasını göndermişken, bu kadar güçlü bir başbakana partisi “Siz bizim AB programımıza, vergi ve istihdam planımıza, parti politikamıza aykırı politikalar uyguluyorsunuz” dedi ve liderini eleştirdi. Parti içi seçimde ilk turda sonuç alamayan Thatcher, “Partime zarar vermek istemiyorum” diyerek istifa etti. Parti o kadar kurumsallaşmış ki, öylesine güçlü bir lidere “dur, bana yük olamazsın” diyor. Hele ülkeye ve rejime, bu hiç kabul edilemez. Demokrasi böyle bir şey. Türkiye’de bunun aksi bir durum var. Çünkü, 1) Partiler kurumsal değil, kişi ve lider partisi. Tüm güç liderde. 2) Bütün yetkiler Ankara’da merkezde toplanıyor. Böyle bir yönetim de despotizme sonuç veriyor. Erdoğan bu tavrıyla, hem kendini bitiriyor hem AKP’yi bitiriyor ve rejime, ülkeye müthiş zararlar veriyor.
‘IŞİD bombalamayı ihanet sayabilir’
- TSK, AK Parti’nin Suriye ve Esad politikasına sizce mesafeli miydi?
Türk ordusunun bir NATO üyesi olduğunu unutmayalım. Amerikan politikası ve Amerika’nın uygulamaları da Türk ordusunun görüşlerini etkiliyor. Suriye meselesinde TSK’nin hükümetin politikasını çok fazla onayladığını ve benimsediğini düşünmüyorum. İlker Başbuğ’un “Suriye hükümeti ile diplomatik ilişki kurulması gerek” demecini hatırlayın. Bu açıdan hükümet ve ordu arasında Suriye politikası açısından bir uyum olduğunu zannetmiyorum.
- Başbuğ’un sözleri, bugün askeri karar alıcıların, Hulusi Akar yönetimindeki TSK’nin bakışını da yansıtır mı?
Evet, Başbuğ’un sözü bugünkü yönetimin düşüncesini de aksettirir. Amerika’nın söylediği ile paralel bir söylemdi Başbuğ’unki. Hükümet ise bunun dışında bir politika izliyordu. Şimdi mecburen bu noktaya geldi.
- NATO üyesi olan Türk ordusu, PYD’yi IŞİD’den daha tehlikeli görür mü?
Şeriat ve bölünme. Türk ordusu için bu ikisi de tehlike. IŞİD’i daha vahşi, daha güncel daha yakın bir tehlike olarak görebilir. Ancak PYD de bölünme paranoyası içinde birleşik Kürdistan ihtimali bakımından aynı ölçüde tehlikeli algılanır.
- Türk jetleri ilk kez koalisyon uçaklarıyla birlikte IŞİD hedeflerini vurdu. Türkiye resmi olarak IŞİD ile savaşa girdi. Ufukta ne var?
IŞİD bunu ihanet olarak görebilir ve bu bize terör olarak dönebilir. İktidarın yanlış dış politikası Türkiye’nin güvenliğini riske soktu.