Merkezi Washington’da bulunan düşünce kuruluşlarından Atlantik Konseyi de “Türkiye seçimleri: Çıkarımlar ve sonuçlar’’ başlıklı panelinde, Büyükelçi Alper Coşkun, Türkiye uzmanı Soner Çağaptay ve gazeteci Aslı Aydıntaşbaş ile bu konu başlıklarını ele aldı.
VOA'dan Dilge Çağaptay'In haberine göre, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı kıdemli uzmanı Alper Coşkun’a göre alınan sonuçlarda, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu tarafından kullanılan ve birbirlerine taban tabana zıt olan söylemlerin kamuoyu nezdinde farklı derecelerde karşılık bulması etkili oldu.
Alper Coşkun’a göre muhalefeti terör örgütüyle işbirliği içindeymiş gibi gösteren bazı unsurlar ve Kılıçdaroğlu'nun Alevi kimliğinin topluma hatırlatılmasının yanısıra, “Türkiye'nin isimsiz ve soyut bir dış gücün muazzam tehdidiyle karşı karşıya olduğuna dair bu korku tacirliği ve Erdoğan'ın Türkiye'yi güvende ve sağlam tutacak tek lider olduğunu öne sürmek’’ etkili oldu.
Coşkun, ‘'Bu söylem özellikle de hayat pahalılığı, yıkıcı depremin etkileri ve yardım çalışmaları sırasında açıkça görülen hükümetin beceriksizliği gibi diğer günlük zorlukları unutan AKP'nin güçlü olduğu bölgelerde etkili oldu” dedi.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun mesajlarındaki alçakgönüllülüğün, bu tür bir tasvir karşısında açıkça destek toplamak için yeterli olmadığını kaydeden Coşkun, “Özellikle de parlamentodaki sonuçları ve Türkiye'de insanların oy verme biçimini gördüğünüzde, Sinan Oğan'ın bu kadar çok oy toplayabilmiş olması, Türkiye toplumunun muhafazakar değerlere ve milliyetçi duygulara daha yatkın olduğunu gösteriyor’’ diye konuştu.
Washington Enstitüsü Türkiye Masası Direktörü Çağaptay’a göre de Erdoğan ekonomideki olumsuz göstergeler ve birleşik muhalefet gibi meydan okumalara karşı stratejileriyle yarışta kalmayı başardı.
Çağaptay, ekonomide Erdoğan’ın Suudi Arabistan dahil zengin Körfez ülkelerinden sağladığı milyarlarca dolarlık para akışına ve Ukrayna'yı savaşta askeri olarak desteklerken aynı zamanda Rusya ile yatırım akışlarını, ticareti ve turizmi teşvik etmesine dikkat çekti ve “Bence tüm bu akıtılan paralar ve Erdoğan’ın sosyal güvenlik yardımları ve kredi affı, ucuz kredi ve ücret artışları gibi gerçekten cömert sadaka politikaları ile ekonomik sorunlar ortadan kalkmadı ama halk bir rahatlama hissetti’’ dedi.
Soner Çağaptay’a göre muhalefetin birleşik bir tavır sergilemesi Erdoğan için zor bir meydan okumaydı ve bu durum onu kutuplaştırıcı taktiklerine dönmeye zorladı.
Erdoğan’ın en büyük avantajının bilgi akışını tamamen kontrol etmesi olduğunu belirten Çağaptay bu durumu, “Türkiye’deki medyanın % 90'ı Erdoğan yanlısı şirketlere ait. Türkiye vatandaşlarının % 80'i Türkçe dışındaki dilleri okuyamıyor. Dolayısıyla Erdoğan gerçekliği onlar için düzenleyebiliyor” sözleriyle anlatıyor.
Soner Çağaptay, “Yani seçimlerin etrafındaki gerçeklik, büyük bir deprem, hiperenflasyon, hapisteki gazeteciler ve politikacılar değildi. Erdoğan’ın Türkiye'yi büyük bir askeri sanayi gücü haline getirmesiydi. Erdoğan'ın bilgiyi kontrolu, muhalefeti bölmesine yardımcı olduğu için de işe yaradı. Erdoğan'ın Kılıçdaroğlu'nun Alevi kimliğine yönelik üstü örtülü saldırıları, İç Ege, Karadeniz ve Orta Anadolu’da karşılık buldu. Kılıçdaroğlu yetersiz bir Müslüman olarak damgalandı ve bence bu muhafazakar seçmende yankı buldu’’ ifadelerini kullandı.
