Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) eski eş başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ'ı ima ederek, "Katiller Meclis'te. Bunları serbest bırakamayız." ifadelerini kullandı.
Erdoğan'ın iki siyasetçiyi hedef aldığı gün akademisyen Ali Kemal Özcan terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmenin perde arkasına dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.
ALİ KEMAL ÖZCAN: ERDOĞAN'IN BİLGİSİ DAHİLİNDE İMRALI'YA GİTTİM
Görüşmeyi Erdoğan'ın bilgisi ve onayı ile yaptığını belirten Özçcan, Öcalan’ın kendisine verdiği mektubu avukatlar yanındayken okumasını istediğini aktardı.
Özcan, “Öcalan, ‘Avukatlar gelmezlerse ters teper, sizi de komplocu ilan ederler’ dedi. Tam da dediği gibi oldu.” ifadelerini kullandı.
Özcan, Al–Monitor’dan Amberin Zaman’a mülakat verdi. Zaman’ın sorularına Özcan’ın verdiği bazı cevaplar şöyle:
“ÖCALAN’LA NEDEN GÖRÜŞMEM GEREKTİĞİNİ ERDOĞAN’A ANLATTIM”
Abdullah Öcalan ile görüşmeniz nasıl gerçekleşti?
Nasılından ziyade neden görüştüğüm önemli. Ama madem sordunuz izah edeyim. Öcalan ile iki kez haziran ayında İmralı’da görüştüm. Arka planı ise şöyle: Yıllardır Abdullah Öcalan ile görüşmek için yoğun bir çaba içerisindeydim. Yani görüşme talebi benden geldi.
Çünkü Abdullah Öcalan dışında bu meseleyi [Kürt sorununu kastediyor] çözecek birini görmemekteyim. 2012 ve 2013 yıllarında çözüm süreci hâlâ devam ederken devlet yetkilileriyle, bakanlarla, başbakan yardımcılarıyla da 30 ilâ 40 arasında görüşmem oldu.
Ancak görüşmelerimin çoğu o zaman Öcalan ile devlet adına görüşmeleri fiilen yürüttüğü anlaşılan MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın o dönem yardımcısı olan Muhammed Dervişoğlu’yla oldu. Kendisiyle, biri çözüm süreci çöktükten sonra olmak üzere altı kez görüştüm.
Yetkilerle görüşmelerimde dedim ki “Türkiye’nin elinde bir şans var. Abdullah Öcalan Amerika’nın veya başka uluslararası güçlerin elinde değil, Türkiye Cumhuriyeti devletinin elindedir.” Yani meselenin ancak Öcalan üzerinden çözülebileceğini sürekli vurguladım.
Aynı zamanda Sayın Erdoğan ile de görüşme talebim vardı. Çünkü Sayın (Recep Tayyip) Erdoğan’ın da ciddi şekilde şiddeti ve terörü siyasetin dışına taşıyarak Kürt sorununu kökten çözmek istediğine inanıyorum.
Öcalan 1993 yılında “Bir muhatap arıyorum.” demişti ve tam 20 yıl sonra karşısına Erdoğan çıktı.
13 Haziran’da ilk görüşmem sayın Erdoğan ile kendi talebim üzerine Ankara’da Beştepe’de gerçekleşti. Görüşmemizde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı Hakan Fidan da yer aldı. Öcalan ile niçin görüşmem gerektiğini etraflıca anlattım. Görüşme bir saate yakın sürdü.
Yrd. Doç. Dr. Ali Kemal Özcan'ın 23 Haziran seçiminden önce Öcalan'ın mektubunu okuması, "AKP lireni Erdoğan'ın YSK marifeti ile tekrarlattığı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimi'ni Kürt seçmenin oyunu alarak kazanmaya dönük bir hamle" olarak yorumlanmıştı.
