Basın odasındaki sessizliği bitiren haber: Ercan burada! Hayırdır?
Muhabirlerin kimi bulmaca çözüyor, masraf iadesi için form dolduruyor. Kimi ise ayağını uzatmış şekerleme yapıyor. Basın odası için sıradan bir gün. Az sonra yayılan bir haber bu sıradanlığı bıçak gibi kesiyor: “Ercan burada! Hayırdır?”
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Vatan Caddesi yerleşkesindeyiz… Terör ve İstihbarat şubelerinin bulunduğu C Blok’un tam karşısındaki, KOM (Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele), Narkotik, Mali Suçlarla Mücadele şubelerinin bulunduğu B Blok’un giriş katındaki bir oda: Basın Odası burası. (Sonraları A Blok’a taşındı…) Televizyonda kısık sesli bir müzik kanalı açık. Muhabirlerin kimi bulmaca çözüyor, kimi ay sonu maaşıyla birlikte alacağı masraf iadesi için form dolduruyor. Kimi ise birleştirdiği koltuğa ayağını uzatmış şekerleme yapıyor. Basın odası için sıradan bir gün. Az sonra yayılan bir haber bu sıradanlığı bıçak gibi kesiyor: “Ercan burada! Hayırdır?”
Ercan da kim yahu?
TV muhabirleri, kameramanlar, foto muhabirleri… Gündem ziyaretçilerini saymazsanız Babıali’nin önde gelen tüm gazete ve haber ajanslarının emniyet basın odasında sabit birer muhabiri bulunur. Bu haliyle İstanbul’u diğer emniyet yerleşkelerinden ayıran bir özellik de bu basın odasıdır. Polis muhabirleri, tıpkı bir emniyet görevlisi gibi sabah mesaiye gelir akşam paydos eder.
Tabi her muhabiri bir değildir odanın. Çaylaklar vardır bir de kıdemliler. Çaylaklar genel de ‘rutin’ haberi takip eder. Fotoğraflanması gereken bir giriş-çıkış olacaksa kapıda genelde onlar bekler.
Bir de kıdemliler vardır. Bunlar genelde o basın odasında muhabirliğe başlarlar ve yine buradan emekli olurlar.
Ve bir de bir tık üstü: Özelciler! Basın odasının tüm muhabirleri onlardan korkar. Korkar deyince yanlış anlaşılmasın. Mesleki bir korkudur bu; iş, yani haber atlama korkusu! Babıali’de çok yoktur onlardan. Ve onlar her zaman gelmezler basın odasına. Ama geldikleri zaman tüm basın odası diken üstündedir: “Acaba niye geldi? Acaba bize hangi işi geçirecek?”
Ercan da kim dedik ya. İşte Ercan Gün, o Ercan…
Evet, Ercan Gün bir polis muhabiriydi. Ancak onu diğer polis muhabirlerinden ayrı kılan entellektüel vasıflarıydı. Nedir onlar? Başta çok iyi kitap okurdu Ercan. Zengin dil bilgisiyle haberlerini klişe kalıplar dışına çıkarak yazardı. Hukuki literatüre de gayet hakimdi. “Tutuklama” ile “gözaltı” kavramları arasındaki farktan bihaber yeniyetmelerin yanında hukuk profesörü gibi kalırdı.
Sonra sorgulardı. ‘Sayın müdürlerin’ üflediği haberleri “löp” diye indirmek yerine akıl süzgecinden geçirirdi. “Emin misiniz?” derdi. Kimi zaman o müdürleri kızdırma pahasına… Şüphesiz o bir uzman muhabirdi. Döneminin tüm kriminal pratiklerine vakıftı. Öyle ki, Ercan eğer bir Avrupa ülkesi ya da Amerika’da olsaydı el üstünde tutulan nadir habercilerden biri olurdu.
Mesleğe muhabir olarak başladığı ilk gün salon muhabirliği yerine sokakları tercih etmişti. “Eğer hayatı yazacaksam hayatın içinde olmam gerek” derdi. Evet geçimini muhabirlikten kazanıyordu ama o bu mesleği bir “izale-i derd-i maişetten” ziyade hayat tarzı olarak görürdü. Yani 9-6 değil 7/24 gazeteciydi.
