Artı Gerçek yazarı Yavuz Baydar, yaklaşan YAŞ öncesi TSK'ya yönelik büyük tasfiye söylentisini köşesine taşıdı.
Saray 15 Temmuz'da beli kırılan TSK'ye 'altın vuruş'a mı hazırlanıyor?
15 Temmuz'un birinci yıldönümüne yaklaştık. Bu şuursuz ve kanlı darbe girişimi sonuçları itibarıyla bir 'kollektif intihar eylemi' olarak tarihe geçmekle kalmadı, Türkiye'nin zaten çivileri çıkmış dengelerini tepetaklak etti ve ülkenin kurucu kurumu olan TSK'nin belinin kırılmasına da vesile oldu.
Allah'ın lütfu bir bahanedir söz konusu olan: ordunun kurmay kademesinin üzerinden silindir gibi geçildiği artık bir vakıadır.
Yaklaşık bir ay önce Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın yaptığı açıklamaya göre, darbe gecesinden bu yana gözaltına alınıp tutuklanan 48 bin 636 kişiden, 166'sı general, 6 bin 810'u ise albay ve alt rütbelilerden oluşuyor. En üst ve orta rütbeli 100 subayın bazı NATO ülkelerine iltica başvurusu yaptığı ve bir kısmının kabul gördüğü biliniyor.
Eldeki resmi verilere göre TSK bünyesinde 348 general ve amiral var.
Bu rakama göre, şu anda TSK üst kademelerinin hemen hemen yarısı hapiste.
Böylesine büyük bir tasfiyeyi gerektirecek yoğun 'sızma'ya 15 Temmuz'a kadar kurum içi veya dışından kimsenin yıllarca ses çıkarmamış olduğunu, son bir yıldır ortalığı birbirinden süslü 'F...' analizleriyle birbirine katan medya yorumcularının bu kadar büyük bir sızma var idiyse darbe girişimine kadar neden sessiz kalıp birdenbire coştuğunu anlamak elbette mümkün değil.
Şayet o meş'um darbe başarılı olsaydı aynı şahıslardan acaba hangi şaşaalı yorumları ters yönden okuyacaktık, hangi darbe güzellemelerini dinleyecektik diye kendime sorduğumda acaba neden bıkkınlıkla iç geçiriyorum, inanın ben de bilmiyorum.
Ama burası Türkiye.
Akıntı olsun da, kürek çekeni çok bulunur. Hep bulunmuştur.
Ona bakmayın da, asıl vahim olan bunca toksik 'analiz' yüzünden kafaların çok uzun bir süre daha karmakarışık kalacağı gerçeği.
TSK içindeki tasfiye şimdiden öyle boyutlara vardı ki, Stalin'in 1937'de Mareşal Tukaçevski başta olmak üzere en az 30 bin Kızıl Ordu subayını topluca imha ettiği 'büyük temizlik'le kıyaslamak (her ne kadar çapı ve özgün koşulları farklı olsa da, ortada çok benzer birer 'periferik despot' portresi olduğu düşünülürse) gayet meşru hale geldi.
TSK tasfiyesi ne kadar sürecek ve nasıl bir ordu şekillendiği vakit sular durulacak henüz bilmiyoruz.
Ama, 15 Temmuz'un sürüklediği OHAL Türkiye'sinde olanları derli toplu anlamak istiyorsak, ordu üzerindeki despotik mühendislik hamlelerini iyi okumak zorundayız.
Ergenekon davası sanıklarından olan, o dönemde çok uzun bir süre tutuklu kalan emekli askeri savcı Ahmet Zeki Üçok, geçenlerde çarpıcı iddialarda bulundu.
Üçok'a göre, Gülen Cemaati son 30 yılda TSK'ye 60-70 bin öğrenci sokmuş. “Oysa darbe sonrasında 7 bin 500 kişi ihraç edildi. TSK’da hâlâ, nereden baksanız 40-50 bin F...’cü var. Halen ordu içerisindeki en güçlü grup F...’cüler ve yeni bir darbe yapabilirler,” diyor Üçok.
Bu iddialar zamanın ruhuna uyduğu için hayli 'coşkulu', abartılı gibi duruyor olsa da ve hangi somut verilere veya kriterlere göre ortaya atıldıkları de hava kalmış gibi dursa da, buradan çıkacak en sağlıklı sonuç, TSK içinde Özal zamanında 1990'larda başlayarak yıllardır kabararak zıtlaşan; farklı ve karşıt eğilimleri temsil eden kliklerin birbirinin altını oya geldiği bir süreçte iç hesaplaşmanın 15 Temmuz travmasına rağmen henüz tamamlanmadığıdır.
Tamamlanmadı, ama TSK'nin beli iyice kırıldı.
Ama Saray'a bunun da yetmediği anlaşılıyor.