“Mavi dalga beklentisi yerine muhafazakar ve milliyetçi kırmızı dalga”
Brookings Enstitüsü’nden Aslı Aydıntaşbaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın özellikle zayıf bir rakiple karşı karşıya kaldığında dayanma gücünün açık olduğunu söyledi.
Oyun sahasının eşit olmadığını, hükümetin bilgi, iletişim, televizyonlar üzerindeki tekelini kabul eden Aydıntaşbaş, “Ancak muhalefetin de kendi kanalları vardı. Sorun şu ki Erdoğan oldukça güçlü bir şekilde olumsuz bir kampanya yürüttü ve muhalefetin olumlu kampanyası ve bölünmüş bir koalisyon oldukları gerçeği bazı şüphelere yol açtı’’ dedi.
“Türkiye'de muhalefetin adayı lehine bir mavi dalga beklentisi varken, bunun yerine muhafazakar ve milliyetçi bir kırmızı dalga, Erdoğan lehine bir kırmızı dalga yaşandı’’ diyen Aydıntaşbaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yükselen bir Türkiye, insansız hava araçları ve uçak gemisi yapan bir Türkiye kampanyasının bazı kesimlerde yankı bulduğunun açık olduğunu kaydetti.
Erdogan kazanırsa ekonomi politikalarını sürdürür mü?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, neredeyse tüm dünyanın aksine bir ekonomi politikası izleyerek faiz oranlarının indirilmesinin enflasyonu düşüreceğini, yatırım, istihdam ve ihracatı arttırarak Türkiye'nin diğer ülkelerden bağımsızlığını güçlendireceğini savunuyor.
Kazanması durumunda Erdoğan’ın geleneksel ekonomi politikalarına hemen dönmesini beklemediğini söyleyen Soner Çağaptay, “Eninde sonunda bunu yapabilir ama bence Erdoğan'ın içgüdüleri, Rusya Cumhurbaşkanı Putin, Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed Bin Selman ve Birleşik Arap Emirlikleri lideri Muhammed bin Zayid en-Nehyan ile derin ve gelişmekte olan ilişkisi göz önüne alındığında bunun belki de sürdürülebilir olduğunu kendisine gösteriyor’ diyor.
Carnegie Uluslararası Barış Vakfı kıdemli uzmanı Alper Coşkun’a göre Türk ekonomisinin ve Türk Lirası'nın yapay bir şekilde ayakta tutuluyor olması, kim olursa olsun cumhurbaşkanlığını kazanana büyük bir zorluk yaratacak.
Erdoğan’ın bu politikayı Körfez'den ya da Rusya'dan gelen mali akışlarla ne kadar sürdürebileceğini görmenin zor olduğunu söyleyen Alper Çoşkun, “Çünkü, örneğin Suudi Arabistan ve Mısır arasındaki dinamikte bunu görüyoruz. Körfez ülkeleri bile borç verme konusunda biraz daha titiz davranıyor ve bu tür mali akışların alıcılarında daha geleneksel ekonomik politikalar arıyorlar. Putin, Erdoğan'ı desteklerken bu kadar ince eleyip sık dokumaya meyilli olmayabilir, ancak elbette o da yaptırımlar ve benzeri nedenlerle kendi zorluklarını yaşıyor. Dolayısıyla uzun vadede bunun sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum, ancak kısa vadede, özellikle de yerel seçimler yaklaşırken, Erdoğan'ın tüm zorluklara rağmen bu konuda rotasını koruyacağını düşünüyorum’’ dedi.
Dış politika nasıl devam eder?
Aslı Aydıntaşbaş’a göre ekonominin durumu göz önüne alındığında Türkiye, transatlantik ortaklarla kopukluğu kaldıramaz; ancak bu Türkiye'nin zor bir ortak olmayacağı anlamına gelmiyor.
