Yavuz Baydar / artigercek.com
Erdoğan-Trump görüşmesindeki 'esas şahıs' kim?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD Başkanı Trump ile bir araya gelecek. AKP ve patron medyasının köpürttüğü bu görüşme, verilen bilgiye göre, gece saat 22'de gerçekleşecekmiş.
Erdoğan, New York BM zirvesinde Trump'un görüşeceği en son lider olacak. Yani en sona ötelenmiş durumda da denebilir.
Bunu Erdoğan'ın sorunlu bir lider olarak görülmesinin yanı sıra, Trump'ın da aynı ölçüde başının belada olmasına verebilirsiniz.
İki liderin de başı belada, ikisinin de ensesinde FBI ve ABD bağımsız mahkemelerinin soluğu var.
Peki ne konuşulacak bu görüşmede acaba?
Tek bir şey dışında anlamlı hiçbir şey:
Takas.
*****
Geçen yıl sonlarına doğru değerli meslektaşım Amberin Zaman dokuz Türkiye-ABD uzmanına tek bir soru sormuştu:
Trump'ın ABD Başkanı olarak seçilmesi ABD-Türkiye ilişkilerini hangi açılardan nasıl etkiler?
O zaman bu dokuz uzmanın analizlerine dikkatle bakmıştım.
Hayretler içinde kaldım.
Daha sonra onlardan ikisine şu mesajı ilettim:
''En önemli unsuru kaçırmışsınız. Diğer herkes de öyle. Siz Trump seçildikten sonra, Erdoğan ve Putin gibi lider profllerinin hakim olduğu dünyada hala eski dünyaya ait analizlerin geçerli olacağını sanıyor, eski diplomasi denklemleri kuruyorsunuz. Kusura bakmayın ama analizlerinizin önemli bir ağırlığı yok.''
Nedenini şöyle açıkladım:
''Erdoğan'ın aklında en üstte bir tek şey var: Zarrab'ın tutuklanması ile ABD bağımsız federal yargı sistemine transfer olan malum yolsuzluk ve ambargo delme davası. Türkiye Cumhurbaşkanı varını yoğunu 2013 sonundan beri bu dosyaların ülkesinde buharlaştırılmasına harcadı ve başardı. Şimdi karşısına daha büyük bir bela çıktı. Kısacası, eğer ABD-Türkiye ilişkilerinden söz edeceksek, bu dava dosyasının belirleyici rolünü koyup onun üzerinden analiz yapıldığında söylenenler anlam kazanır. Dünya, yeni bir dünya. Demokrasi eriyor ve mafya kodlarıyla şekillenen son derece kaba ve kişisel bir diplomasi dili egemen oluyor. Belki de Erdoğan'ı en çok umutlandıran bu: Çünkü Trump'la aynı dili ve dalga boyunu yakalayabileceğini düşünüyor.''
Zaman geçti ve sanırım analist arkadaşlarım Zarrab dosyasının başat rolünü tecrübe etme imkanını buldular. Türkiye kamuoyuna pompalanan ''Gülen'in iadesi şart'' tarzı söylemlerin aslında hiçbir anlam taşımadığı da, geçenlerde Resmi Gazete'de yayınlanan vatandaşlıktan çıkarma uyarısıyla zaten kanıtlanmış oldu. İadesini istediğinizi söylediğiniz bir kişiyi vatandaşlıktan çıkarırsanız ona en büyük iyiliği yapmış olursunuz. Bunu hukuk bilen herkes bilir. Demek ki, Gülen meselesi fasafisoydu. Bu da anlaşıldı.Yani Trump-Erdoğan görüşmesinde Gülen gündeme gelse bile laf ola beri gele şeklinde gelecek.
Önemli olan, Türkiye kamuoyunun kandırılmışlığı ve hipnoz hali ise, Erdoğan açısından orada zerre kadar sorun yok. 17 - 25 Aralık dosyaları esasen FBI tarafından 2010 yılından 2015 yılına kadar gerçekleştirilen yoğun soruşturma sürecinin dosyalarıydı. Bunun Türk polisi içindeki izleme-soruşturma kısmı ise sadece ve sadece 2012 Eylül ayından 2013 Aralık sonuna kadar, daha dar bir süreci kapsıyor.