23 Haziran’da tekrarlanan İstanbul seçimi öncesi Öcalan’ın uzun yıllardan sonra avukatlarıyla görüşmesine izin verilmesi çeşitli spekülasyonlara yol açtı. Öcalan’ın HDP ve seçmenlerine AKP lehinde tavır alması yönünde telkinde bulunması için izin verildiği iddia edildi. Öcalan’ın sizin aracılığınızla açıklanan mektubu bu yöndeki spekülasyonlara tuz biber ekti. Sizinle seçim konusu gündeme gelmedi mi?
Görüşme esnasında en fazla ben konuştum. Erdoğan ile İstanbul seçimlerini çok az konuştum. Onları da belli bir çerçeve içerisinde konuştum. İstanbul seçimlerinin, genel anlamda bu meselenin [Kürt sorununun] çözümlenmemesi için, Erdoğan’ı, Türkiye’yi tökezletme yönünde sıçrama tahtası yapılmak istediğini düşünüyorum. Onu ifade ettim.
“BUNU HAKAN FİDAN’A ÇOK HEYECANLANARAK SÖYLEDİM O DA ‘ÇOK TARİHİ İŞLER YAPIYORSUNUZ HOCAM’ DEDİ”
Erdoğan’ın herhangi bir adımı hesapsız attığı pek görülmemiştir. Sizin İmralı’ya gitmenize razı olurken sizden mutlaka bir beklentisi vardı sanırım.
Temel beklentisi sorunun [Kürt sorunu] çözümü yönünde bir adım atılmasıydı. Ha, aklının arkasında İstanbul seçimleri var mıydı bilemem ama benimle İstanbul seçimleri ile ilgili konuşmadı. Atılması gereken adım da ortada.
Türkiye’deki silahlı PKK unsurları ellerinde tek bir mantar tabancası kalmayacak düzeyde, sessiz sedasız Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına çıkmalıdır. Eğer Kandil kendisini siyasette tutmaya devam etmek istiyorsa, en azından Öcalan ile birlikte, Öcalan’a bağlı unsurlar, Öcalan’ın siyasette kalmasını isteyen unsurlar bunu sessiz sedasız şekilde yapmalıdır.
Yapabilirler. Siyaset rahatlar. Türkiye’de barış odaklı yeni bir tarihsel dönemin başlangıcı olur, olmalıdır. Bu olmadan hiçbir şey olmaz. Türkiye’de Kürt nüfusu 15-20 milyon civarında deniyor. Ama geriye kalan en az 50 milyon insan var.
Türk milliyetçi dinamiğini, Türk halkının hassasiyetlerini ciddiye almadan, hesaba katmadan söylenen her söz ya kötü niyetlidir ya da ahmakçadır.
Türkiye’de, hatta Orta Doğu’da Öcalan kadar Türk-Kürt ilişkilerinin sosyolojisini ve felsefesini çalışan başka kimse yoktur. Öcalan 20 yıldır bu konuları çok kapsamlı çalışan biri. Ben de kendisinin bu çalışmaları üzerinde çalışıyorum.
Ben de bunu Hakan Fidan’a çok heyecanlanarak söyledim. O da “Çok tarihi işler yapıyorsunuz hocam” dedi. Bunu İstanbul seçimi için demedi. Hakan Fidan da bu meseleyi bizim kadar olmasa da çalışan biri. Sadece MİT müsteşarı olarak değil, akademik olarak da çalışmış biri.
“SESSİZCE DİNLEDİ VE ONAYLAMIŞ OLMALI Kİ ÖCALAN İLE GÖRÜŞMEME ENGEL OLMADI”
Yani diyorsunuz ki Cumhurbaşkanı’yla sadece barış sürecini görüştük, seçimleri değil?
Görüşmenin yüzde 90’ı meselenin şiddetle siyaset boyutu ve Suriye üzerinde yoğunlaştı. Erdoğan’a Suriye meselesinin güvenli bölge, doğu Fırat operasyonuyla çözülemeyeceğini söyledim.
