Gazeteci Yazar Veysel Ayhan 15 Temmuz darbe girişiminin kamera arkasını yazdı...
İşte tr724.com sitesinde yayınlanan yazısı...
2015’in ilk aylarına gidiyoruz. Yani 1,5 yıl öncesine. Erdoğan, siyasi muhalefeti bitirmişti. Anayasal kurumları tek tek ele geçirmiş, yargıyı teslim almıştı. MİT ve Emniyet AKP’nin özel güvenlik şirketine dönüşmüştü. Dilediğini tutuklatıyor, dilediğini salıyordu. Ana akım medyayı, haber televizyonlarını, büyük tirajlı gazeteleri tamamen teslim almıştı.
Ama Saray’ında hala rahat uyuyamıyordu.
YA ASKERLER DARBE YAPARSA!
Tek kâbusu buydu.
Hırsızlıklar, sıfırlamalar, offshore hesaplardaki ‘gizli hazineleri’ bilen biliyordu. Bir başka ülkede 50 defa başbakanı yerinden edecek skandalları medyası ile örtbas etmeyi başarmıştı. Halkın şükür ki(!) hiçbir şeyden haberi yoktu.
Öyle hukuksuzluklara bulaşmıştı ki kendisinin sarsılmaması için devleti sarsması gerekiyordu. Ki bunu yaptı. Cumhuriyetin değerlerini, anayasa maddelerini, laiklik ilkelerini paçavraya çevirdi. Eski asker olanlardan dolayı 10 defa darbe yapardı. Ama TSK’dan ses çıkmadı. Bu sessizlik endişelerini azaltmıyor artırıyordu. Çünkü ne yaptığını biliyordu ve korkuyordu.
Paranoyası haline gelen Cemaat askerde ne kadardı? Dursun Çiçek’e göre yüzde 10’dan fazla değildi. Bir başkası daha yüksek oranlar söylüyordu.
CEMAAT DARBE YAPSAYDI…
Cemaatin darbe yapmaya niyet eder miydi? Etseydi bugüne kadar niye bekledi? Bu sorular zihninde dönüp duruyordu. 2012’de saygılarını sunup ülkeye davet ettiği Fethullah Gülen’e 2013 ve 2014 yılları boyunca etmedik hakaret bırakmamıştı. Dünya tarihinde hiçbir insan bir başkasına bu kadar alçakça, seviyesizce, sürekli ve günlerce hakaret etmemişti. Bir yandan seviniyor bir yandan korkuyordu. Devleti peşine takmış Cemaat’in kurumlarına Moğollar gibi çöküyordu. Talan ettiriyordu. Binlerce yargı mensubunu, on binlerce polis müdürü ve polisi meslekten atmıştı. Ama tek bir cemaat mensubundan mukavemet görmemişti. Yine de huzursuzdu. Cemaati bürokrasiden, emniyetten ve milli eğitimden yok ederken seyreden ‘Cemaat mensubu’ asker, her şey bittikten sonra niye darbe yapsındı? Yapsa ne anlamı olacaktı?
Erdoğan’ın askerin içinde asıl korktuğu Cemaat değildi. Atatürkçü askerlerdi. Asker lojmanlarının nabzını tutuyor tehlikeyi seziyordu. Seküler eğitimden geçmiş, Kemalizmi tahsil etmiş asker, her gece kâbusuydu.
Kamuoyu bilmiyordu ama aslında TSK’yı da bir ölçüde Hulusi Akar’la kontrol altına almıştı. Bu nedenle de Akit’in en ağzı bozuk, çirkef yazarı olan Hasan Karakaya için Genelkurmay’ın taziye telefonu açması şok etkisi yapmıştı. Atatürkçü bir ordu, Atatürk’e sürekli hakaret eden bir gazeteye taziye vermişti… Sümeyye’nin düğününde tüm komuta kademesi hizaya geçmişti…
ATATÜRKÇÜLERİ ‘CEMAATÇİ’ DİYE AMBALAJLAMAK…
Sonradan fark edildi ki meğer en büyük “sızma” Hulusi Akar’mış. Bu, Akar’ın Kayseri lisesi yıllarının coşkulu bir Necip Fazıl hayranı ve İngiltere’de Fehmi Koru ve Abdullah Gül arkadaşlığının gizemli misafiri olduğu ortaya çıkınca az çok anlaşıldı. Fehmi Koru ve Abdullah Gül bu arkadaşlığı özenle saklamıştı. Müktesebatını gizleyen bir İslamcı olduğu az çok belli olmuştu. ‘Gizli bir el’in himayesinde zirveye tırmanmış, Atatürkçülere karşı Erdoğan’ın sigortası olmuştu.