Peki neydi 'aslında olan'? Uluslararası kriminalite ve organize işler alanında farklı ülkelerin istihbarat ve güvenlik güçleri sittin senedir işbirliği yapar. Burada da olan, Türkiye polisi organize işler bölümü, MASAK gibi yapıların bu araştırmalara dahil edilmişliği idi. Sonradan da anlaşılacağı üzere, ortaya konan kanıtlar, muazzam bir yolsuzluk yapılanmasına dair soruşturmada hukuken son derece güçlü iddiaları belgelemiş oldu. Görüntü buydu.
Ama maalesef o günlerin toz dumanı arasında patlayan 17-25 Aralık dosyalarını medya ve muhalefet de dahil pek siyasi aktör iki Sünni yapı arasındaki kavganın bir parçası olarak gördü. Önce yaşanmış haksızlıkların kısmen haklı etkisiyle sol ve Kürt kesimler de bu dosyaların herhangi bir hükümeti elli kere götürecek kalibrede olduğunu anlasa bile anlamak istemedi. Cemaat düşmandı ve çıkan kavga da büyük bir fırsattı. Türk solunun ve Kemalistlerinin Cemaat'e can düşmanlığını bir genetik olgu olarak onlardan da iyi bilen Erdoğan, zaten yanında duran yandaş medyaya, kendi yolsuzluk pislikleri ve ihale saplantıları nedeniyle zaten hazır mezar ölüsü olan Büyük Patron Medyası'nı da ekleyiverdi.
Zaten Gezi'de bağımsız medyanın posası çıkarılmıştı. Böylece, başlı başına bir kriminal vaka olan Zarrab ve 25 Aralık El Kadı dosyaları, Erdoğan-Gülen kavgasının parçası olmanın da ötesinde, Erdoğan'ın esasen haklı görüldüğü bir algıyla süpürüldü. Bu tarihi aymazlık nedeniyle anamuhalafet ve HDP de zayıflatılmış oldu ve adı dosyalara karışan bakanlar Meclis'te aklandı.
Ardından dosyalara bakan savcı ve polisler derdest edildiğinde de 'oh olsun Cemaatçilere' hissiyatıyla bir kurumun içinde dürüst ve ahlaklı mensuplar olabileceği düşüncesi de sifonlandı. Hızını almayan iktidar yargıyı da ön almak amacıyla budadığında pek bir ses haliyle çıkamadı. Dosyaların delilleri yok edildi, Bayraktar gibi istifa eden bakanlar 'terbiye'den geçirildi ve her bir şeyin üzerine Cemaat spreyi sıkıldı.
Ta ki dosya New York mahkemesinde pörtleyene kadar. O zaman da ne oldu? Sadece bu davanın buharlaşmayacağını ve Ankara için nasıl başat bir gündem maddesi olduğunun anlamayan analistlerle kalsa neyse, hadiseyi görmeyen/görmek istemeyen yüce Türk medyası, kartopu gibi büyüyen gelişmeler gelip de bakan Çağlayan'ı da kapsayınca zemherinin şaşkını gibi ne yapacağını bilemez hale geldi. O zamanlar bu dosyalara kavgadan kopuk birer somut olgu gibi bakılabilseydi, haberlerde ısrarlı olunsaydı, belki Türkiye bugün OHAL'ler altında sürünmüyor bile olabilirdi.
Ama böyledir işte: Rejimler çürürken beraberlerinde her şeyi çürütürler. Çürük bir medyayla, ideolojik kafeste kendisini özgür sanan bir muhalefetle gelinen nokta da budur işte.
Şimdi Amerika'nın Sesi sitesindeki habere göz atalım. (Neden ona göz atalım? Çünkü bu tür haberleri veren sözde bağımsız 'ana-akım' medya filan kalmadı ülkede de ondan.)
