Fehmi Koru son çıkan kitabında kibarca anlattı başından geçen bir olayı: Başbakan Erdoğan ile randevusu varmış, kendisine söylenen mekana gittiğinde ne görsün: Bazı medya yöneticileri de orada. Fehmi beyi içeri alan görevliler sanmışlar ki bütün gazeteciler aynı görüşme için davet edilmiş. Koru, geliş sebebini anlatınca mesele anlaşılmış. Meğer ‘yandaş medya’ yöneticileri Erdoğan’ı ziyaret edip genel yayın politikaları ve günlük manşetleri bizzat arz ediyor, talimat alıyormuş.
Aslında Koru’nun tanık olduğu kontrol sistemi çok eskilere dayanıyor. Örneğin bir ara Anadolu ajansı müdürlüğünü yapmış olan Kemal Öztürk, çetele tutar, sonra o fişleme raporlarını Erdoğan’a sunardı. Hangi televizyon hangi toplantıyı kaç dakika göstermiş, hangi gazete hangi haberi ne kadar vermiş gibi bilgiler Başbakan’a arz edilir; hatta oradan çıkan sonuca göre TV yöneticilerine telefon açılır, rica edilir; hatta fırça atılırdı.
Komiktir; Erdoğan’ın bizzat kurdurduğu Kanal 24’ü bile şikayet etmişti Öztürk. O dönem TV’nin başında Akif Beki vardı ve bu ‘ispiyoncu sistem’e fena halde içerliyordu. Haklıydı; çünkü bazen Kemal’in rakamları gerçeklerle örtüşmüyordu; bazen de olay, genel yayın tavrını dışlayıp dakika ölçmeye dayanıyordu.
Daha da korkunç bir durum: Görevini medyayı şikayet gibi algılayan Öztürk’ün raporlarının kafadan atma bilgilere dayandığı söyleniyordu. Erdoğan’ın usta fotoğrafçısı Kayhan Özer yeminle söylüyordu ki Erdoğan’ı dakika dakika kimin ne kadar yayınladığını gösteren raporu Öztürk, hiçbir veriye dayanmadan rastgele yazıyor, sonra arz makamına çıkarıyordu. Şahitleri bile vardı fotoğraf ustasının…
TV ve gazetelerin rapor edilme metodu Mustafa Varank’ın eline geçince herkes Kemal Öztürk’ü bile arar hale geldi. Varank elinde IPAD ile dolaşıyor, bulduğu her fırsatta kimin ne yazdığını, ne konuştuğunu vs. rapor ediyordu. Bazen ya okuduğunu anlamıyor ya da başlıktan çıkardığı manaya göre olumsuz kupürler dosyasına koyuyordu. Mesela Fatih Altaylı’nın bir yazısı patronu Ciner’in önüne konmuş, yazı sonuna kadar okununca işin aslı anlaşılmıştı. Yazı gayet olumluydu ama…
Olay çok. Vakti gelince anlatmak daha faydalı sanırım; ama madem Fehmi Bey’in hatırasından yola çıktık; o sürecin dönüm noktasını da kaydedelim buraya.
30 Mart seçimleri başarı ile sonuçlanır AKP için. İşte o çetin seçim sonrası Erdoğan, kendine yakın gördüğü medya organlarının en tepe yöneticilerini kapalı bir toplantıya davet eder. ‘Merkez medya’ ya da ‘cemaate yakın medya’ çağırılmaz. Hatta konunun çerçevesini anlayamadığı için Hürriyet zirvesi ile Başbakanlık’ın medya bürokrasisi arasında gerginlik yaşanır. Hürriyet sanıyor ki başbakan medya ile bir araya geliyorsa mutlaka Hürriyet de davet edilir. Halbuki o toplantı başka bir toplantı…
Bol talimatlı o görüşmede ‘paralel yapı’ başta olmak üzere kiminle nasıl sert mücadele edileceği konuşulur. Bazı yandaş medya yöneticileri kraldan çok kralcılık örneği sergileyerek kelle ister ve kışkırtıcılık yapar. Toplantı sahibi bundan müthiş bir haz alır. Sadece Mustafa Karaalioğlu nazik bir itirazda bulunur. Türkiye’nin seçim öncesi çok fazla kutuplaştığını artık daha makul bir atmosfere ihtiyaç duyulduğunu falan söyler. Haklıdır; ama zılgıtı da yer. Tıpkı canlı yayında olduğu gibi azarlanır. Albayraklar o geceki konuşmalardan rahatsızdır; ama bir şey demez, diyemez ama toplantı boyunca susar.
O günkü yok edici fikirlere tam katılmayan patron ve yayın yöneticileri ilerleyen günlerde değiştirilir. Ve ortaya kocaman bir infaz timi çıkar. İşte bugünkü yandaş medya sorunsalının tohumu o gün atılmıştır. Ne enteresandır ki o gün kışkırtıcılık yapanlar da tasfiye edildi. Bugünkü kışkırtıcıların saf dışı edilmesi yakındır; çünkü suç dosyası kabardıkça daha bağnaz tetikçilere ihtiyaç duyulmaktadır…