“Burası dünyadaki yerinin bağlantısız olduğuna inanan bir ülke. Transatlantik topluluğunun bağlantısız bir üyesi. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daha muhafazakar tabanında Türkiye'nin yükseldiğine, bölgesel hegemonya ve hatta küresel bir güç olacağına dair bir his var. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da kampanyasını "Türkiye'nin yüzyılı" olarak adlandırdı’’ diyen Aydıntaşbaş, tüm bunların Türkiye'yi kilit jeopolitik meseleler söz konusu olduğunda daha bağımsız ve bağlantısız bir konuma doğru ittiğine dikkat çekti.
Ukrayna'daki savaşta Türkiye'nin Batı ile Rusya arasında denge kurmasına, Afrika ile Çin arasında taktiksel ama yine de önemli bir ekonomik ilişki geliştirmeye çalışmasına dikkat çeken Aydıntaşbaş ,’’Türkiye zaten çok kutuplu bir dünyada olduğumuzu gören bir ülke ve jeopolitikte ABD'nin üstünlüğünü geride bıraktığımız gerçeği Türkiye için yeni olanaklar yaratan bir şey olarak görülüyor. Bence bu eğilim devam edecek’’ ifadelerini kullandı.
Suriyeliler ve kontrolsuz göç
Alper Coşkun’a göre 14 Mayıs’taki seçimlerin sonuçları, Türkiye'deki Suriyeliler’in ve kontrolsuz göç kavramının gerçekten herkesin zihninde ağır bir yük oluşturduğunu gösterdi.
“Ekonomik koşullar nedeniyle hem Erdoğan hem de Kılıçdaroğlu'nun Batı ile istikrarlı ilişkiler kurmak ve gemiyi sallamamak isteyeceklerine inanmak mümkün. Bunun tersine, her ikisi de iç siyasi kaygılar nedeniyle Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinde göç konusunu silah olarak kullanma eğiliminde de olabilirler. Dolayısıyla Türkiye ile ilişkilerde daha karmaşık bir döneme girdiğimizi düşünüyorum’’ diyen Coşkun, Erdoğan’ın Türkiye’yi Batı’nın bir parçası olarak değil, Doğu ile de ilişkileri tamir ederek arada bir oyuncu olarak gördüğü fikrinde.
Alper Coşkun yine de NATO konusunda Türkiye'nin ittifaka olan taahhütlerini sürdürmesini bekliyor. NATO üyesi olmanın Türkiye'ye güvenlik açısından sağladığı önem ve caydırıcılığa dikkat çeken emekli büyükelçi, ister Erdoğan ister Kılıçdaroğlu kazansın İsveç’in ittifak üyeliğinin Ankara tarafından onaylanması konusunda da iyimser olduğunu söylüyor.
NATO ve Batı ile ilişkiler
Soner Çağaptay da ABD liderliğindeki liberal uluslararası düzeni ve onun değerlerinden hoşlanmadığı için bir bakıma Putin'e benzeyen Erdoğan’ın, aynı zamanda NATO olmadan Türkiye'nin tarihi düşmanı olan Rusya'ya maruz kalacağının farkında olduğuna dikkat çekti.
Erdoğan'ın planının NATO'da kalmak, belki de ABD Başkanı Joe Biden'a ulaşmak olduğunu söyleyen Çağaptay, “Bunu hissediyorum çünkü genelde Erdoğan'ın kampanyalarında Batı'ya saldırmak başroldedir. Ancak bu kez yardımcı bir aktör rolüne sahip, bu da seçimlerden sonra Erdoğan'ın Türkiye'nin rakipsiz lideri olarak Biden'la yeniden bir araya gelebileceğini gösteriyor. Benim hissiyatıma göre Türkiye İsveç'in NATO üyeliğini veto etmeyecek, gecikmeler nedeniyle parlamento onayı olmasa bile ‘Erdoğan kabul edeceğim’ diyecek. Bu da ona, daha önce olmasa da muhtemelen NATO’nun Vilnius zirvesinde Biden ile bir görüşme sağlayacak’’ öngörüsünde bulundu.