''Ali Özgündüz, CHP’den 24. Dönem Milletvekili görevindeyken kamuoyunda 17/25 Aralık Soruşturması olarak adlandırılan dosyaları yakından inceleyen, Zafer Çağlayan gibi isimler hakkında mutlaka dava açılması gerektiği söyleyen isimlerden birisiydi. Emekli Cumhuriyet Savcısı Özgündüz, bugün CHP Parti Meclisi üyesi olarak ABD’deki davayı ve ilgili gelişmeleri takip ediyor. Özgündüz, Nisan 2016’da yayımladığı "17/25 Aralık – Reza’nın ‘Rıza’sını Kazananlar" kitabında uluslararası boyutta Türkiye aleyhine gelişmeler olacağını dile getirmişti. TBMM’de 24.Dönem’de konu görüşüldüğünde AKP’li milletvekillerine “Bu dava burada kapanmaz” uyarısı yaptığını kaydeden Özgündüz, neden o zaman bu uyarıyı yaptığını şöyle anlattı:
“AKP’liler kapatmaya kalksa da başkaları açar. İran kendi soruşturmasıyla açar. Rıza Sarraf aleyhine ABD’de dava açılmasıyla birlikte de bu noktaya gelineceğini öngörmüştüm. ABD’de Sarraf’a yöneltilen suçlamalar nedir? Türkiye’de, Dubai’de ve Çin’de kurduğu firmalar ile ABD’nin ve Birleşmiş Milletler’in (BM) yaptırımlarını hileli bankacılık işlemleriyle yoluyla delmek, dolayısıyla ABD finans kuruluşlarını dolandırmak ve kara para aklamak suçlamaları. Bu suçları işlerken Rıza Sarraf’a kimler yardım etti? Türkiye’deki bazı bürokratlar, bankacılık kuruluşları yetkileri ve siyasiler. Bunlardan birisi de Zafer Çağlayan, o dönemki Halkbank Genel Müdürü Mehmet Aslan ve yardımcıları. Dolayısıyla olayın buraya geleceğini zaten öngörüyordum. Bu nedenle de AKP Hükümeti’ne sesleniyordum, bu işi kapatmayın ve Türk yargısına gönderin diye. Böylece başkaları bu işi ülkemiz aleyhine kullanamaz. AKP yönetimi, bu yolsuzluğa adı karışanları siyaseten oyun dışına itti ama yetkili yargı önüne çıkarmadı. Sonuçta bugüne gelindi.”
Özgündüz, davadaki kilit isim konumundaki Rıza Sarraf’ın ABD ile anlaşma yaptığı görüşünü dile getirdi. Özgündüz, “ABD yargılama sisteminde uzlaşma kurumu söz konusu. Savcılık makamıyla sanıklar arasında uzlaşma olabiliyor. Nedir bu uzlaşma? Eğer ilgili kişi, suçun faillerini, delillerini söylerse dolayısıyla cezasında indirim sağlanıyor, mal varlığına tedbir konulduysa kısmen mal varlığı serbest bırakılabiliyor. Bana göre, Rıza Sarraf ABD adli makamlarıyla anlaşma yoluna gitti ve konuştu. Konuştuğu için davaya başkalarıda dahil ediliyor. Bu işi, ABD Hükümeti siyasi manada Türk Hükümeti’ne karşı kullanacak gibi” diye konuştu.
ABD’deki yargılamayı sadece hukuksal dava olarak görmediğini yineleyen Özgündüz’e göre, Türkiye’ye karşı tabiri caizse sopa gibi kullanılması, argüman olarak siyasi görüşmelere taşınması söz konusu. Dolayısıyla dava dosyasına gelecek günlerde Türkiye’den yeni isimler de ekleneceğini düşünüyor.
Türkiye’de üzülerek yeni isimler eklenmesi endişesi taşıdığını söyleyen Özgündüz, “Elbette adı yolsuzluğa, hırsızlığa karışan herkesin hesap vermesi lazım. Ama bu ulusal yargı eliyle yapılmalı. Benim bürokratlarım, siyasilerim hakkındaki yargılamayı da ben yapmalıydım, yabancı bir ülke yargısı değil. Maalesef Türkiye’de iş kapatıldığı için ABD yargısı konuyu sürdürüyor. Keza İran yargısı da Babek Zencani davasındaki ifadelerde bir kısım paranın Türkiye’de olduğu söylenebiliyor. Bu işi Türkiye’de kimler yaptı? Sadece şu anda adı geçen kişiler değil, başkaları da var. Korkarım önümüzdeki süreçte başka bürokratlar, başka siyasiler de işin içine karışabilir, başka finans kuruluşları da bu işe bulaşabilir. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte Türkiye’nin bazı kuruluşları finansal açıdan uluslararası camiada zor durumda kalabilir diye endişe duymaktayım” diye konuştu.''
Yandaş medya ile patron medyası son haftalarda Çağlayan'a ve koruyucularına atfen, Zarrab marka saadet çarkının Türkiye ekonomisine zararı olmadığına dair iddiaları da pompalayıp durmaktaydı.