Babıalide nadir bulunan bir haslete sahipti; dürüsttü. Gayet farkındaydı ki, haber belki bir gün ama güven ebedi… Ucuz hesaplar peşinde koşan günübirlik bir muhabir değildi. Aslında bu yazıyı şu anda konjonktürel olarak karşıt saflarda bulunan diğer gazeteciler yazmalıydı. Mesela Hürriyet’ten Toygun Atilla… Mesela Sabah’tan Şaban Arslan… O Toygun değil miydi, emniyet avlusunun kuytu köşelerinde Ercan’dan fısır fısır tüyo alan? O Şaban değil miydi, Ercan’ın nasıl zor gün dostu olduğunu iliklerine kadar bilen?
Kürttü Ercan. Batmanlıydı. Kendi ailesi de belki nice acıların şahidi olmuştu. Ama o hiçbir zaman bu acıları bir meta olarak kullanmadı. Samimi Anadolu insanına aşıktı. Bunda zerre kadar hamaset yok; kendisine milliyetçi diyen pek çok insandan daha milliyetçiydi. Ama onun inandığı milliyetçilik köhnemiş bir iki slogandan ziyade daha insani daha aydınlık ve daha medeni idi: “Hepimiz aynı suyu içiyor, aynı havayı soluyoruz. Hepimiz bu toprakların insanıyız. Hepimiz bu toprakları seviyoruz. Ve birgün.. Hepimiz aynı toprağa gireceğiz. Öyleyse bu düşmanlık niye?”
Zaman’da başladı mesleğe 1993’te. “Beyaz” muhabirlerin yanında 5-0 yenikti yani… Ama o haberciliğin Hürriyet, Milliyet ve Sabah dışında da yapılabildiğini gösterdi. Onun çalıştığı dönemlerde basın odasında sabah ilk bakılan gazetelerden biriydi Zaman: “Ercan çakmış mı yine?”
Hayata pozitif pencereden baktı hep Ercan. Haber yazarken bile eğlenirdi. Mesleğe ilk başladığı günlerdi sanıyorum, Refah Partisi mitingi haberi yapacaktı. O günlerde Mukadder Başeğmez de çok popüler. Ercan haberi yazarken o da konuştu, bu da konuştu derken sıra Mukadder Başeğmez’e gelince, “Artis Mukadder Başeğmez de konuştu” yazmış. Silmeyi unutunca, ne editörleri görmüş, ne tashih… O satır öyle çıkmış. Ertesi gün Ercan mahçup. Bir de üstüne Başeğmez “Muhabiriniz ne artistiğimi görmüş” diye arayınca, iyice heyecanlandı, kıpkırmızı oldu yüzü. Neyse ki olayın bir şaka ve hata sonucu anlatıldı da, Başeğmez’in kahkahası ahizeden duyuldu, Ercan rahatladı.
Dedik ya gazetecilik onun için bir meslek değil hayat tarzıydı. Öyleyse sadece satırlarıyla değil, mimikleriyle, kısık bakışlarıyla, şivesiyle de haberin içinde olmalıydı. Öyle de yaptı nitekim. Ver elini televizyon… Mesleki olarak önü açıldı. Gayretliydi.
Önce TGRT akabinde FOX… Masa başı çalışacak biri değildi Ercan. Hakkari, Şırnak, Diyarbakır…Memleket dahilindeki en sıkıntılı yerlerde bizzat sahadaydı. “Press” yazılı çelik yeleği kompozit başlığıyla Kuzey Irak’taydı… Behçet Cantürk’ü ve yeraltı dünyasının ünlü isimlerinin ifadelerine dayanarak Baron isimli kitabını yazdı. Doğan Kitap’ta bir dönem en çok satanlar listesinde yer aldı kitabı. 2007’de “Katil Zanlısına Klip” haberiyle, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Yılın En İyi Haberi Ödülü’ne layık görüldü. Şimdi bu görüntüleri ortaya çıkartmasına ‘terör yaftası’ yapıştıranlar ve geçmişi unutanlara rağmen mesleğinin en iyilerindendi.
