Erdoğan yeni kabinesini açıkladı, tartışmalar Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı’na atanmasına odaklandı. Hulusi Akar ile Süleyman Soylu’nun ıskartaya çekilmesi de gündem oldu pek tabi. Ancak çok önemli bir husus bu tartışmaların gölgesinde kaldı:
Atanmışlar seçilmişlere yine galebe çaldı
Evet, Erdoğan bir kez daha seçilmişleri değil, atanmışları tercih etti. Bakanları milletvekillerinin arasından seçmedi. Askeri ve sivil bürokrasi ile sivil hayattan seçti bakanlarını.
Erdoğan 2018 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra oluşturduğu kabinede, milletvekili seçilen 4 ismi bakan olarak atamış, onlar da Anayasa gereği milletvekilliğinden istifa etmişti.
Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Adalet Bakanı Aldülhamit Gül, bakan olarak atanınca milletvekilliği görevini bırakmak zorunda kaldı.
2017 yılında yapılan referandumda kabul edilen Anayasa’nın 106’ncı maddesine göre, bakanların aynı zamanda milletvekili olmasına izin verilmiyor. Atanan bakanların Meclis’ten güvenoyu alması zorunluğu da yok, Meclis’e karşı sorumlulukları da.
Erdoğan bu maddeyi bilhassa bakanları Meclis’ten uzak tutmak maksadıyla hazırlatıp yürürlüğe girmesini sağladı.
2018 seçimlerinden sonra milletvekili seçilen dört ismi istifa ettirip bakan yaptı ama bu kez aynı yöntemi uygulamadı Erdoğan. Milletvekili seçtirdiği eski bakanlarını yeniden atamadı.
Bunların arasında en büyük sürpriz, Kayseri Milletvekili seçilen Hulusi Akar’ın yeniden Milli Savunma Bakanlığı’na atanmaması oldu.
Erdoğan’ın 2017 referandumuyla Meclis’i neredeyse tamamen işlevsiz bir vitrin süsü haline getirdiği hakikati malum. Bakanları atayamaz ve denetleyemez hale gelmesi, Meclis’in en çok zayıflatıldığı alanların başında geliyor.
Peki, Erdoğan neden bakanları Meclis onayından ve denetiminden uzak tutuyor?
Böyle yapıyor çünkü, Erdoğan atadığı bakanların sadece ve sadece kendisine tabi ve yegane minnet ve haşyet duydukları mercinin de kendisi olmasını istiyor.
“İstediğim kişiyi bakan atarım, istediğimi istediğim zaman aflarını talep etmeleri suretiyle görevden alırım” diyor.
Bakanların Meclis’e ve dahi halka bile minnet duymalarını istemiyor. Meşruiyetlerinin kaynağının millet değil, kendisinin iradesi olduğunu bilmelerini ve hissetmelerini arzuluyor.
İşte bu yüzden son oluşturduğu kabinede en kritik bakanlıkları askeri ve sivil bürokrasiden gelen isimlere emanet etti. Dışişleri Bakanlığı’na MİT Başkanı Hakan Fidan’ı, Milli Savunma Bakanlığı’na Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler’i ve İçişleri Bakanlığı’na da İstanbul Valisi Ali Yerlikaya’yı atadı.
Bu noktada bir hususu özellikle belirteyim; “Emanet etmek” ifadesi dahi fazla kaçmış olabilir. Zira bakanlar sekreterya vazifesinden başka görev ifa edemiyor. Kendilerine emaneten de olsa teslim edilmiş bir şey yok.
Erdoğan tüm bunları Meclis’ten ve daha evvelinde demokrasiden nefret ettiği için yapıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi şu an Osmanlı Devleti’nde 1876’da birincisi ve 1908’de de ikincisi seçilen Osmanlı Meclis-i Mebusanı’ndan çok daha zayıf durumda. Söylemesi acı ama maalesef durum böyle.
Çünkü demokrasi, seçimler ve sandıklar Erdoğan için sadece basit bir aparat, birer paravan hükmünde. Halka ve dış dünyaya, Türkiye’de demokrasi varmış görüntüsü vermek için kullandığı lüzumsuz vitrin süsleri onlar.
Bakanları bizzat kendisi atayıp görevden alıyor, milletvekillerini dahi tek tek kendisinin seçtiği Meclis’e güvenmiyor.
Kendi atadığı bürokrasi üzerinde “Meclis vesayeti” olsun istemiyor.
“Demokrasilerde Meclis vesayeti de demekmiş?” dememişsinizdir umarım.
Türkiye’nin bir demokrasi ülkesi olduğunu zanneden kaldı mı hala?