İsmini açıklamayan ve konuya hakim bir uzman, geçenlerde Washington Hattı'na şunları yazdı:
''İşin aslı şudur: Zarrab’ın ambargoyu delen transferleriyle Türkiye sadece itibarını zedelememiş ama aynı zamanda çok yüksek bir ekonomik zarara uğratılmış ve buna rüşvetle yol verilmiştir. “Ambargo bizi bağlamaz, biz çıkarımıza bakarız, Çağlayan ülke çıkarına çalıştı vs” denilerek Türkiye’nin zarara sokulmuş olduğu örtbas edilmektedir. Bir yandan ambargo delinirken bir yandan da Türkiye’nin ekonomik zarara sokulmuş olduğu gerçeği toplumdaki batı düşmanlığı eğilimi ile perdelenmektedir.
ABD savcısının iddianamesinin 22. sayfasında da belirtildiği üzere, İran’ın petrol-gaz fonuyla satın alınan altınlar Türkiye’den Dubai’ye ihraç edildikten sonra yeniden Türkiye’ye ithal edilmiştir. Altının ihracı için Halkbank’taki İran petrol parası kullanılmış, aynı altının ithali için ise İran’ın gibi diğer ülkelerdeki petrol parası kullanılmıştır.
Zarrab’ın bu altın döngüsüyle, İran’ın Türkiye’deki petrol ve gaz ödemeleri, sıfır vergi ve sıfıra yakın kârlılığı olan (ve hatta bazen de zararına) altın ihracatları ile buhar edilmiştir. Sadece TÜİK İstatistiklerini kabartan, yani cari açığı - geçici bir süre- olduğundan daha az gösteren bu altın ihracatının ülkeye hiçbir katkısı olmadığı gibi elde edilebilecek Milyarlarca TL kâr fırsatı da kaçırılmıştır.
ABD savcısının iddianamenin 22-29 sayfalar arasında da belirtildiği üzere, İran’ın Halkbank nezdindeki petrol parası, Temmuz 2013’ten sonra sahte evraklar kullanılarak “hayali gıda ve hayali ilaç ihracatları” yöntemiyle aktarılmıştır. Dubai’den İran’a gerçekte olmayan hayali ticarete dair transferlerle Halkbank’taki paralar hiçbir kârlılık olmaksızın Dubai’deki Bank of Baroda’ya transfer edilmiştir. Bu 6 aylık dönemdeki hayali-sahte işlemlerle Türkiye’den çıkarılan toplam tutarı 1,5 Milyar Dolar’dır.''
*****
Evet, ortada böyle bir çürüme manzarası var. Ta 2010'dan beri FBI tarafından izlenen bu dosyaların da özünde Erdoğan-Gülen kavgasıyla bir ilgisi olduğu söylenemez.
Olsaydı, geçenlerde davayı izlemek için ABD'ye giden CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger'in şu açıklamalarının hiçbir anlamı olmazdı.
*2007’de başlamış görünen bir takip var. Edirne Gümrüğü’nde 202 kiloluk eroin elegeçmesiyle başlıyor. Bunun ucu araştırılıyor. Kapalıçarşı’ya kadar gelip orada dövizcilere dayanıyor. Bu dövizcilerin irtibatlı olduğu kişiler de Happani’ler ve Sarraf. O dönem soruşturma yapılıyor. Dosyada; görüntüler, tapeler, hayali ihracat belgeleri var.
*Zarrab meselesiyle ilgili 17-25 Aralık’tan 8 ay önce yazılmış bir MİT raporu var. Orada, “Bu adam tehlikeli, yaptığı işlemler şüpheli, takip edilmeli” deniyordu. Ama daha önemlisi “Bu adam bakanlarla görüşüyor” ifadesiydi.
*Yani bakanlarla ilgili konuyu MİT raporunda, 17-25’ten aylar önce yazmış ve Başbakanlığa göndermişti. Her şeyi bir kenara bırakırsak MİT’in yazdığı rapor dahi yeterli bir hikâyedir. Soruşturma açılmalıydı ama açmadılar.