Yüksek Askeri Şura'ya az kaldı ve AKP'nin 'altın vuruş' için bu toplantıyı adeta bir dantel gibi örmekte olduğuna dair işaretler güçleniyor.
Savunma Bakanı Fikri Işık, 'TSK'da yeni ihraçlar olacak' derken, bunu kamuoyunu hazırlamak için söylüyor.
Epeydir Saray ve AKP yörüngesine geçmiş görünen Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ da bu koronun içinde yer almakta.
Önceki gece Habertürk TV'de şunları söylüyordu Başbuğ:
''TSK 15 Temmuz'da Allah korusun bölünüp çatışma ortamına girseydi bu felaket olurdu. Bunu kim önledi? TSK'nın komuta kademesi. TSK'nın komuta kademesi olarak baktığınızda tümünün darbeye karşı olduğunu görüyorsunuz. Ya farklı bir tablo olsaydı?Konuşması bile zor TSK içinde çatışma ortamına sürükleyebilirdi. Bu facia olurdu."
"Türkiye’deki ordu, polis, yargı, bürokraside ciddi boyutta temizlik yapıldığına inanıyorum'' diye devam ediyor Başbuğ.
''Ama tamamen sıfırlandı demek riskli. Bunlar etkili bir faaliyette bulunabilir mi ben yorum yapamam ama bu olayı ciddiye almak lazım'' diye ekliyor.
“Yeni bir kalkışma ihtimali var mı?” sorusuna ise “Olabilir. Bu çeşit iddialar ciddiye alınmalı. Artık bitmiştir, bir şey olmaz demek olmaz. Siz ne yapmanız gerekiyorsa yapın” cevabını veriyor.
Bu açıklamalardaki bazı 'kodlar' netleştirilmeye muhtaç.
Başbuğ üstü kapalı olarak, 15 Temmuz kalkışma sürecinde kurum içinde sıkı bir pazarlık yapıldığını söylüyor. 'Önledi' lafına dikkat.
'Komuta kademesi tümüyle darbeye karşı' cümlesi, baştan aşağı kafa karıştırıcı. Bununla kuvvet komutanları kastediliyorsa amenna. Ama belli ki Başbuğ genel olarak ordu komutanları ve karargahtaki üst rütbelileri de anti-darbe kesiti olarak görmemizi istiyor. Oysa, peşpeşe açılan, bölük pörçük darbe davalarında komuta kademesinin hiç de darbeye bütünüyle karşı çıkmış olmadığına dair iddialar sıralanıyor. Yani? Yani Başbuğ, TSK içinde kendi 'ulusalcı' çizgisine yakın olan komutanları ve generalleri koruma altına almaya çalışıyor, 'bunlara dokunmayın' mesajı veriyor.
İzlediğimiz tartışma, Türkiye'yi kangren gibi saran kutuplaşma dalgasının TSK'yı nasıl içinden yıllarca kemirdiğini de gözler önüne seriyor. Türkiye'yi eritecek olan çürümenin her yeri nasıl sarmış olduğunu net anlatıyor.
Bir zamanlar TSK'yı yönetmiş olan bir eski subayın, hapiste tutulan silah arkadaşlarına ilişkin tek bir laf etmemesi, en azından dikkat çekici. Bir zamanlar cezaevi dışımda 'Silivri Vardiyası' kurarak yeri göğü birbirine katan subay aileleri, kendi kurumlarından insanların hakları konusunda topyekun sus pus.
Oysa, hem Türkiye hem de müttefikleri 12 aydır darbeci subaylara ve hatta darbeye fiziken karışmış karışmamış 'emir eri' askerlere kapsamlı işkence yapıldığına dair verilerle çalkalanıyor. Karşısındaki yayıncı gazetecilik reflekslerine ve cesarete sahip olmadığı için, 'Sayın Başbuğ, TSK tepesinin yarısı, 166 general içerde. Bunları tanıyorsunuz, hepsi sizce FETÖ'cü mü? Öyle ise tanıklık yapacak mısınız? İşkence iddiaları var, siz de mağdur olmuştunuz ama Ergenekon döneminde en azından işkence yoktu, buradan sivil iktidara ne demek isterdiniz?' diye sormamış. 'Darbe olabilir diyorsanız bunu hangi çevreler yapacak?' diye de sormamış.
Bir bilgi kirliliği içinde el yordamıyla gerçeğe ulaşmak isteyenlerin işi gerçekten zor. Birileri ortaya bir şeyler atıyor, gerçek gazeteciler tarafından zorlanmadıkları için atılan laflar mayalanıp gerçek gibi algılanmaya başlıyor.
TSK konusunda da böyle: 15 Temmuz belli bir kliğin kurum içinde ötekilere karşı üstünlük sağlaması ise, şimdi konuşanlar da hakim güç olmanın ve karşılarında düzgün bir medya bulunmamasının rahatlığıyla atıp tutuyorlar. Karşı görüşe yer verilmediği için bunların ne kadarı doğru anlaşılmıyor.
