“Ben hep en kutsal mesleğin öğretmenlik olduğunu bilirim. Normalde puanlarımın sayısal değeri mühendis olmam için yeterliyken ben öğretmenliği tercih ettim. Öğrencilerim olsun istedim; onurlu, kararlarını kendi alabilen, aldığı kararların sorumluluğunu yerine getirebilen, saygıyı ve sevgiyi önemli bir değer olarak kabul eden, ayrım yapmadan her insanı sevebilen öğrenciler… Kimse bana böyle davranırsam bir gün terörist olacağımı söylemedi. 20 yıl bu duygularla yaptığım mesleğimin beni bir gün mahkûm durumuna düşüreceğini hiç düşünmemiştim. Yine de bana dünyaya tekrar gelirsen ne olmak istersin diye sorarlarsa fikrimi hiç değiştirmedim: Öğretmen.
Hapishanedeki eşimi ziyarete gittiğim vakit O gözyaşlarını içine, ben ise her zamanki gibi kucağıma döktüm. Yanımda çocuklarımın anlam veremediği bu mekânda.
15 Temmuz kara gün. Dün mü, bugün mü diye düşünmek istemediğim bir gün. Sonrasında hem benim, hem de eşimin çalışma izinleri iptal edilerek işsiz bırakıldık. Devletin kendi kurumlarının izniyle açılmış bu müesseselerde çalışmak bir anda terör suçu olmuştu. Hâlbuki daha düne kadar bizi suçlayan insanların çocukları bu okullarda, bu dershanelerde eğitim görmüş ve görüyorlardı.
Şimdi onlar, bize bu zulümleri reva görenler, ülkenin tüm istihbarat sistemleri emrindeyken ‘kandırıldık’ diyorlar. Bizimle ‘siz suçlusunuz, kanmasaydınız, aklınız yok muydu’ diyerek dalga geçiyorlar.
Bu da yetmedi bir sabah baskınıyla evimizin en mahrem yerlerine kadar girdiler. Utanmadan çekmecelerde duran iç giysilerimize kadar baktılar. Tutanakta evde suç unsuru bir delil bulamadıklarını ifade etseler de, çocuklarımın gözlerine baka baka babalarına kelepçe taktılar. Çocuklarım ağladılar… Ağladılar ama hiç bir şeyi durduramadılar. Arkasından giderek, ‘baba!’ diyen sesleri apartmanın koridorlarında hüzünlü bir haykırış olsa da kimseye seslerini duyuramadılar. Artık başlarını okşayan bir çift baba eli kilitlenerek, kokularından tanıdığı saçlara dokunmamak üzere uzaklara götürülerek, üstüne daha büyük demirler vurdular.
İçimdeki acının büyük tarafı esasen kendimden ziyade masum yavrularıma bakıyor. Dört evladım var. İki erkek, iki kız. Hepsi de benim ciğerimden parça. Hangisine dokunsalar acıtıyor. Hem de her yanımı. Bugünlerde evimde tutuklanma endişesiyle eşi yurt dışına çıkan kız kardeşim de kalıyor. Üç yeğenimle birlikte. Yani evimizde şu an yedi tane çocuk var.
Evladımdan biri engelli. Haftada iki kere rehabilitasyona götürülmesi gerekiyor. Aynı zamanda düşük derecede havale geçiriyor. Doktor doktor gezmek zorunda kalıp da daha çare bulamadığımız hastalık. Tüm bunları yalnız başıma göğüslemek zorundayım. Şu an geçimimizi sağlayacak bir gelirimiz olmadığı için korka korka özel ders vermeye çalışıyorum. Korkuyorum. Çünkü ders vermeme de bir kulp takıp sonra ‘terörist’ ilan ederek beni de götürecekler diye. Korktuğum başıma gelirse kim ilgilenecek bu kadar çocukla? Bir anne, kuzularını kime emanet edebilir? Ekonomik olarak zorlandığımız için geçenlerde kız kardeşim evinin eşyalarını bir spotçuya çok ucuza satmak zorunda kaldı. Aslında sadece eşyalarını değil hatıralarını da bırakmıştı o spotçuya. Ağlaya ağlaya…
Şimdi semt pazarlarında en ucuz yiyeceklere bakıyorum. Pırasa, ıspanak vs. Siz de bilirsiniz. Bu yiyecekler küçük çocukların çok da damak zevkine uygun değil. Onlara bu yiyeceklerin vücudumuza olan faydalarını anlatıyorum. İkna olmaları için. Zaten eti, meyveyi çoktan unuttuk. Bu yiyecekler bizim için yemekhanelerde asılı sadece izlenebilen bir posterden ibaret. Ama şikâyet etmiyorum. Edemem! İsyan etmiyorum. Edemem! Bize Allah’a şükürden gayrısı yakışmaz.
Bu toplumda yaşayan annelerden bir ricam var. Bizi korkup yalnız bıraksanız bile acılarımız azalsın diye dua eder misiniz? Küçülsün diye…”