Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın görevden alınmasına ilişkin, “Tarihimizde ilk defa böyle bir şey yaşandı. Böylelikle Merkez Bankası Başkanı da KHK mağdurları arasına eklenmiş oldu” dedi. Oluç AK Parti iktidarı ve Cumhurbaşkanı’nın, müsebbibi oldukları ekonomik krizin faturasını bürokrasiye kesmeye başladığını söyledi ve “Neden yapıldı bu operasyon diye baktığımızda açık seçik görülüyor. Merkez Bankası kaynaklarına erişime, yüklü faiz indirimi ve hızlı parasal genişleme baskısına direnildiği için Merkez Bankası Başkanı görevden alındı” diye konuştu.
Merkez Bankası’nın itibarının iyice sarsıldığını ifade eden Oluç’un açıklamalarının satır başları şöyle:
DAMAT BERAT ALBAYRAK HEDEFLERİ TUTTURDU MU?: “Kurumsal hedefler tutturulamadı” deniyor. Peki, kurumsal hedeflere bakalım: Hazine ve Maliye Bakanı damat Berat Albayrak kurumsal hedefleri tutturdu mu? Enflasyon, bütçe açığı, cari açık hedeflerini tutturdu mu? Hayır, tutturamadı. Hedefler de yanlış zaten. Maliye politikası, para politikaları hedefinin tam tersine yöneldi. Hedefleri yanlış koydular. Bakın Hazine’nin 2019 ilk altı ay nakit açığı 78 milyar TL oldu. Geçtiğimiz yılın ilk altı ayında bu açık 38 milyar TL idi. Faiz dışı nakit dengesine bakalım; 2019’un ilk altı ayında 30 milyar TL’lik açık var. Geçtiğimiz yılın ilk altı ayındaki açık 9.7 milyar TL. İşte bu nedenle Merkez Bankası’nın yedek akçesini Hazine’ye aktarmak istiyorlar.
GÖREVDEN ALINMIYOR: Yani hedeflerin hiçbiri tutturulamadı damat Berat Albayrak tarafından, ama o görevde. Görevden alınmıyor. Kurumsal hedefler tutturulamadı diye Hazine ve Maliye Bakanı görevden alınmıyor. Neden? Aile içi kriz olmasın diye ülke ekonomisi kriz yaşamaya devam ediyor, toplum kriz yaşamaya devam ediyor. 25 Temmuz’da bir Para Politikaları Kurulu toplantısı olacak, faizlerle ilgili bir karar alınacak; ama bu toplantının artık bir hükmü kalmamıştır. Piyasalar için de çok itibarsız bir karar olacağı açıkça ortadadır. Bu atılmış olan adımın vahim bir adım olacağını bir kez daha vurgulamış olalım.
RAPOR DEĞİL FİŞLEME VE İHBAR BELGESİ: Fişlemeden en fazla yakınan iktidardı, tuhaftır her gün yeni fişleme belgeleri ortaya çıkıyor. Nereden nereye gelindi. Yeni bir fişleme belgesi, adına ‘rapor’ demişler, SETA adlı bir vakıf tarafından hazırlanmış. Aslında buna rapor demek raporlara haksızlık olur. Bir rapor değil fişleme ve ihbar belgesidir. Çok açık bir şekilde görevlerini yapan gazetecileri fişleme belgesidir.
YAPTIKLARI SUÇ DEĞİLDİR: Raporda adı geçen gazeteciler Türkiye’nin saygın gazetecileridir. İsimleri verilen gazetecilerden söz ediyorum. Bu isimler gazetecilere yönelik tüm baskı ve tehditlere rağmen mesleklerini yapmaya devam eden, gerçekleri kamuoyuna aktarmaya çalışan insanlardır. Yaptıkları suç değildir. Suç olan ise medyayı boyunduruk altına almak; iletişim, basın, haberleşme özgürlüğünü çiğnemek; basın ahlakına ve ilkelerine aykırı davranmaya zorlamaktır. Yani bu ihbar belgesinde yapılmış olandır esas itibariyle ahlaki olmayan ve suç olan. Bu belgede HDP milletvekilleri hakkında yazılmış olan bölüme çok fazla bir şey söylemek istemiyorum. Hadsizliktir. Hadleri değildir HDP milletvekillerinin güvenilir olup olmadığını sorgulamak. Bu kadar. Bu vakfın kendi finansmanını nasıl sağladığını sormak istiyoruz. Açıklasınlar şeffaflık gereği. Bu vakfın ve yöneticilerinin ABD’deki geçmişteki ve bugünkü ilişkileri nelerdir, kimlerdir? Açıklasınlar şeffaflık gereği. Eğer bir rapor hazırlayacaklarsa, önce kendileri hakkında hazırlasınlar.