Ama rahat uyuması için bu da yetmiyordu. Ya Akar ekarte edilirse? Ya alttan bir kalkışma olursa…
Dolayısıyla ordudaki Atatürkçü-Kemalist kanadı tasfiye etmeden içi rahat edemezdi. Bu tasfiyenin en güzel yolu da tüm tasfiye edeceklerini cemaat’le ambalajlamaktı. Bunu başarabilirse tüm tehlikeleri Cemaat etiketiyle bertaraf edebilecek, kamuoyunda tepki oluşmayacaktı.
TEK ÇÖZÜM KONTROLLÜ DARBE
“Kontrollü bir darbe girişimi” organize etmeleri gerekiyordu.
Çözümün üç sacayağı olacaktı: Erdoğan, Hakan Fidan ve Hulusi Akar.
Ve “proje darbe” adım adım hayata geçti. O kadar başarılı bir reklam yapıldı ki Yenikapı premiyeri muhalefeti bile tribüne toplayabildi. Prodüktör tabi ki Erdoğan’dı. Yönetmen ise kuşkusuz Hakan Fidan. Hulusi Akar’a ise görüntü yönetmenliği kalmıştı. Oyuncu ve figüranlık bu korkunç oyundan habersiz masum askerlere düşmüştü.
Prodüksiyonun kanlı faturasını faturasını darbeyi önlediğini sanan 249 vatandaş ve linç edilen bu masum askerler ödemişti.
GELELİM BUGÜNE…
“Kusursuz cinayet yoktur”. Öyle oldu. Filmin çekim hataları art arda dökülmeye başladı. Hulusi Akar’ın yaptığı yazılı açıklama dikkatle okunursa söyledikleri ve söylemedikleriyle filmin karanlık noktalarını faş eden tam bir itirafnâme. Şöyle diyor: “Kanaatimce, alınan bu tedbirlerden dolayıdır ki hainler paniğe kapılarak (…) geç saatlerde yapmayı (saat 03.00) planladıkları işi öne almak suretiyle erkenden ifşa olmuşlar ve böylelikle darbe girişiminin akamete uğramasındaki önemli bir faktör gerçekleşmiştir.”
FİLMİN YÜZLERCE ÇEKİM HATASI…
Soru 1: Akar ne tedbirler aldı?
Daha doğrusu komutanları düğüne göndermek dışında ne tedbir aldı?
Soru 2: Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı, komisyonda “TSK’da kriz ve olağanüstü durumlarda ilk haber alınır alınmaz tedbir olarak ‘personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Bu temel kural 15 Temmuz da uygulansa darbe girişimi açığa çıkardı” demişti. Peki Akar niye bunu yapmayarak onlarca askerin linç edilmesine sebep oldu?
Soru 3: Madem tedbir alınınca “darbe akamete” uğradı. O zaman bunları bilen ve öğle saatlerinde “hareketliliği” öğrenen Erdoğan, bastırılmış darbe için mi halkı kasten sokağa çağırdı?
Soru 4: Bir gün önce yani 14 Temmuz akşamı Akar ve Fidan 6 saat başbaşa ne konuştu?
Tr724 yazarı Ahmet Dönmez’in sadece son 3-4 yazısı işin iç yüzünü görmek için kafi.
Aklını ipotek etmeyenler için 15 Temmuz’un “kontrollü bir darbe” ve “mükemmel bir tuzak” olduğu ayan beyan ortaya çıktı. Minareyi çalan iyi bir kılıf hazırlayamadığı için artık mızrak çuvala sığmıyor. İnanmayan inanmaz.
Hulusi Akar,Erdoğan rahat uyuyabilsin diye TSK’yı altın bir tepside ona sundu. O da afiyetle yedi bitirdi. Ve artık “OHAL’li Türkiye” tartışmasız bir diktatörlük haline geldi.
Şimdi tüm yaptıklarından sonra Saray’ında rahat uyuyor ama kabûs görme sırası ne yazık ki ‘Erdoğan darbesi’nin mağduru milyonlarca masumda…