Öcalan ile Türkiye’deki milliyetçi dinamiği rahatsız etmeden çözmenin mümkün olabileceğini anlattım. “Öcalan’la diyalogla her şeyi çözersiniz” dedim Erdoğan’a. O da sessizce dinledi ve onaylamış olmalı ki Öcalan ile görüşmeme engel olmadı.
Ancak görüşmemizin başında geçmişte Öcalan ile yürütülen çözüm sürecindeki temel yanlışları da dile getirdim.
Hangi yanlışları? Bu konuyu açar mısınız lütfen?
Bakın Öcalan bir şey söylüyor, pratikte başka şeyler oluyor. Ben 2010 yılından beri görüştüğüm devlet yetkililerine şunu söylüyordum, aynısını Sayın Cumhurbaşkanı’na tekrarladım.
Görüşmelerde başkalarını araya koymayın, dedim. Yok İmralı’dan Kandil’e mesaj götür, sonra Kandil’den mektup getir. Aradaki mesajlar götürülüp getirilirken deformasyona uğruyor ve ortaya bambaşka bir şey çıkıyor.
“KARİZMATİK LİDERLERİN EN YAKINLARI TARAFINDAN SIRTLARINDAN HANÇERLENDİĞİ ÇOKÇA OLMUŞTUR”
Bunun bilinçli mi yapıldığını söylüyorsunuz?
Tarihsel olarak karizmatik liderlerin en yakınları tarafından sırtlarından hançerlendiği çokça olmuştur. Bunun içine Öcalan da dahildir, Erdoğan da.
Bunlar ciddi iddialar. Öcalan’ın verdiği bir talimatın nasıl çarpıtıldığına dair somut bir örnek sunabilir misiniz?
Somut örnek vermekten kaçınıyorum çünkü dediğim gibi sözlerimiz çarpıtılıyor. Siz “Fadime” diyorsunuz, Yılmaz Erdoğan’ın skecinde olduğu gibi “Fadime” karşınıza “Trabzon” olarak çıkıyor.
Öcalan 99 yılından beri, “İmralı dönemi” diye adlandırdığım ve üzerinde yoğun olarak çalıştığım, üzerinde bilimsel kitaplar yayınladığım evre başladığından beri, örgütüne diyor ki “Beni Türk halkına anlatın. Başka bir şey istemiyorum.” Adam İmralı savunmalarında diyor ki, “Siz 30-40 bin diyorsunuz ama ben 50 bin kişinin ölümünden sorumluyum. Doğru, isyan ettim. Ama şimdi ölüp öldürme değil yaşayıp yaşatmak istiyorum ve Türkiye’yi büyütmek istiyorum” diyor. Öcalan “Türklerle Kürtleri ayırmak, et ve tırnağı değil bir insanı gövdesini ortadan yarmak gibi bir şey” diyor. “Eğer Türkiye’den ayrılmaya kalkan çıkarsa ilk başta ben onları reddederim” diyor. Bunu Türk halkına anlatan var mı? Bu ova hareketinin [HDP’yi kastediyor] Öcalan’a “sayın” ve “başkan” demekten başka, “Sizin heykelinizi dikeceğiz” türü ifadeler dışında Abdullah Öcalan’ın ne kadar Türkiye’nin bütünlüğü kaygısı taşıdığı anlatılıyor mu?
Tam olarak kimi kastediyorsunuz?
İsim vermeyi doğru bulmuyorum. Ancak barış geldiği zaman ekmeği kalmayacak olan hem Öcalan’ı hem Kandil’i aldatan bir anlayıştan, bir takım figürlerden söz ediyorum. Bunlar Kandil’i de çaresiz bırakan figürler… Elimde bu yönde bilgiler var ama paylaşmayı uygun görmüyorum.