*İran’a olan ambargo 2011’de gevşetilince diğer ülkeler doğalgaz ve petrol alımlarını devam ettirirken bunun karşılığında mal verdi. Ama Türkiye mal yerine İran’a başka ülkelerden aldığı altını Dubai üzerinden gönderdi. Dışarıdan ihraç edilen altının bir kısmının girişi gösterilmiyordu.
*O dönem ABD’den bir heyet gelip Türkiye’deki bankaları inceledi. Ciddi bir ihracat görünüyordu, o zaman altın konusu göze çarptı ve altından gıdaya dönüldü. Dubai’deki polis şefleri ayarlandı, oteller kapatıldı, bu şefler İstanbul’da ağırlandı. 5 bin grostonluk gemiye 80 bin ton konşimento yazıldı. Ortada gıda yoktu. Bunların hepsinin kaşeleri de yapıldı. Bunların konşimentoları Halk Bankası’na verildi. Para transferleri de o konşimentolar üzerinden yapıldı. İstanbul Savcılığı bunu soruştururken, evrakın sahte olup olmadığını inceleme aşamasında Halk Bankası’na gidip “Bunlar doğru mu değil mi?” diye sordu. Bunu sorması gereken yer Halk Bankası değil Dubai gümrüğüydü. Bu bilgilerin tümü Türkiye’de açılan dava dosyasında yazılı.
*Yerel seçimler sonrasında Meclis’te dört bakanla ilgili Soruşturma Komisyonu kuruldu. Bilgiler, belgeler, dosyalar geldi ama dosyalar verilmedi, bir odaya kondu ve bize “Gidin oradan bakın” dayatması yapıldı. Gece gündüz o dosyaları okuduk. Vazgeçilemeyecek bir hikâye olduğunu gördüm. Bu sürecin mahkeme yüzü görmeden kapanamayacağını o zaman da söylemiştim.
*Dosyada Zarrab para aklamayı temsil ediyor. Devletin bankasını temsil eden Atilla içeride. Devletin eski bakanı da sanık yapıldı. “Çağlayan yapmışsa, hükümet yapmıştır” diye kabul ediliyor. Devlet rehin alınmış vaziyette. Bundan sonrası çok zor. Ambargoyu delmek, kara para aklamak gibi suçlamalar var.
*Şu an açılmayan 3 dosya kaldı. O dosyalarda kimler var bilmiyoruz, açıldığı zaman göreceğiz. Diyelim ki davanın sonunda ceza verildi. O zaman bu isimler Türkiye’den istenecek. İşte o zaman ya bunlar teslim edilecek, cezalarını çekecek ya da Türkiye feda edilecek. O zaman da bu şantaj davasına dönecek. Türkiye başka şeylere zorlanacak. Bedelini de Türk milleti ödeyecek. Bir şey yapılmazsa iş, Türkiye’ye ambargoya kadar gidebilir. Türkiye açısından kötü, karanlık, berbat bir senaryo.
*Bu adamların ak olduğunu kimse bize kabul ettiremez ama Türkiye’nin bundan zarar görmemesi için uğraşmak gerekiyor. Suçluların hepsinin yargı karşısına çıkması lazım. İçeride bunu kabul etmiyorlar, etmedikçe Türkiye’yi Türkiye’yi uçuruma götürüyorlar.
*****
Uzun oldu, biliyorum. Meselenin büyüklüğünü bilenlere bilmeyenlere sadece hatırlatmak istedim.
Obama döneminde Washington'u komşu kapısı yapan eski Adalet Bakanı Bozdağ ne kadar perdelemeye çalışırsa çalışsın çantasında en üst sırada bu dosya vardı. Amaç bu davayı lağvettirmek, olmasdı sulandırmak, zamana yaydırarak çürütmekti. Ama cehalet bu işte: ABD yargısı Türk yargısı gibi işlemiyor, orada Dink vb birçok davayı Türkiye'de zamana yayarak çürütmenin pek bir 'olur'u yok.
Geriye ne kalıyor?
S-400 imzaları da beklenen paniği pek yaratmıyor.
O halde?
Takas.
İkili görüşmede, KHK ile yetki de almış olan Erdoğan'ın 'ha gayret' ruhuyla Trump'a rahip Brunson'u takas etmeyi önereceğine kesin gözüyle bakabiliriz.
Kim bilir, başı iyice sıkışmış olan Reis, rahibin yanına başka bazı kişileri, neden olmasın, gazetecileri de ekleyebilir.
Mi?
Ne dersiniz?