YARGI REFORM PAKETİ MECLİS’E GETİRİLMELİ: Yargı Reformu Paketi’nin ilk bölümü henüz Meclis’e getirilmemiştir, getirilmeyecek gibi de görünmektedir. Biz bunun doğru olmadığını düşünüyoruz. Çünkü hem o strateji belgesi bir itirafname niteliğindedir; ortaya konulmuştur ki, yargı alanında ciddi bir reform ihtiyacı vardır, hem kurumsal hem de işleyiş olarak. Yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı çok açık ortadadır. Bu bağımlı ve taraflı yargıyı biraz reforme edecek adımların atılması ciddi bir iştir. Dolayısıyla yargı reformu paketinin bir an önce Meclis’e getirilmesi gerekmektedir.
CEZAEVLERİNDE BÜYÜK BEKLENTİ OLUŞTU: Aynen Askerlik Kanunu’nda olduğu gibi bir durum yaratıldı. “Askerlik Kanunu çıkacak” denildiği andan itibaren çok sayıda asker kışlalarda terhis gününü heyecanla bekledi. Ve bu beklentinin sonunda da bir sonuç alınmıştır. Şimdi yargı reformu tartışılmaya başlandığı andan itibaren, cezaevlerinde tutuklu bulunanlar da beklenti içine girmiştir. Bunu sadece siyasi rehin olarak tutulanlar, siyasi tutuklular ve hükümlüler için söylemiyorum, cezaevlerindeki herkes için söylüyorum. Bu beklentinin boşa çıkarılması büyük bir hatadır. Meclis bu hatayı yapmamalıdır.
“Sistem tartışması ile ilgili Ömer Çelik’in bir değerlendirmesi oldu, “sistemin MR’ını röntgenini çekeceğiz” dedi. Oysa muhalefetin köklü bir değişim talebini görüyoruz biz. MR konusunda ne düşünüyorsunuz?” sorusu üzerinde:
ANAYASANIN TARTIŞILMASI GEREKİYOR: MR çekme ilginç bir benzetme olmuş. Demek ki, bir hastalık var ve bu hastalığın ne olduğunu bulmaya çalışmamız gerekiyor. Biz aslında biliyoruz aksayan yerleri, demokrasi ve hukuk açısından uygunsuz yerlerin nereler olduğunu biliyoruz. Bir yıl geçti bu sistem uygulanmaya başladığından bu yana. Toplumların tarihi açısından bir yıl öyle çok uzun bir süre değildir. Bu bir yılın sonunda mutlaka anayasanın tartışılması gerekiyor, mutlaka bu sistemin hukuka ve demokrasiye aykırı yanlarının tartışılması ve değiştirilmesi gerekiyor. Biz bunları söyledik. ‘Revizyon’ dediler, biz revizyon değil daha köklü bir değişim gerekiyor dedik. Ama laflar üzerinde çok fazla tartışmaya gerek yok, esas itibariyle anayasayı tartışmaya gerek var. Çünkü bu anayasa kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırmıştır. Bakın Yargı Reformu Strateji Paketi’nin getirilmesi bile bunun itirafıdır aslında. Çünkü yargı şu anda yürütmenin denetimi altına girmiştir. Bağımlı hale gelmiştir. Dolayısıyla kuvvetler ayrılığının bir ayağı yargıdır ve yargı şu anda bağımlıdır. Yürütme yasama üzerinde de ciddi bir egemenlik kurmuştur. Bir yıl içinde Meclis’in çıkardığı kanunlara ve ve Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri’ne baktığımızda bu ortaya çıkmaktadır. Bir tarafta Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile çıkarılan 1900 küsur kanun maddesi, öbür tarafta Meclis’in çıkardığı 600 küsur kanun maddesi vardır. Bu eşitsizlik bile yürütmenin yasama üzerindeki hakimiyetini göstermektedir. Yani kuvvetler ayrılığı ortadan kalkmıştır. Ayrıca yasama yürütmenin çıkardığı kararnameleri denetleme imkanına da sahip değildir.
KONUŞARAK ÇÖZEMEYECEĞİMİZ SORUN YOK: Türkiye’nin yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı vardır. Bohçaya benzeteceksek 1982 Anayasası’nı; bu bohça tamamen yamalıdır, her tarafından delik deşik edilmiştir. Bununla ilerlemek mümkün değildir. Zaten 82 Anayasası’nın içeriği, ruhu darbecidir. Bunun değiştirilmesi bazı maddelere eklemelerle mümkün olamaz. Biz bunu hep söyledik, söylemeye de devam ediyoruz. Dolayısıyla köklü bir anayasaya, yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç vardır. Toplumdaki bütün farklı inançların, kimliklerin, kültürlerin, anadillerin birbirlerine saygı duyacakları, birbirlerine üstünlük sağlamak için uğraşmayacakları, eşit koşullarda bir arada yaşayabilecekleri zemini sağlayan demokratik bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç vardır. Konuşarak çözemeyeceğimiz sorun yoktur. Bunları konuşalım ve bu müzakereler sonunda yeni bir toplumsal sözleşmeye varalım.