Ergenekon, Balyoz, Hrant Dink suikasti… Belki talihsizlik, kamera önüne çıktığı haberler en netameli konularıydı memleketin. En doğru ve en hızlı haberleri ondan öğrendi Türkiye. Tabi diş bileyenler günden güne artmıyor da değildi hani. Öyle ya topraktan suikast silahları fışkırdığında, ordu deposundan kasa kasa çalınan el bombaları açığa çıktığında Ercan de oradaydı elinde mikrofonuyla.
Şimdilerde “kumpas” denilerek yeniden baştacı edilen Ergenekoncusu, Balyozcusu almıştı onu bir kere kara listeye. Ateşten bir gömlekti onun ki. Silivri önünde yaptığı analizler belli ki çok düşman kazandırmıştı ona.
Kimi “cemaatin prensi” dedi, kimi “müdürlerin kankisi”… Oysa ki o haberciydi. Ve bu mesleğin en iyilerinden biriydi. Ancak sadece haber değil güven de veriyordu… Kandırmıyordu kimseyi günübirlik hesaplar yüzünden. Vaktiyle, herkesin tanıdığı bir meslek duayeni şöyle demişti kendisine: “Arkadaş bu meslek maalesef böyle bir meslek. İnsanlar senin hakkında atıp tuttuğu zaman değil, konuşmadığı zaman kork! Bil ki insanlar senin hakkında konuşuyorsa sen başarılı bir gazetecisin!”
Habercilik açısından bir çok başarıya imza attı Ercan. Hatırlayın Ogün Samast’ın bayraklı videosunu… İlk Ercan yayınladı. Alçak bir suikastin failine methiyeler düzenleri o deşifre etti. Oysa ki hiç yakalanmayacaklarını sanmışlardı. Tıpkı Uğur Mumcu’nun katilleri gibi… Tıpkı Kışlalı’nın katilleri gibi…
O zamanlar canı yananlar şimdi bilmem neci yaftasıyla terörist diyorlar Ercan’a… Nasıl da dramatik! Sırf kimliğinden ötürü yaşadıklarından dağa çıkacak potansiyeli varken “Bu toprakları seven bir insanın o taraklarda bezi olmaz” diyen bir adama, Ercan’a terörist demek…
Uzmandı Ercan. Mesleki bilgi ve birikimini işkembe-i kübradan sallayarak değil okuyarak, yaşayarak kazanmıştı. Bakmayın şimdi ona terörist diyenlere. Ercan muhabirdi…
Ercan şimdi Silivri’de. Acaba üzerine tel örgü çekilmiş ufacık avlusundan gökyüzüne baktığında kampüs önündeki canlı yayınlarını hatırlıyor mudur? Acaba bunların başına geleceğini bilseydi yine böylesine cesur olabilir miydi? Cesaretle doğruları aktarmak yerine hem nalına hem mıhına çakan prototip gazetecilerden mi olurdu?
Eğer Ercan’ı tanımış olsaydınız bu sorulara vereciğiniz yegane cevap koca bir HAYIR olacaktı. Şüphe yok ki, Ercan bir gün mutlaka çıkacak. Ercan bir gün yine haber yazacak. Ercan bir gün yine değme muhabirleri hop oturtup hol kaldıracak…
Kuzey Irak’ta konuşlu Bamerni Tank Taburu yerleşkesindeyiz… Ercan o samimi şivesiyle ‘anons’ çekiyor… Kadrajın sağ kenarında, siperlerin üzerinden bir anda eli MG3’lü, kompozit başlıklı, kamuflajlı bir asker beliriyor. Hışımla “Yasak kardeşim!” diyor. Bir elinde turuncu süngerli FOX mikrofonu tutan diğer eliyle askeri selamlayan Ercan güleç bir yüzle cevap veriyor. “Asker Aga! Allah’a emanet ol!”
Bu samimiyet karşısında abandone olan asker az önce kavgaya hazırken şimdi teşekkür ediyor: “Sağol abi!”
Sen de Allah’a emanet ol Ercan Aga.
Sen de…