Yaklaşan YAŞ tablosu yine bulanık. Savunma Bakanı'nın dediği eğer doğru ise, şunu varsayabiliriz: Darbe davaları ve 'FETÖ' suçlamaları çerçevesinde tutuklu bulunan subayların kurumdan topluca tasfiyesi için ortam müsait.
Böyle bir tasfiyeyle generallerin arasında büyük bir 'ihraç-atama' dalgası kapıda. Bunu öngördüğümüz anda şu soru şekilleniyor: TSK dokusu buna nasıl tepki gösterecek?
Tepki derken, Başbuğ'un ima ettiği yeni 'kalkışma olasılığı' değil kastedilen. TSK'nın genetiğinde, acaba, Sünni kimlik egemenliğinde 'yeniaskeri elit' kurma amaçlı bir nevi 'Pakistanlaşma' tipi değişim mi söz konusu olacak?
Erdoğan'ın 1 Kasım seçimleri sonrasında ulusalcı-ülkücü-milliyetçi kesimle kurduğu yeni ittifak ve içinde barındırdığı çapraşık niyetler, ve karşılıklı güvenin bir türlü sağlanamaması göz önüne alındığında bu sorunun cevabı son derece zor.
Üzerinde düşünürken, Metin Gürcan'ın Hürriyet'te yer alan bazı saptamalarını da dikkate almakta yarar var.
Gürcan'a göre ''Orduda iki temel yarılma olageldi: Laiklik ve üniter devlet yapısı. Son zamanlarda ise bir üçüncüsü ortaya çıktı: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı destekleyenler ve desteklemeyenler.''
Bunun iki sebebi olduğunu anlatmış Gürcan:
AK Parti’nin ordu içinde kurumsal parti kişiliğinin zayıflaması ve Erdoğan’ın şahsi karizmasının güçlenmesi.
15 Temmuz kalkışmasının bir beka sorunu yarattığı, ve Erdoğan olmadan bu mücadelenin başarılı olamayacağı inancı.
Habere yansıyan saptamaları şöyle noktalanıyor:
''Ona göre Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrası orduya yönelik izlediği politikayı destekleyenler, alt rütbelerde yüzde 50 civarında. Desteklemeyenler de yüzde 50.Üst rütbelerde ise desteklemeyenler yüzde 70’lere çıkıyor. Gürcan buna referans olarak, en çok subay ve astsubay lojmanının bulunduğu Ankara Oran’daki askeri yerleşkeyi gösteriyor.16 Nisan referandumunda buradaki sandıklardan çıkan “hayırcılar” yüzde 70 civarında. Erdoğan’a yüzde 30’luk desteğin ise tamamen konjonktürel, yani geçici ve içselleştirilmemiş olduğunun altını çiziyor.'İçselleştirilmiş reisçilik' diye tanımladığı Erdoğan desteğini ise, 'çok çok çok düşük' diye tanımlıyor.''
Gürcan'ın analizinde - eğer doğru aktarıldıysa - önemli bir eksiklik veya odak kayması var.
Erdoğan'ın destekleme veya desteklememe boyutu son zamanlarda ortaya çıkmadı.
Bunun miladı 15 Temmuz değil.
TSK üst kademesi ve karargah ile ordu komutanları Erdoğan'ın 7 Haziran'dan hemen sonra Kürt Barış Süreci'nden 180 derece çark etmesiyle yarılmaya başlamışlardı.
Yani 2015 ortasında.
Ordu tepesinin yaklaşık üçte ikisi masanın devrilmesini destekliyordu, çünkü 7 Haziran sonrasında HDP'nin 80 milletvekiliyle TBMM'ye giriş yapması, Rojava ile birleştirdiklerin vakit, kabul edilebilir bulunmamış, büyük rahatsızlık yaratmıştı.
Erdoğan bunu iyi okudu, hızla dümen kırdı, ama bu TSK içinde gene de ihtiyatla karşılandı.
Ardından, 15 Temmuz'a çok az kala, aşağı yukarı Mayıs-Haziran 2016'da, TSK tepesindeki yarılma onarılamaz hale geldi.
Ve Erdoğan'ın siyasetini destekleyen bir kesimin diğerlerini tasfiye etmesiyle sonuçlandı.
Eğer TSK tepesinde Erdoğan'a destek sonradan azaldı ise, işte onu 15 Temmuz sonrasındaki tasfiyenin beklenmedik boyutlarında aramak gerekebilir.
Güvenilir kaynakların verilerinden damıttığım bu sadeleştirilmiş notu da, o sorunun cevabını arayanların dikkate almasında yarar var.
Tabii derdimiz bağcı dövmek değil, üzüm yemek ise.