“ERDOĞAN BARIŞ SÜRECİNDEN VAZGEÇMEDİ”
Erdoğan’ın hâlâ Kürt sorununu samimi olarak çözmek istediğini savunuyorsunuz. Ancak Türkiye’deki manzara tam tersi bir görüntü sunuyor. “Askeri çözüm” politikası yeniden devreye sokuldu. Erdoğan MHP ile ittifak halinde. Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere yüzlerce Kürt siyasetçi cezaevine konuldu. Halkın seçtiği HDP’li belediye başkanları sudan sebeplerle azledildi. Belediyelere yeniden kayyum atandı. Liste uzayıp gidiyor.
Öcalan çözüm sürecini Erdoğan’la, bu hükümetle götürdü ama sivil alandakiler [HDP’yi kastediyor] tümüyle ona karşı cephede yer alıyor değil mi? Erdoğan barış sürecinden vazgeçmedi. Aradaki mesajları getirip götürenler meseleyi çıkmaza sürdü. En son çözüm sürecinde, Dolmabahçe sürecinde, konuşulanları biliyoruz. Akabinde, mecliste Selahattin Bey [Demirtaş] Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” diyor. Sanırım Erdoğan da bu noktada “Bunlarla gitmez, sürdürmeye değmez, Öcalan da bunları durduramıyor” diyerek süreci tümüyle bitirdi.
Sizce Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” cümlesi hata mıydı?
Tarihi bir hataydı. Bin yıllık Türk-Kürt ilişkilerinin en büyük kazalarından biriydi.
Öcalan ile görüşmenizden söz etmek istiyorum. Onunla neler görüştünüz? Sayın Demirtaş’ın sözlerine değindi mi?
Ben değindim, o da dinledi. O konuda herhangi bir şey ifade etmedi. Ama muhakkak ki değerlendirmesi vardır. Sorulduğunda da yapar. O yüzden ben hâlâ İmralı’ya tekrar gitmekte ısrarlıyım.
“ÖCALAN’LA İKİ KEZ GÖRÜŞTÜM”
İmralı’ya kaç kez ve ne zaman gittiniz?
Öcalan ile İmralı’da iki kez görüştüm. Birinci görüşme Sayın Erdoğan ile 13 Haziran’da yaptığım görüşmemden birkaç gün sonra gerçekleşti. İkinci görüşmem de 20 Haziran’da gerçekleşti, mektubu açıkladığım gün.
Kendisine ilk görüşmemin başlangıcında dedim ki, “Buraya sizin dostunuz olarak geldim ama bunu sizin yanlışınızı söyleyerek kanıtlamak isterim. Eğer yanlışınızı söyleyemeyeceksem tatlımı yerim, çayımı kahvemi içerim. Giderim ve bir daha gelmem.” Kendisi de “Yanlışımı söyle, hemen şimdi söyle.” dedi.
Neydi o yanlış?
Yanlışının ne olduğunu şimdi söylemeyeyim. Uzun hikâye. İmralı’ya gelişiyle ilgili.
“ÖCALAN BANA HAYKIRARAK ŞUNU SÖYLEDİ: ‘SENİ BURAYA ALLAH GÖNDERDİ’”
Peki, sonra neler konuştunuz?
Bilirsiniz belki… Öcalan der ki, “Beni buraya yetersiz yoldaşlık getirdi.” Ben de kendisine görüşmede hazır bulunan devlet yetkilisinin yanında bir şey söyledim birinci görüşmemizde.
Biraz da heyecanla dedim ki, “Sizin buraya getirenlerden 20 yıllık intikamınızı – felsefi anlamda elbette, fiziksel şiddet anlamında değil – sizi buraya getiren uluslararası komplo güçlerinden ve örgüt içindeki anti-Apoculardan alacağım.”
Tabii devlet yetkilisi şaşırdı. Öcalan da şaşırdı. İkinci görüşmemizde ise Öcalan bana haykırarak şunu söyledi: “Seni buraya Allah gönderdi.”
“ADAMDA BAŞKA BİR ŞEY BULDUM”
Şunu da not edin: Ben Öcalan ile ilk kez 1996 yılında kendisi hâlâ özgürken Suriye’de kampta buluştum. Örgüt ve Öcalan üzerine master ve doktora tezi yapan biri olarak akademik araştırma çerçevesinde buluştum. Öcalan’ın ne kadar felsefeyle alakalı olduğunu o görüşmemizde anladım.
Kendisine sorduğum “Kürt” ve “Kürdistan” kelimelerinin geçtiği soruların cevabında ısrarla bu kelimeleri kullanmaktan kaçındı. Bana, “O sözcükler anahtar sözcükler. Önemli olan o anahtarlarla açtığım kapıyı açıp içeriyi görmektir.” dedi.
O gün bugündür ısrarla Öcalan’ın ruhsal ve felsefi tarafına yoğunlaştım. Çünkü silahla, terörle siyaset yapan, dünyanın “terör örgütü” dediği bir örgütün kurucusudur ama adamda başka bir şey buldum.
İmralı’daki son görüşmelerinizin içeriğine dönecek olursak… İstanbul seçimi gündeme geldi mi?
Öcalan bu konudaki görüşlerini zaten benim okuduğum mektup üzerinden kamuoyuyla paylaştı. Ve ikinci görüşmemizde mektubun avukatları tarafından kamuoyu ile paylaşılmadığını öğrendiğinde şaşırıp sinirlendi.
Bakınız, kamuoyunun özellikle şunu bilmesini istiyorum: Öcalan “Mektubu sakın avukatlar yanınızda olmadan açıklamayın” dedi. “Ya avukatlar gelmezse?” dedim. “Nasıl gelmezler? Avukatlar gelmezlerse ters teper, sizi de komplocu ilan ederler” dedi. Ve tam da dediği gibi oldu.
“BU MEKTUBU DEVLETSİZ NASIL AÇIKLARDIM BENİ İMRALI’YA GÖTÜREN İRADE BU AÇIKLAMAYI YAPMAMI İSTEDİ”
O hâlde avukatlar olmadan niye açıklamayı yeğlediniz? Devlet mi bu yönde size talimat verdi?
Bu mektubu devletsiz nasıl açıklardım? Beni İmralı’ya götüren irade bu açıklamayı yapmamı istedi. Ben de buna uydum. Bir ahlaksızlık yapmadım. Buna uydum, çünkü bu işin devletsiz çözülemeyeceğine inananlardanım.
Neticede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilinde [İmralı’ya] gitmişim. Yüz yıllık bir sorunu çözmek için gitmişim, bir vatandaş olarak, devlet adına değil. Bu iş üzerine yıllarca kafa yoran, yazıp çizen bir bilim insanı olarak gitmişim. İstihbaratçı değilim.
Ama kamuoyu şunu da bilmeli: Ben de mektubu avukatlar olmadan açıklamaya karşıydım. Öcalan ile görüştükten sonra avukatlara ulaşmaya çalıştım.
Bir türlü ulaşamadım. Avukatlara ulaşamadığımı, WhatsApp mesajlarımı gördükleri halde bana geri dönmediklerini Öcalan’ın mektubunu okuduğum basın toplantısında da açıkladım.
“O GÜNDEN BERİ CUMHURBAŞKANI’NA, HAKAN FİDAN’A ULAŞMAYA ÇALIŞIYORUM”
Basın toplantısından birkaç dakika önce endişelendiğimi gören devlet yetkilisi bana korktuğumu ima edince, ben de asla kendi hesabıma korkmadığımı ama mektubu avukatlar bulunmadan açıklamanın doğuracağı muhtemel olumsuz sonuçlardan kaygı duyduğumu söyledim.
Sonuçlar ortada. Ve o günden beri Cumhurbaşkanı’na, Hakan Fidan’a ulaşmaya çalışıyorum. Öcalan ile tekrar görüşüp bu yanlışı düzeltmemiz gerektiğini söylüyorum. Her ikisine mektup yazdım. Ulaştı mı onu da bilmiyorum. Ortalıkta çok tehlikeli yalanlar dolaşıyor.”